Fransız İhtilali esasen bir halkın burjuvazinin öncülüğünde krallığa karşı isyanıydı. Burjuvazi zafere ulaştı ve ihtilalin dünyaya armağan ettiği kavramların etkisi hâlâ varlığını sürdürmektedir. İhtilalden sonra Fransız emperyalizmi şaha kalktı. Fransız İhtilali, dünyaya barış ve huzur getirmedi. Batılı sömürgeci devletler 19. yüzyılda dünyanın bütün bölgelerinde utanç duyulacak bir sistem kurdular. Batılılar, kendilerinin dışında kalan bütün milletlere dünyayı dar ettiler. 20. yüzyılın ikinci yarısında Batı karşıtı hareketleri boğmak için uygulanan sistem de utanç vericiydi. Bu süreçte Batı dünyasının “Batılı değerler”i sadece bir sütre olarak kullandığına dair yaygın bir kanaat oluştu.
1917 Rus devrimi, Fransız İhtilali’nde olduğu gibi bir halkın çarlık rejimine karşı isyanıydı. Devrim oldu, çarlar devrildi fakat Sovyetler de dünyaya barış ve huzur getirmedi. Doğu Avrupa’da ve Türk dünyasında milyonlarca insan bu ihtilalin neticesinde ortaya çıkan sistemin kurbanı oldu. Sovyetler de Rus milliyetçiliğine yaslanmıştı.
İran İslam Devrimi de şahlığa karşı bir mücadele idi ve bu ihtilalde Amerika karşıtlığı öne çıkmıştı. Fakat kısa bir zaman içinde İran İslam Devrimi, Fars milliyetçiliğinin sınırlarına çekildi, İsrail karşıtlığını dahi Fars perspektifine göre yürüttü. İran İslam Devrimi bizim coğrafyamıza barış ve huzur getirmedi. Saydığımız ihtilallerin her biri evrensel mesajları ile öne çıkmıştı.
Üç ihtilalin her biri aşağıdan yukarıya doğru bir değişim arzusu ile gerçekleşti. Krallar, çarlar ve şahlar devrildi ve yönetim anlayışlarında büyük değişimler yaşandı. Bu değişimler zor oldu, devrilenlerin önemli bir kısmı katledildi; daha sonra da devrimler kendi çocuklarını yedi.
2002’de başlayan Yeni Türkiye macerası 15 Temmuz 2016 gecesi en zor engelle karşılaştı. 15 Temmuz gecesinde, antiemperyalist bir tercih yapan Yeni Türkiye’ye Batı emperyalizminin lejyonlarıyla bir darbe yapıldı. Türk milleti bu darbeyi püskürttü ve darbeye karşı deyim yerindeyse ihtilal yaptı. Türk tipi ihtilal aşağıdan yukarıya doğru bir değişim arzusundan doğmadı ve baskıcı bir yönetime karşı da yapılmadı. Aksine yönetim kadroları ile birlikte, yönetim kadrolarını Batı adına ele geçirmiş lejyonlara karşı yapıldı. O gece devlet ve millet el ele idi. Tam da Cevdet Paşa’nın istediği türden bir değişim yaşandı. Herhangi bir intikam isteğinin tezahür etmemiş olması anlamlıdır. İdam taleplerini intikam isteği şeklinde yorumlamak doğru değildir. Bu istek hukuk içinde kalarak millete silah doğrultanların ve Batı’ya kendi ülkesini peşkeş çekenlerin cezalandırılmasını istemekten başka bir anlam taşımaz.
Fransız, Rus ve İran ihtilallerinin aksine Türk tipi ihtilalde öne çıkan mesajlar coğrafya, vatan, millet, bayrak, bağımsızlık, millîlik ve yerlilik şeklindedir. Saydıklarımız yeterli görülmeyip, 15 Temmuz sonrası Türk tipi ihtilalin ürettiği kavramlara ilaveler yapılabilir. Fakat işin esası saydıklarımdan ibarettir. Bu açıdan 15 Temmuz’un genel karakterini, küresel emperyalizme karşı duruş şeklinde tanımlayabiliriz.
