Mahalli karşıtlıkların ve düşmanlıkların geçerli olduğu zamanlarda emperyal merkezlerin hegemonyası taraflardan birinin tercih edilmesiyle sürdürülürdü. Tercih edilen, diğerleri üzerinde baskı uyguladığında emperyal merkez baskı uygulananlara sahip çıkardı. Böylelikle taraflar arasında bir denge sağlanırdı. Hem iktidarın hem de muhalefetin şekillendirilmesi bu şekilde mümkün olurdu. Aynı anda her iki tarafa nüfuz edilirken tarafların birbirine düşmanlık geliştirmesiyle coğrafya, vatan, millet ve dine karşı bir yabancılaşma süreci yaşanırdı. Bugün hâlâ geçmişte üretilen düşmanlıklar üzerinden siyaset yapmaya çalışanların varlığı oluşturulan yapının sağlamlığını gösterir.
Bülent Arınç’ın sürekli olarak gündem oluşturan konuşmaları geçmişte yaşanılan yabancılaşmanın benzerlerine hayat verebilecek güçtedir. Adı geçen şahsın darbe girişiminde bulunanlarla ilgili fikirlerini ve konumunu açık etmemiş olmasına rağmen itibarlı mevkilerde bulunması güven kaybına yol açabilir. Yakınlığını gizlemediği terör grubu devlet kurumlarını ele geçirmek ve millete karşı kullanmak konusunda tereddüt göstermedi. Buna rağmen yüksek istişare kurulu gibi en azından tecrübe ve bilgelik gerektiren bir mevkide bulunuyor olması, 15 Temmuz’un sıradanlığa kurban edileceğine dair bir endişe uyandırır.
Bülent Arınç ve benzerlerinin Türkiye’nin yaşadığı en zor günlerle ilgili “mağduriyet ve masumiyet” dışında bir ifadesi yok. Darbe destekçisi gazetecilerin çok kısa bir zamanda hapisten çıkmaları için de benzer bir durum söz konusu. Bahsi geçenlerin mahkûmiyetlerinin geçmişin alışkanlıklarıyla ele alındığını görüyoruz. Herhangi bir kimse hakkında konuşmadığımız açıktır. Amerika ve onunla birlikte hareket eden devletlerin Türkiye’de vekâletini yürüten terör örgütü darbe ve işgal girişiminde bulundu. Eğer başarılı olsalardı bugün çok farklı bir Türkiye’de ve coğrafyada olacaktık. Bahsi geçen gazeteciler Amerika’nın vekâletini yürüten terör örgütü ile birlikte darbeden çok önceden başlayarak operasyon yaptı. Bu, yeni bir coğrafya inşa etmek anlamını taşıyordu.
Türkiye’yi ve coğrafyayı baştan aşağıya değiştirecek ve Batı’ya mahkûm edecek bu hamleyi “bilmiyordum, aldandım” gibi laflarla geçiştirdiler. Üstelik örgüte karşı 2012’lerden itibaren meşru bir mücadele başlatılmıştı. Buna rağmen “bilmiyordum, aldandım” gibi ifadelerin sahiplerine herhangi bir yaptırım uygulanmadı. Kimse konuyu “ahmaklık” sınırlarına dâhil edemez. Amerika’nın Türkiye ve bölgemiz hakkında hayırlı bir niyete sahip olmadığı açıktır. Terör örgütlerinin Amerika adına yürüttükleri vekâlet savaşı çok farklı boyutlara ulaşabilir. Yüksek istişare kurulunda görev almayı kabul edenlerin bu konular hakkında fikrinin olması gerekir. Türk milletinin 15 Temmuz’dan sonra gösterdiği vakar çok kıymetlidir.
Başka milletlerin tarihinde benzer olaylarla karşılaşamayız. 15 Temmuz, benzeri ancak sömürgecilik tarihinde görülebilecek bir hâdisedir. Afrika’nın ve Asya’nın derinliklerine inmek isteyen sömürgeciler hedef bölgenin insanlarını birbirine karşı kullanmayı başarmıştı.
15 Temmuz’u tanımlama zorluğundan bahsederken ifade etmek istediğimiz de böylesi bir durumdur. Sömürgecilik tarihinin utanç sayfalarında kalmış hadiselerin bir benzerini yaşadık.
Bu utanç tablosunun ibadet, ticaret ve ihanet şeklinde tasnif edilmesi belki bir dönem için geçerli olabilirdi fakat artık hâdiselerin karmaşık olduğu günler geride kaldı. Ne yazık ki Arınç gibiler hadiselerin kazandığı vahim boyutlar hakkında herhangi bir fikir beyan etmiyor. Oysa Amerika adına vekâlet savaşları devam ediyor.
Masum zannettikleri yapı aslında en başından itibaren bağımlılık ilişkisi içindeydi. Onların dinî hassasiyetleri temsil ettiğini zannettiler. Yanıldılar. Yapı en başından itibaren Amerika gibi devletlerle iç içeydi. Bütün kurum ve kuruluşlarıyla devleti ele geçirmeye çalıştılar. Fark edilince darbe yapmaya kalktılar. Darbe yapmak, büyük bir olaydır. Eğer 15 Temmuz’u darbe boyutu ile ele alırsak durum çok daha farklı bir boyut kazanır. Tarihi bu yönden incelediğimizde hadiselerin nerelere doğru evrileceğini önceden bilmek kolay değildir. Bu tarz büyük olaylarla ilgili tarihte çok acı örneklerin yaşandığını bilmek gerekir. Bir grup, devletin araçlarını kullanarak millete kurşun sıktı. Bunu yaptıktan sonra pişman olduklarını gösteren bir işaret de yok. Bunun, toplumsal hafızada nasıl bir karşılık bulacağını bilmek zor. Masum olduğu hâlde mağduriyet yaşayan milletin kendisidir. Bunu bilmediklerini düşünemeyiz. Buna rağmen milletin hassasiyetlerini tahrik ediyor olmaları anlaşılacak bir durum değildir.
Türkiye’nin darbeler tarihi ile herhangi bir benzerliği olmayan bir süreç yaşandı. Kimse geçmişte olduğu gibi kendisini adalet savaşçısı olarak takdim edemez. Kendi ülkesini bir dolara satmış insanların avukatlığına soyunmak adalet savaşçılığı, hak arama faaliyeti, mağdur ve masumlara kanat germe olarak tanımlanamaz.
Dinimiz konusunda da hassas olmaları gerekir. Bu türden terör örgütlerinin dinimize verdiği ve bundan sonra da vereceği zararı telafi etmek gerçekten zordur. Konuyu ısrarla hukuk alanına hapsetmeleri esefle karşılanacak bir durumdur.