“İstanbul Emniyetinde darbe girişimi var. Çok acil siteden yoğun bir şekilde yayın yapalım. Orada direnen birkaç polis var ve kamuoyu desteği vermemiz lazım. Siteyi olduğu gibi yık, ‘paralel yapı emniyette darbe girişiminde bulunuyor’ diye son dakika haberleri geçelim!”
Genel Yayın Yönetmenimiz İbrahim Karagül, yenisafak.com’un yayın yaptığı internet servisine gelip bunları söylediğinde tarih 25 Aralık 2013’tü. Çok da farkında olmadığımız olağanüstü bir dönemdeydik. Emniyete sızmış olan FETÖ’cüler, Türkiye’nin büyük işadamlarını gözaltına almak istemişlerdi. Operasyon listesinde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan’ın da olduğu sonraki günlerde ortaya çıkmıştı.
Yeni Şafak’ın 26 Aralık tarihli manşeti var yukarıdaki fotoğrafta. “Bu bir darbedir” denilmişti o gün. Bugün okunduğunda “vay be” dedirtecek birçok detay ve önemli başlık var Yeni Şafak’ın o günkü birinci sayfasında. Hatta T24 sitesi, bu manşeti “Hükümete yakınlığıyla bilinen Yeni Şafak gazetesi, 17 Aralık’ta başlatılan yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasının darbe girişimi olduğunu öne sürdü” şeklinde haberleştirmişti.
17 Aralık da bir darbe girişimiydi, fakat FETÖ’nün medyadaki hemen her kurumda yer alan güçlü ve etkin mensupları, bunun “yolsuzluk operasyonu” olduğunu ve “siyasi bir hesaplaşma yorumu yapmanın doğru olmadığını” gayet makul ifadelerle vurguluyordu. Bir kısmı da AK Partili ve Erdoğan yanlısı bir tavırla, 17 Aralık sabahı yapılan operasyonlara destek veriyordu. O gün kimlerin nasıl bir tavır aldığı, bugün kendini “aşırı Reisçi” ilan edenler için büyük bir samimiyet testi olarak önümüzde duruyor hala.
Geçtiğimiz son üç haftanın en yoğun tartışma gündemi, FETÖ’nün olası ikinci darbe girişimiydi. Yaparlar mı yapamazlar mı, böyle bir ihtimal kaldı mı sorularını hemen her platformda tartıştı Türkiye. Oysa şöyle dönüp bir bakacak olursak…
2011’de Recep Tayyip Erdoğan’ın ameliyatına müdahale etme girişimi, 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ı tutuklama hamlesi, 17 – 25 Aralık 2013 darbe girişimi ve “Erdoğan’ı gerekirse Kısıklı’dan alırız” meydan okumaları, 19 Ocak 2014 günü Suriye’deki Türkmenlere yardım götüren MİT TIR’larının Adana ve Hatay’da durdurulup casusluk yapılması ve sonrasındaki “DAEŞ ile işbirliği” kampanyası, 6-8 Ekim 2014’te 50 kişinin hayatını kaybettiği Kobani olayları, 7 Haziran 2015 seçimlerinden sonra PKK’nın şehir savaşlarını başlatması, ardı ardına düzenlenen ve yüzlerce insanın katledildiği canlı bomba saldırıları ve de son olarak; 15 Temmuz darbe girişimi…
Son beş yılda yaşadığımız ve atlattığımız badireleri bir çırpıda yazabiliyoruz. Kamuoyuna yansımayan, girişim aşamasında kalan ya da daha başında püskürtülen kalkışmalar da vardır mutlaka. Bunların daha uzun süre sır olarak kalacağını da pek sanmıyorum. 15 Temmuz’un üzerinden aylar geçtikten sonra bile 13 bin emniyet mensubu bir gecede FETÖ’den açığa alındıysa ve çok sayıda kripto FETÖ’cü rütbeli asker TSK’dan ihraç edildiyse yeni bir dalga ihtimalinin tartışılmasına şiddetle karşı çıkanlara da dikkat etmek gerekiyor.
AK Parti’nin iktidara geldiği süreçten beri, sahte belgeler ve yoğun kamuoyu gücüyle siyaseti etki altına alan, devletin hemen hemen bütün yapılarına sızıp operasyon hakimiyeti kazanan ve her şeyden önemlisi aklı uluslararası güçlerin kontrolünde olan bir örgütün, bundan sonrasını sadece izleyeceğini düşünmek hiç de iyi niyetli bir güven duygusu olarak görünmüyor. Erdoğan’ı ameliyat masasında öldürmeyi düşünen bir yapının, deşifre olacağı zamanları da ön görüp; devlet, siyaset, medya için kritik noktalara kritik isimler yerleştirmiş olması ihtimali de ne bir paranoyadır ne de önemsiz bir varsayım. Unutulmamalıdır ki; 40 yıl boyunca devleti ilmek ilmek kuşatan bu yapının 17 ve 25 Aralık’ta hafife alınmasının sonucudur 15 Temmuz.