15 Temmuz gecesi sadece bir geceden ibaret olmasına rağmen en azı iki yüzyıllık bir geçmişin yeni bir merhalesidir. Bu açıdan bu geceyi uzun tarihî geçmişten bağımsız olarak anlamak zordur. Bu geceyi Abdülaziz devrinden sonra billurlaşmaya başlayan ve başlangıç dönemlerinde birbirinden tefrik edilmesi zor olan İslamcı ve milliyetçi tezlerin başarısı olarak görmek gerekir. Gerek İslamcılar ve gerekse de milliyetçiler Batı emperyalizmine karşı bütün bir İslâm ve Doğu coğrafyasının savunulamayacağını görüyorlardı. Bu sebeple her bir bölgenin vatana dönüştürülmesi gerekiyordu. Bunun en önemli kanıtı, eğitimde millîlik konusunda gösterilen hassasiyettir. Bu açıdan yenileşme hareketlerinin eğitimde ve dilde yoğunlaşmasını anlamlı buluyoruz.
Tanzimat’tan bu tarafa Türkiye’de yapılan yeniliklerin önemli bir kısmı yukarıdan aşağıya doğru bir değişimi zorunlu kılmıştı. Millet bu değişimlere karşı yer yer muhalefet göstermiş olsa da zaman içinde bir kısmını içselleştirdi ve bünyesine adapte etti, kendisine dayatılan birtakım yenilikleri ise hiçbir zaman kabul etmedi. 15 Temmuz gecesinde ise Yeni Türkiye fikrinin millet tarafından ne kadar benimsendiği anlaşıldı. Çünkü Yeni Türkiye, devletin milletiyle birlikte üretmiş olduğu bir fikirdir.
15 Temmuz gecesi kozmopolitizm kaybetti, millîlik kazandı. O gece dünya vatandaşlığı fikrinin bu topraklara ne kadar yabancı olduğu anlaşıldı. Bahsettiğimiz millîlik, dar sınırların içine hapsolma; kendini dışarıya kapatma anlamını taşımamaktadır. Millî ve yerli olmak, diğerlerini ötekileştirme anlamına gelmemektedir. Ötekileştirme, bu coğrafyanın ruhuna yabancı bir tavırdır.
15 Temmuz gecesinden sonra aynı anda birçok kolun harekete geçip Türkiye’ye karşı saldırıya geçmiş olması o gecede kazanılan zaferin büyüklüğünü göstermektedir. Hakikaten bu geceden itibaren sadece Türkiye değil, bütün bir İslam ve Türk coğrafyasında yeni bir dönem başlamıştır. Bu gecede ortaya çıkan fikirlerin sadece Türk ve İslâm dünyasını etkilemekle kalmayacağı, Batı dışında kalan bütün toplumlara sirayet edeceği aşikârdır.
Bundan sonra Batı dışında kalan bütün dünyanın Türkçe’nin birikimlerine ilgi duyacağını söyleyebiliriz. Çünkü bu dilde Haçlı Seferleri’nden bu tarafa bin yıldır Batı emperyalizmine karşı verilen mücadelenin ipuçları vardır. Erdoğan, “Topunuz birlikte gelin!” derken bu bin yıllık mücadelenin özgüvenini yansıtmıştır. Bu ifade aynı zamanda bütün lejyonlara ve onların ağa babalarına çok kuvvetli bir meydan okumadır. Türkiye bizim için bir vatandır, bu kanıtlanmıştır; bundan sonra coğrafyamızda yer alan Batı nüfuzundaki bütün ülkeler de o ülkelerin aslî sahipleri için bir vatan olacaktır. Batı emperyalizmine karşı zafer bu şekilde kazanılacaktır.
15 Temmuz gecesinde kazanılan başarının büyüklüğü lejyonların ağa babalarının sessizliğinden de anlaşılmaktadır.