15 Temmuz’dan sonra cepheler yeniden kuruluyor

Sayın Cumhurbaşkanımız, 09.01.2017’de 9. Büyükelçiler Konferansı’nda yaptığı konuşmada Batı ülkelerinin mültecilere sırtını dönerken FETÖ’nün ve diğer terör örgütlerinin elemanlarına kucak açtığını belirtti. Sayın Cumhurbaşkanımızın dile getirdiği bu durum yeni dönem Doğu-Batı karşıtlığının mahiyeti hakkında Türkiye’nin bir fikir sahibi olduğunu göstermektedir.

Açık bir şekilde söylemek gerekirse Batı, söz konusu tutumu ile Doğu-Batı ilişkilerinde lejyoner takımına, yani yeni dönem sömürgecilik modelinde saha unsurlarına verdiği önemi göstermiş oldu. Bu tavır, aynı zamanda Doğu-Batı çatışmasında yeni bir dönemin başladığının da açık itirafıdır. İtiraftır, çünkü Batı, Doğu’daki uzantılarını açığa çıkarmak zorunda kaldı.

Cumhurbaşkanımızın sözleri, Türkiye’nin yeni dönemde Batı’nın mücadele araçlarının dönüşüm süreci hakkında da bir fikre sahip olduğunu gösteriyor. Çünkü yeni dönemde Türk ve İslâm dünyasından farklı sebeplerle kaçıp Batı Avrupa ülkelerine sığınmış kişi ve gruplar, saldırı amaçlı yeni tür bir silaha dönüştürülecektir. Kimliği muhtemelen FETÖ aracılığı ile belirlenecek bir oluşumdan bahsediyoruz. FETÖ’cülerin ana omurgasını oluşturacağı bu oluşumun içinde PKK, DHKPC ve DEAŞ gibi gayr-i millî ve vatansız unsurlar yer alacaktır. Farklı ülkelerden FETÖ tarafından devşirilmiş kişi ve grupların da katılımıyla bu oluşumun güçlendirilmek istendiğini söyleyebiliriz. Bu oluşumun temel ideolojik perspektifinin eklektik bir din anlayışı ile belirleneceği yönünde göstergeler mevcuttur. Bu durum da Doğu-Batı savaşının farklı düzlemlerde uzun süre devam edeceğine işaret etmektedir.

FETÖ’nün emperyalist devletlerle birlikteliği bilinmeyen bir husus değildi. Fakat Türkiye tarafından mücadelenin esasları belirlenemediği ya da bu örgütü destekleyen güçlerin tehlikeli girişimleri hakkında bir tahmine sahip olunduğu için FETÖ’ye karşı açık bir tavır geliştirilemedi. Dershanelerin kaldırılmasına yönelik iradenin ortaya çıkması, siyasî düzlemdeki yansımalarının göze alındığını gösteriyordu. Kuşkusuz bu da yeni bir durumdu ve II. Dünya Savaşı’ndan sonra oluşan Batı uzantısı yapıların zayıflatılacağı anlamına geliyordu. Zaten o andan itibaren Doğu ve Batı arasındaki fiilî savaşın fitili ateşlenmişti.

Batı Avrupa emperyalizmini temsil eden ülkelerin FETÖ, PKK ve örtük bir şekilde de olsa DEAŞ’a verdiği destek Doğu-Batı ilişkilerinde gerilimin şiddeti hakkında çok önemli fikirler verir. Batı Avrupa ülkelerinin terör üreten yapılara bu denli açık destek vermiş olması Fransa’nın 1798’de Mısır’ı işgaliyle sembolleşen entelektüel üstünlüğünün de artık işe yaramadığının kabulü anlamına gelir. Zira aynı Mısır’da darbeci Sisi’ye verilen Batı desteği medenileştirme (!) amacının terk edildiğini göstermekteydi. Sisi’nin desteklenmesi ve terör örgütlerine kucak açılması bütün Doğu’ya karşı yeni bir tavır şeklinde görülmelidir. İlk anda bütün Doğu için çok tehlikeli gibi görünen bu durumun esasen Batı açısından sorunlu olduğunu söylememiz gerekiyor. Çünkü terör örgütlerine açık destek, Batı açısından maliyeti sınırlı hâkimiyet döneminin bittiği anlamına gelmektedir.

1990’larda birçok yerde aynı zaman diliminde başlayan savaşlarda öne çıkan husus cephelerin kaybolmasıydı. Savaşın tarafları 90 öncesinin iki kutuplu dünyasında olduğu gibi belirgin değildi. Bu dönemde Batı Avrupa emperyalizmini temsil eden devletler, Doğu’nun maddî ve manevî kaynaklarına yeniden bir saldırı başlatmış olmalarına rağmen bu saldırıyı açık kimlikleri ile yapmadılar. Doğu’da teşekkül eden yapılar da bu dönemde Batı’nın yeni hamlesini kendi çıkarları doğrultusunda kullanıp zaman içinde bir saldırı aracına dönüşmeyi göze almış oldular. Kuşkusuz kurulan bu yeni ilişki biçiminin ortaya çıkartılması Doğu için en önemli meseleydi.

Türkiye, dershane tartışmalarını başlatmakla Batı’nın uzantısı kişi ve gruplara yönelik açığa çıkarma kararlılığını göstermiş oldu ve bundan sonra örtülü kimlikler tercih yapmak zorunda kaldı. Türkiye’nin kararlı tutumu cephe durumunun yeniden gündeme gelmesini sağladı. Şimdi yeniden ve farklı bir bağlamda cepheler oluşmaktadır. 1990’lardan sonra oluşan kimliksiz ve tarafları taraf olmaktan çıkartan şekilsiz dönem bitmektedir. Siyaset ve edebiyat dünyasında sert çatışmaları bir de bu gözle değerlendirmek gerekiyor. Artık sütre gerisinden ve kimliksiz konuşma dönemi sona ermektedir. Bu durumu, post-kolonyal söylem biçiminde önemli bir değişimin habercisi şeklinde görmek de mümkündür. Zira bundan sonra edilgenlik üzerine kurulu söylem üstünlüğünün herhangi bir getirisi de olmayacaktır.

15 Temmuz’da bütün Türkiye çapında gösterilen millî direniş, Batı Avrupa emperyalizminin örtülü kimlikler aracılığıyla milletimize karşı en büyük saldırısını püskürtürken aynı zamanda yeni bir dönemin de kapılarını ardına kadar açmıştır. Kuşkusuz 15 Temmuz direnişinin etkileri zamanla daha iyi anlaşılacaktır. Fakat daha şimdiden tarafları tercih yapmaya zorlaması, örtülü kimlikleri açığa çıkarması ve cephe durumunun yeniden ortaya çıkması ilk etkiler hanesine yazılmalıdır.

Türkiye’nin bugünkü tavrının etkileri önümüzdeki dönemde sahaya yansıyacaktır. Batı’nın Doğu siyasetine en yüksek düzeyde itiraz anlamına gelecek bu yaklaşımın toplum nazarında ciddî anlamda kabul gördüğü de bir gerçektir. Bu durum fikir dünyamızda Doğu-Batı karşıtlığı şeklinde varlık kazanmış sürece yeni bir safha şeklinde dâhil olacaktır. Bu karşıtlığın seyrini Türkiye’nin kararlı ve öngörülü tutumu belirleyecektir.