15 Temmuz hukukî bir meseleye indirgenemez

15 Temmuz uğursuz darbe girişimini ve bu girişime farklı sebeplerle dâhil olanları hukukî boyutu ile değerlendirmenin bizim işimiz olmadığını, bu meselenin devlet mekanizmalarını ilgilendirdiğini söylüyoruz. Çünkü çok boyutlu bir suç işlenmiştir ve bu suça iştirak edenler cezayı da göze almış olmalıdır. İşlenen suçun hukukî karşılığı üzerine bir fikir beyan etmek en azından bu yazının konusu değildir. Ama bizzat taraf olduğumuz bu meselenin bizleri ilgilendiren boyutları hukuk alanına sıkıştırılamayacak kadar çeşitlidir ve şimdiye kadar Türkiye’yi birçok açıdan etkilediği gibi bundan sonra da etkileyebilecek derinliğe sahiptir. 241 şehidin ve iki binden fazla gazinin acısı 15 Temmuz’un vahametini anlatmaya yeterdi. Ne yazık ki örgütlü ihanet girişimi bundan sonra da bütün bir milletimizi ve coğrafyamızı birçok açıdan etkileme potansiyeline sahiptir. FETÖ meselesinin çok boyutluluğu konunun vahametini daha da arttırmaktadır. Türkiye bu zamana kadar fark etmediği bu çok boyutluluğu bundan sonra görebilir ümidindeyiz. Fetullahçı Terör Örgütü’nün ülkemiz, milletimiz, dinimiz ve bütün Doğu karşısında konum belirleyip emperyalistlerle birlikte oldukları tam olarak anlaşılmadı.

Emperyalistlerin mağlup ettikleri kültürler üzerinde büyük tesirlere yol açtıkları bilinmeyen bir husus değildi. II. Dünya Savaşı, Batı Avrupa emperyalist devletlerini kendi aralarındaki rekabet ve büyük savaş dolayısıyla zayıflattığı için boyunduruk altındaki ülkelerde bağımsızlaşma yönünde adımlar atıldı. Fakat bu ülkelerin yerlileri uzun bir zaman sürecinde emperyalistlerce kurulan okullarda bir zihniyet dönüşümüne tabi tutuldukları için kendi topraklarına yabancılaşmışlardı. Dolayısıyla yabancılaşmış yeni zümrenin iktidarı ele geçirmesinde emperyalistler için bir sakınca yoktu ve bu yeni zümrenin iktidarı emperyalistlere epeyce bir zaman kazandırdı. Yabancı okullar bu süreçte çok büyük bir rol oynadı.

Sömürge ülkelerinde emperyalistlerle birlikte hareket etmeye dayalı düşünüş biçimi zamanla kökleşti ve yerlilerin kendi okulları da aynı zihniyetin yaygınlaşmasını sağladı. 20. yüzyılın bu kadar uzun sürmesinin sebeplerinden biri de bahsettiğimiz okullarda yetişen “yabancı”ların yerel ölçekte iktidar olmaları ve yerel unsurların da Batı lehine konumlanmasıdır. Bunu kabul etmek zorundayız, zira meselenin önemini kavramak ve çözüme ulaşmak buna bağlıdır.

Yabancı okullarında yabancılaşma sürecini tamamlayan yerel unsurlar bulundukları ortama gerçekten yabancı oldukları ve emperyalistler adına hareket ettikleri için yerli ve millî muhalif hareketler tarafından mutlaka tasfiye edilecekti. Sahici olmadıkları için sahici olanlar karşısında geriye çekildiler ama yukarıda söylediğimiz gibi güçlü bir dönüşüm yaşandığı için onların geriye çekilme süreci uzun bir zamana yayıldı.

Süreç yerli ve millî olan açısından başarıyla tamamlandı mı? Hayır! Çünkü yerli ve millî olanlara benzeyen ve onlarla aynı tabandan devşirilmiş yeni bir lejyoner grubu ortaya çıktı. Bu yeni grup da öncekiler gibi emperyalistlerle birlikte olmayı çok önemsiyordu. Bu yeni düşünüş biçimini temsil eden kişiler de belirli bir eğitim biçiminin ürünüydü. Yeni eğitim biçiminde öğretmen masasında bulunan kişilerin yerli unsurlar arasından devşirilmiş “hoca” ya da “ağabey” olmaları, onların yabancılaşma sürecinin fark edilmelerini engelliyordu. Artık yeni dönem sömürge yönteminin en önemli temsilcileri bu gruptu. Bundan önceki yazılarımızda bu yeni grubun teşekkülü ve kimlik kazanma süreci izah edildi. Fetullahçı yapının FETÖ olma süreci yeni bir yabancılaşma süreci şeklinde anlaşılmalıdır.

Tasvir etmeye ve tanımlamaya çalıştığım süreç hukuk alanında ele alınabilecek bir mesele değildir. Yabancılaşmış ve düşmanlarına benzemiş, onlarla birlikte hareket etmeyi içselleştirmiş bir örgüt hukukî bir mesele şeklinde görülmemelidir. Üstelik hukukçular, zihnen muhafazakâr oldukları için yeni durumu değerlendirecek fikrî elastikiyete sahip değildir. Bu açıdan onlar FETÖ meselesini farklı boyutlarıyla göremezler, nitekim bu yöndeki örnekler fazlasıyla mevcuttur. FETÖ meselesini basit bir öfke durumunda söylenmiş ve karşıtlık içeren sert sözlerle geçiştirecek bir durumda değiliz.

Batılılaşma bir medeniyet krizinin sonucuydu ve bu sebeple hukukî bir mesele olarak ele alınmadı. FETÖ meselesi medeniyet krizinin devam ettiğini gösteren bir hadise değildir. Çünkü Fetullahçılık, fikrî bir arayışın neticesinde oluşumunu tamamlamış bir zihniyet biçimine işaret etmiyor. Bu yapı gerçek manada emperyalistlerle bir menfaat birlikteliği kurmak amacıyla teşekkül etmiştir. Dolayısıyla FETÖ meselesi de hukukî bir meseleye indirgenemez. 15 Temmuz uğursuz darbe girişiminde fiilî olarak bulunan ve onlara destek verenlerin hukuk karşısındaki durumu bu yazının konusu değildir, bunu tekrar ediyoruz. Bu kalkışmanın içinde yer alanlar derecesine göre gerekli cezayı göreceklerdir. Ama kendi ülkesine, milletine, dinine yabancılaşmış ve yabancılaşma derecesini gittikçe arttıran bir grubun üyelerini salt hukukî bir bakış açısına göre değerlendiremeyiz. Çünkü “suç” çok kapsamlıdır, tarihin sadece bir kesitinde gerçekleşmiş cinayetlerle sınırlı tutulamaz.

Bazı siyasetçilerin ve yine bazı hukukçuların anlamadığı ya da anlamak istemediği durum da burada başlamaktadır. Bu yapının uzun bir zaman boyunca ülke, vatan, millet, din gibi değerlerden yoksun olduğu ve esasen emperyalistlerle birlikte hareket ettiği biliniyordu. Onlar zihnen suç işliyorlardı. Böyle bir suçun hukukî karşılığını bulmak güçtür.

FETÖ; itikadî, fikrî, ahlakî ve küresel bir mesele şeklinde ele alınmalıdır. Özellikle bu açılardan ele alındığında bu yapıda yer alanların durumunun vahameti açığa çıkar. Dolayısıyla FETÖ’nün doğrudan ülke ve coğrafya güvenliğini tehdit eden bir yapı olduğu görülür.