Saat gibi işleyen planlar yapmışlardı. Öyle ya; Türkiye’nin sosyolojisini çok iyi bilen, halkın reflekslerini özümsemiş, hatta bazı toplumsal olaylarla test etmiş, içeriden, çok içeriden bir örgüt ile çalışıyorlardı. Sabaha karşı 03’te harekete geçip Cumartesi günü devleti, sistemi ve siyaseti ele geçirmiş olacaklardı. Yüzde 52 ile seçilmiş Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı şehit edeceklerdi ya da devleti tamamen kontrol altına almak için rehin tutacaklardı. Ismarlanmış darbeyi Londra’dan yorumlayan İsrail imamı Kerim Balcı, bu yüzden Erdoğan’ın direnmemesini ve darbecilerle pazarlık yapmasını istemişti.
Olabilecekler üzerinden düşünmeye devam edelim. Muhtemelen sabahın ilk ışıklarında Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ni ele geçirmiş olacaklardı ve dünyaya devrik bir liderin ‘sarayı’ndan sesleneceklerdi. Kim bilir ne mizansenler düşünmüşlerdi. Gizli bölmelerden neler neler çıkarmış olacaklardı. (17-25 Aralık’taki ayakkabı kutusu meselesinin nasıl simgeleştirildiğini hatırlayın.) Üstüne bir de Kemal Kılıçdaroğlu’nun ‘altın klozet’ çıkışını ekleyin.
Ele geçirdikleri yönetimde TBMM’yi de yok sayacaklardı, ki zaten bombalayarak bunu açıkça gösterdiler.
İstanbul’da Avrupa yakasında Beşiktaş’ın stadyumu, Anadolu yakasında ise Formula 1 pisti toplanma merkezi olarak belirlenmişti. Binlerce insanı buralarda gözaltında tutacaklardı. Baskın yapılacak adresler belliydi zaten. Artık oracıkta mı infaz ederlerdi yoksa insaf edip en azından prosedür gereği sorgularlar mıydı bunu kestirmek zor. Fakat uçaklarla, helikopterlerle, tanklarla ve uzun namlulu silahlarla masum sivillere ölüm yağdırmaları kanlı bir ipucu veriyor zaten.
Tüm bunlar olurken kimsenin de sesi çıkmayacaktı. Tüm medya organlarına el konulmuş olacaktı. İşe oradan başlamışlardı zaten. Kontrol altında tutmak isteyecekleri askeri merkezlerden önce TÜRKSAT, Telekom, Digitürk gibi yayın organlarının yolunu tutmuşlar, ilerleyen saatlerde canlı yayınlara baskınlar yapmışlardı.
Sıkıyönetim ilanı, sokağa çıkma yasağı. 12 Eylül sabahını hatırlayanlar bilir, asker her yerde olacaktı. Perdenin kenarından baktığımızda, sokakların köşe başlarında tankları, zırhlı araçları görecektik. 16 Temmuz sabahı darbeyi püskürten halk, uykulu da olsa işine gücüne gitmişti. Hayatın akışında hiçbir aksama olmamıştı. Darbe gerçekleşseydi haliyle dükkanlar da kapalı olacaktı. Trafikten eser olmayacaktı mesela. Ulaşım araçları çalışmayacaktı. Sessizliği yer yer yükselen silah sesleri bozacaktı sadece. Kim bilir nerede hangi milli ve yerli vatan evladı infaz ediliyor olacaktı. Sağ kalanların akıbetleri de meçhul olacaktı tabi. Cumhurbaşkanı, Başbakan, muhalefet liderleri, bakanlar, genelkurmay başkanı, siyasi parti liderleri ve çok sayıda devlet görevlisi ile gazeteciden haber alınamayacaktı.
17 Temmuz’da seçilmiş devlet yöneticilerinin akıbetleri hala bilinmiyor olacaktı. Devlet, siyaset ve medyadan yoksun bir Türkiye’nin ekonomisi de çökmüş olacaktı. 18 Temmuz Pazartesi yani haftanın ilk iş günü dolar, Türk Lirası karşısında kim bilir ne kadar değer kazanarak rekor üstüne rekora imza atacaktı.
Yatırımlar, dev projeler, ithalat, ihracat ve turizm duracaktı. Bir kısım insanlar ülkeden gitmenin hesaplarını yaparken, kimseler sınırımızdan içeri girmek istemiyor olacaktı…
Biliyorum, çok ağır bir tablo çiziyorum. O destansı gecenin, kurtuluş mücadelesin karşısında kurulmayacak cümleler belki bunlar. Fakat “darbeciler ya başarsaydı” sorusuna verilecek tüm cevapları hesaba katmamız gerekiyor. Ki, 15 Temmuz direnişinin hakkını verebilelim.
Buraya kadar sadece darbe gerçekleştiğinde yaşanan ‘rutin’ seyri yazdım. Belki daha önce yaşamadığımız çok daha kötü sahneler gerçekleşecekti. İradesine el konulan halk tepki verip sokaklara inebilir, darbe karşıtı gösteriler çatışmaya dönebilir, Suriye ve Mısır manzaraları ülkemizde yaşanabilirdi. Yaşanan kargaşadan faydalanma fırsatını kaçırmayacak PKK ve DAEŞ gibi terör örgütleri de cabası…
Burada kesiyorum. Çünkü düşündükçe kabus gibi senaryoların ardı arkası kesilmiyor. Çok şükür ki, bunların hiçbiri gerçekleşmedi. Her şeyden önce Allah, indirdiği dinin bu sapkın güruh tarafından daha fazla tahrip edilmesine müsaade etmedi. Ne dinimizi, ne vatanımızı, ne geleceğimizi onlara teslim etmedi. Bütün planların üstünde bir zafer ihsan etti.
Şimdi tüm kötü olasılıkları unutun ve o gün, o gece olanları hatırlayın kısaca. FETÖ’nün yıllardır üzerinde çalıştığı o devasa planların Allah’ın yardımı ile nasıl darma duman olduğuna bakın. MİT’e haber veren vatansever bir binbaşı, egzozunu atleti ile tıkayarak tankı durduran Başakşehirli esnaf abi, iki tankın altına yatan Sabri Ünal, “Reis emir verdi” diyerek darbecilerin kurşunlarına göğsünü siper eden Mustafa Cambaz, FETÖ’yü tek kurşunla alnının çatından vuran Ömer Halisdemir, uçaklar kalkmasın diye tarlasındaki ekini yakan Kazanlı köylüler, köprüde üzerine mermi yağarken askerlere fırça atan Safiye Bayat abla ve “biz ölümüne ölümüne” diyerek halkının arasına karışan bir Cumhurbaşkanı…
Hiç birisi ve adını yazmadığım daha binlercesi birbirini tanımıyordu. Büyük bir planı yok ettiklerini, yarınlara bir ülke, İslam dünyasına şerefli bir duruş, haysiyet bırakacaklarını biliyorlardı sadece. 15 Temmuz’da şehit edilen 249 kahramanımızın ruhu şad olsun. Bir milletin şeref madalyası olan gazilerimize bin selam olsun. O gece minarelerde, sokaklarda, meydanlarda haykıran tüm vatan evlatları var olsun. Allah devletimize, milletimize zeval vermesin. Amin.