7 Haziran seçimlerinden sonra her ne kadar bir hükûmet kurulmuşsa da sürdürülmesi mümkün olmayan bir belirsizlik yaşanmıştır. Bu açıdan 7 Haziran seçimleri sonrasını belirsizlik dönemi olarak tanımlamak mümkündür. Bu belirsizlik döneminde 2002 sonrası AK Parti politikalarının çöküşe uğrayacağı endişesi ortaya çıktı.
7 Haziran seçimleri yaklaştıkça AK Parti’nin Kürt meselesini çözüme kavuşturmak için attığı adımlar boşa çıkarıldı. AK Parti, çözüm sürecinin risklerini üstlenmiş olmasına rağmen uluslararası güçlerin müdahaleleriyle umulan neticeyi elde edemedi. Üstelik çözüm süreci tehlikeli bir boyut kazandı ve Türkiye’nin aleyhine bir durum ortaya çıktı. Bu durum seçmen davranışları üzerinde belirgin bir farklılığa yol açtı. Aynı şekilde AK Parti’nin 2002’den sonra medeniyet coğrafyamızla güçlendirmeye çalıştığı bağlar da Suriye özelinde büyük bir darbeye maruz kaldı. Her iki alanda yaşanılan olumsuzluklar yeni bir durum olmamakla beraber, Fethullahçı yapının derin ilişkileri hadiselerin çıkmaza sürüklenmesini sağladı.
AK Parti ilk defa beklemediği bir yerden saldırıya uğradı ve uzun bir süre parti içinde birçok kimse gelişmeleri anlamlandırmakta zorlandı. Önce Başbakan sonra da Cumhurbaşkanı olarak Tayyip Erdoğan, AK Parti’nin Yeni Türkiye iddiasına karşı büyük saldırının kaynağı hakkında bir karara vardı, tavrını netleştirdi. Fakat aynı kararlılığın alt düzeylerde paylaşılmadığı açık bir şekilde görülmekteydi. Tayyip Erdoğan’ın neredeyse tek başına aldığı tavrın ve kurmaya çalıştığı yeni söylemin halk nazarında büyük bir rağbet gördüğü Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde anlaşılmıştı. Seçmen aynı kararlılık ve söylem netliğini AK Parti’nin alt kadrolarında göremedi ve bu da sandığa yansıdı.
Tayyip Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu’nun şimdiye kadar ortaya attıkları iddiaların arkasında ne kadar duracakları sorusu önemliydi. Çünkü millet, olumsuz gelişmeleri millî varlığına ve medeniyet coğrafyasına yönelik büyük bir saldırı olarak algıladı. Fethullahçı yapının gerek çözüm sürecinin ve gerekse de Suriye olaylarının Türkiye aleyhine çevrilmesinde aktif bir rol aldığı görülmekle birlikte, AK Parti’nin alt kademelerindeki kararsızlık her iki liderin kararlılığına rağmen seçim sürecini önemli ölçüde belirledi.
7 Haziran ile 1 Kasım seçimleri arasındaki belirsizlik dönemi ileride farklı yaklaşımlarla tekrar tekrar ele alınacaktır. Fakat bu dönemde seçmen üzerinde gözle görülür bir etki bırakan gelişmeler arasında farklı ülkelerden yükselen Türkiye ve Tayyip Erdoğan karşıtı sesler başta gelir. Yabancı basında yayımlanan Türkiye ve Tayyip Erdoğan karşıtı yazılar derin hafıza tarafından medeniyet coğrafyamıza yönelik büyük bir saldırının işaretleri olarak kaydedildi ve böylece millî irade şekillendi. Siyasal alanda meydana gelen belirsizliğe rağmen devlet aklının ve siyasî mekanizmaların birlikteliği yeni bir güven duygusunu canlandırdı. Bu açıdan 1 Kasım seçim sonuçlarını bütün bir medeniyet coğrafyamıza sahip çıkma iradesinin yansıması olarak görmek gerekir.
7 Haziran’dan sonra Türkiye’de meydana gelen belirsizliklerin medeniyet coğrafyamızda korku ve ümitsizliğe sebep olduğu da görüldü. Balkanlardan bazı grupların Türkiye’deki seçim çalışmalarına katılmaları belirsizlik ve ümitsizliğin Türkiye dışında algılanış şeklini göstermesi bakımından önemlidir. Aynı şekilde AK Parti’nin 1 Kasım seçimlerinden zaferle çıkmış olması özellikle medeniyet coğrafyamızda sevinç gösterilerine sebep oldu. Eğer AK Parti, 1 Kasım’da 7 Haziran’da almış olduğu oylardan daha az oy alsaydı coğrafyamızda önemli bir sarsılma yaşanacaktı. Bu açıdan son seçimin sonuçları gerçek manada partiler üstü bir tercihi yansıtmaktadır.
Milletimizin bütün bir medeniyet coğrafyasına yönelik ilgisini, kültürel kodlarında canlılığını muhafaza eden sürekli bir sahiplenme refleksi olarak görmek gerekir. Bu topraklara Kafkaslardan, Balkanlardan, Kırım’dan ve Türkistan’dan hicret etmek zorunda kalan insanlar, Anadolu’nun kendini inşa ve geleceğe taşıma sürecinde aktif bir rol oynadılar. Anadolu insanı buranın “hak topraklar” olduğunu bilmiş ve ona göre davranmıştır. Bütün bir medeniyet coğrafyamıza sahip çıkma yönündeki irade beyanını emperyal bir tavır olarak görmemek gerekir. Anadolu insanın 1 Kasım seçimlerinde şartları önemli ölçüde değiştirecek olan tavrı, emperyal değil, bilakis anti emperyal bir duyarlılığın neticesidir.
Medeniyet coğrafyamız büyük sarsıntılar yaşamaktadır. 1 Kasım seçimlerinden sonra Suriye özelinde gelişen hadiseler bu sarsıntıların şiddetini bir kez daha gösterdi. Türkiye’nin bütün bir coğrafyamızda meydana gelen olumsuzlukları tek başına çözeceğini düşünmek elbette doğru değildir. Fakat ortaya çıkan her bir hadise, coğrafyamızla güçlendirmeye çalıştığımız bağların ne kadar önemli olduğunu bize gösteriyor. Dil, kültür, edebiyat, eğitim, ticaret gibi alanlarda geliştirmeye çalıştığımız ilişkiler, ortak bir gelecek ve kimlik inşasında rol oynayacaktır.
Kuşkusuz ortak bir gelecek ve kimlik inşası medeniyet havzası kavramının anlamlı hâle gelmesini sağlayacaktır. Bunun için bahsettiğimiz alanlarda karşılıklı münasebetler kurmak ve bu münasebetlere süreklilik kazandırmak gerekir. Medeniyet coğrafyamızda kendi dinamikleri üzerinde tesis edilecek bir barış ve huzur ortamı bu münasebetlerin kurulması açısından hayatî derecede önemlidir. 1 Kasım seçimlerinde millî irade ile devlet aklının buluşması geleceğe yönelik yeni umutların yeşermesi adına ciddî bir ortam oluşturmuştur.