Darbe/işgal girişimi gecesi hakkında çok şey konuşuldu, konuşuluyor. Ancak ortada bir muamma var. Asıl gündemde tutulması gereken meseleleri konuşmuyor muyuz, konuşamıyor muyuz, yoksa konuşmaya gerek mi duymuyoruz bilmiyorum. Gece 22.00’den sabahın 07.00’sine, köprüdeki darbeci ve de katil askerler elleri havada teslim olana kadar yaşananların; bir Kurtuluş Savaşı mücadelesi olduğunu, vatanı teslim etmeme davası olduğunu, “bedenimi çiğnersin ama siyasi irademe el koyamazsın” duruşu olduğunu çok iyi biliyoruz.
Fakat hem 15 Temmuz gecesi yazılan destanın manevi değeri hem de coşkusu nedeni ile ve biraz da oluşan birlik beraberlik ruhunun zarar görmemesi hassasiyetinden olsa gerek çok önemli detayları es geçtik, geçiyoruz. Ve kamuoyu bu detayları değerince irdelemedi henüz. Sanki şimdi değil de yıllar sonra ortaya çıkartılacak ve yeni neslin ‘15 Temmuz’un bilinmeyenleri’ diye öğreneceği yaşanmışlıklar var o gecede. Henüz üzerinden 3 ay geçmişken, henüz her şey çok sıcakken konuşulmalı oysa.
Başından şunu söylemek gerekiyor; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Marmaris’te tatilde olması, Başbakan Binali Yıldırım’ın geçeceği güzergâhların darbeciler tarafından tutulması, İçişleri Bakanı Efkan Ala’nın Erzurum’dan dönüş yolunda olması ve Hava Kuvvetleri Komutanı Abidin Ünal başta olmak üzere birçok generalin İstanbul’daki bir düğünde olmalarını bir tesadüfler silsilesinde değerlendiremeyiz. Girişim, her ne kadar saat olarak erkene alınsa da darbecilerin halk sokağa inene kadar kusursuz işleyen bir plan çerçevesinde hareket ettiği çok ortada. Teşebbüsün başarısız olması bazı kafalarda soru işaretleri oluşturmuştu, oysa zaman ilerledikçe karşımıza çıkan manzara, bunun son derece detaylı ve etkili bir darbe planı olduğunu ortaya koyuyor.
İki muhalefet liderinin tavrını da pek konuşmadık, irdelemedik. Kemal Kılıçdaroğlu ve Devlet Bahçeli’nin o geceki siyasi duruşları çok çok önemliydi oysa.
Darbe girişimi esnasında bir televizyon kanalına telefonla bağlanıp “dikkatle izliyoruz” demişti Kemal Kılıçdaroğlu. Canına kast eden uçakların arasından geçerek Muğla’dan İstanbul’a gelen Cumhurbaşkanı için, “Beyefendi Marmaris’teyken meclis topa tutuluyordu” diyebiliyorken, biz Kılıçdaroğlu’nun kendi koltuğuna ve CHP seçmeninin iradesine kast edenlerin kalkışmasını nasıl izleyebildiğini konuşmuyoruz. Bizzat kendisi siyasi basiretsizliğini ortaya koyup, Erdoğan’dan hesap sormaya kalkmasa, “asıl sen o gece ne yaptın Kemal Bey” sorusunu da sormayacaktık.
Diğer yandan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin 15 Temmuz’dan beri izlediği politika ülkenin en önemli siyasi gündemlerinden biri oldu. Bahçeli’nin, 7 Haziran’a kadar izlediği yanlış politikalardan -biraz da direkt hedef olduğunu görünce- vazgeçip, devletin yanında bir duruş sergilemesi, siyasi bir çıkarım yapılmadan takdire şayan olarak görülmeli… Bahçeli, 15 Temmuz gecesi ortaya koyduğu irade ile FETÖ’nün moralini bozduğu gibi darbe karşıtlarına da moral verdi.
Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul’da darbeyi “dikkatle izlerken”, Bahçeli Ankara’da, önce Başbakan’a ulaşmaya çalıştı sonra da iletilmek üzere şu mesajı aktardı: “Biz bu yaşananlara karşı siyasi iktidarın yanındayız.” Muhalefet cephesinden hükümete iletilen ilk destek mesajıydı bu. Bahçeli’nin bu duruşuyla birlikte tankların önüne dikilenler arasında çok sayıda ülkücünün olduğunu da hatırlatmak gerekiyor.
Ortaya çıkan tablonun üzerine şunu da söylemek mümkün, eğer Devlet Bahçeli darbe sürecinde doğru yerde durmasaydı, sokaklara inip tanklara meydan okuyan ülkücü vatandaşlara bunu izah edemeyecekti. Türk bayraklarıyla göğüslerini kurşunlara siper eden halk kahramanlarını ‘uzaktan izlemek’le yetinemezdi MHP tabanı. Bahçeli’nin halkın iradesinden yana ortaya koyduğu tavır, partinin bütünlüğünü de sağlamış oldu. Peki ya paralel kumpaslar, yargı oyunları tutsaydı ve darbe girişimi sırasında MHP’nin başında Bahçeli yerine Meral Akşener olsaydı? Bu durumda, darbeye karşı net bir tavır koymasını bekleyemeyeceğimiz Akşener’in tutumunun partinin hem tabanında hem siyasi kadrosuyla büyük bir depreme neden olacağını rahatlıkla öngörebiliriz.
Tıpkı Saadet Partisi örneğinde olduğu gibi… Geçtiğimiz günlerde düzenlenen Saadet Partisi 6. Olağan Kongresi’nde tek aday olan Temel Karamollaoğlu, genel başkan seçildi. 17/25 Aralık sürecinden bu yana FETÖ’ye yakın duruşuyla dikkat çeken ve darbe girişimi sürecinde iyiden iyiye siyaset perdesinden silinen Mustafa Kamalak’ın yerine gelen Karamollaoğlu, Genel İdare Kurulu üyesi 29 isme yeniden görev vermedi. Parti içinde yeni bir yapılanmaya gideceğinin ilk sinyalini bu şekilde veren yeni başkan, medyaya verdiği ilk demeçlerinde ise büyük bir söylem değişikliği ortaya koydu.
TVNET canlı yayınına katılarak soruları yanıtlayan Temel Karamollaoğlu, FETÖ’nün devlet mekanizmalarından temizlenmesi gerektiğini üstüne basarak dile getirirken, vatana ihanet etmenin cezasının da idam olduğunu söyledi. Bir başka açıklamasında kendisine başkanlık sistemiyle ilgili sorular yöneltilen Karamollaoğlu, başkanlık sistemini benimsediklerini ve karşısında olmayacaklarını dile getirdi.
1977 yılında Milli Selamet Partisinden Sivas Milletvekili seçilerek siyasi hayatına başlayan en eskisinden Milli Görüşçü Karamollaoğlu, aynı zamanda Erbakan Hoca’nın da yakın çalışma arkadaşlarındandı. Kamalak döneminde geliştirilen ve Milli Görüş tabanını rahatsız eden “muhalif ortaklıklar” yeni dönemde son bulacağa benziyor. Saadet Partisi’ndeki bu keskin söylem değişikliği ve MHP’nin milli duruşu siyasetin AK Parti dışında yeniden güçleneceği umudunu da doğurdu. 15 Temmuz gibi bir badireyi el birliğiyle atlatan bir milletin karşısına, FETÖ’ye karşı net tavır koymayanların çıkamayacağının sinyalleri olarak da görebiliriz bu durumu.