2011 yılının 21 Mart günüydü… 6 gündür Suriye’den gelen acı haberleri derlemiştik. Arşivlerde aradım buldum. “Esed ordusunun sivillere yönelik katliamlarıyla ortaya dehşet görüntüler çıktı. Doktorlar gelen yaralılara yetişemez hale geldi. Ordu güçlerinin saldırıları sırasında yaralananlar saatlerce acı içerisinde caddelerde kurtarılmayı bekliyor” şeklindeydi haber. Suriye’de devrim ateşinin yakılmasından sonra yüzlercesi kadın ve çocuk binden fazla sivil katledilmişti kısa sürede. Ne olduğunu anlamaya çalışıyorduk. Suriye ordusu askerleri kendi halkını bombalıyordu. Camileri dahi ateş altına alıyorlardı. Ne oluyordu sahiden? Savaş uçakları, Daraa’yı, Halep’i havadan bombalıyor, tanklar binaları, parkları, bahçeleri yerle bir ediyordu. Film gibiydi. Bir asker, kendi halkına nasıl ateş açardı? O savaş uçaklarını kullanan pilotlar, o bombaları atarken nasıl da insanlıktan çıkmıştı öyle. Bu nasıl bir cinnet haliydi, “Allah düşmanımızın başına vermesin” diyorduk sık sık.
2016 yılının 3 Temmuz günüydü… Suriye’de 6 yıldır devam eden iç savaşın insani yükünü omuzlayan Türkiye’de gündemi değiştiren bir gelişme yaşandı. Yer; nüfusunun iki katı Suriyeliyi barındırarak merhametin kalesi olan Kilis, bir iftar sofrasında konuşan ise Cumhurbaşkanı Erdoğan’dı. “Suriyeli göçmenlere vatandaşlık hakkı verilecek” demişti.
Aklıma mıh gibi kazınan ve öpüp başıma koyduğum Erdoğan’ın şu sözlerini bir kez daha hatırlatayım önce: “Vatansız olmak çok zor fakat vatanından ayrı kalmak çok daha zor. Tabi bazı soysuzlar var. Onlar için millet, devlet hiç ifade etmez. Sorsanız küresel yakıştırmalar yaparlar. Kendini bilmeyenlerin vatan diye bir derdi elbette olmaz.”
Suriyelilere vatandaşlık verilecek olması, ülkenin gündemini de duygularını değiştirdi. 3 milyon Suriyeliyi hiçbir hesap kitap yapmadan sahiplenen Türkiye’mizde faşizm tohumları yeşermişti bir anda. “Suriyelilere bakalım ama vatandaşlık vermeyelim, bizimle eşit olmasınlar” deniliyordu. Ama en acısı ise; babasının acısını, annesinin çığlıklarını bırakıp gelen Suriyelileri, evladını bombardıman atlında bırakan, kardeşinin son nefesine şahit olan masum insanları, vatanlarına ihanet etmekle suçlamak olmuştu. İnsanlıktan zerre nasip almamışçasına mikrofonlara konuşup güya “vatandaşlık” görevlerini yerine getirenlere kalmıştı meydan.
Ve sonra…
15 Temmuz 2016 tarihine geldik. Türkiye’nin kader gecesinde bir millet destan yazdı. Darbeyi, darbecileri sabaha çıkarmadı. Bir gece Kurtuluş Savaşı verip, yeniden doğdu. Hep kahramanlıkları konuştuk, yüzyıl geçse de konuşulacak zaten. Fakat o gece, başkaları da farklı bir telaş içindeydi. Bu telaştan bahsedeceğim ama önce bir hatırlatma yapmak istiyorum. Bu aslında ibretlik bir yaşanmışlık…
“2009 yılı bir bahar vaktiydi. Sabah namazı için Şam’da Seydi Zeyneb’e gidiyorduk. Yerde birbirine sarılmış iki çocuk gördük. “Kim bunlar, niçin kaldırımda açıkta yatıyorlar?” diye sorduk. Çevredeki Suriyelinin biri dudak bükerek: “Iraklılar” dedi. Bir diğeri, hemen sitem etmeye başladı: “Bunlar geldi, bütün düzenimiz bozuldu. Ev kiraları uçtu, sebze-meyve fiyatları katlanarak yükseliyor…”
Dediğim kadar ibretlik değil mi? Iraklı göçmenlere burun büken Suriyeliler iki yıl sonra sığınmacı olarak yollara düşmüştü. Kınadıkları durumdaydılar.
15 Temmuz darbe girişiminden birkaç gün önce Suriyelilere vatandaşlık verilecek diye ortalığı velveleye verenler, ne hazindir ki; o gece marketlerde makarna kuyruğuna girenlerdi. Muhtemelen de ilk fırsatta vatanlarını terk edip bir Avrupa devletine yerleşmenin planlarını yapıyorlardı. Suriye’de 6 yıldır yaşanılan savaşın bir tek gecesi bile yetti bize. Vatan neymiş, vatansızlık neymiş, üzerine bombalar yağarken başını sokacak bir yer aramak neymiş ve en acısı da kendi askerin tarafından vurulmak neymiş, bir gecede gördük ve yaşadık. Tarih ve medeniyetin kalesiyken harabeye dönen Halep’in kader çizgisinde dolandık 8 saat boyunca. Bu aşağılık kalkışmanın kuru bir darbe olmadığını, arkasının çokuluslu bir işgal olduğunu fark edenler sokaklara çıkmıştı ama Suriyelilerin çilesine dudak büküp, onları hakir görenler vatansızlığa hazırlanıyordu.
15 Temmuz bir milat oldu, bir milletin yeniden dirilişi oldu ve aynı zamanda insanlıktan nasibini almayanlar için de büyük bir ders oldu. Allah düşürmesin.