Vatan diye sarıldığımız taşlar

Mesele Türkiye olunca her fırsatta söylediğim şeyi tekrar etmek istiyorum: Türkiye, yalnız değilsin! Hem yalnız değilsin hem de her zamankinden çok daha güçlüsün. Hem güçlüsün, hem de zayıfın, mazlumun yanındasın. Hem derdin kocaman, hem de her derde derman arıyorsun. Bu dağ hiçbir sarsıntıyla yıkılmaz. Bu yıl bambaşkaydı, öncekilerden çok farklıydı; hepimiz birçok açıdan unutulmaz bir yıl yaşadık.

2016’nın başında tuhaf sancılar vardı hatırlarsanız; ambargolar, krizler bir yıl öncesinden başlamıştı. Özellikle Rus uçağı düşürüldükten sonra süregelen olaylar bölgede tedirginlik yaratıyordu. Bu hal sadece Türkiye’yi değil, etrafındaki coğrafyayı da etkisi altına almıştı. Bundan sonra ne olacaktı? Üst aklın planları tıkır tıkır işlerken Türkiye’nin sabrı ve vakuru takdire şayandı. Özellikle sergilediği “dik duruş” düşmanlarını tedirgin ediyordu. Karşısında Rusya gibi bir ülke vardı, kolay değil. Ama ona rağmen Anadolu sarsılmadı, her şekilde karşı koymayı bildi ve yumuşak davranmadı. Haklıydı, hatta tekrarlıyordu: “Yine aynısını yapsanız, yine aynı şekilde cevap veririz” diyordu.

Türkiye içerde neler yaşadı, kimler haklı buldu bütün bunları, kimler haksız buldu siz daha iyi bilirsiniz elbette. Ben bu süreçte Balkan coğrafyasında neler yaşandığına, olayların buraya nasıl yansıdığına dair birkaç şey anlatmak istiyorum.

“Türkiye delirmiş olmalı” diye düşündüler başta, karşısında Rusya var, Slavların kan kardeşleri, ama Türkiye de dost bir ülke. Bu krizde kimin tarafında olmalı diye çok fazla düşünmediler, hemen Türkiye karşıtlığı yapmaya başladılar. Etrafımdaki insanlar, daha doğrusu Türk olmayanlar, ne zaman konu Türkiye olsa ilk bana soruyorlar akıllarındaki soruları. “Ee Leyla, şimdi ne yapacaksınız” dediklerinde kendimi bir elçi gibi hissediyorum ve tekrar farkına varıyorum ki misakı milli sınırları dışında kalan her Türk aslında 80 milyonluk Türkiye’yi temsil ediyor. Sırf bu yüzden, bu topraklarda yaşayan Türkler her zaman hal ve hareketlerine dikkat etmişlerdir, hiçbir belaya gelişigüzel atlamamışlardır. Türkiye gibi davranmışlardır kısacası. O Türkiye “dik durmuşsa” bu olaya karşı, biz de aynı tavrı sergilemeliydik. Benim cevabım açık ve netti: “Hiçbir şey olmayacak, korkmayın”. Buna emindim de aslında. “Nasıl olmayacak, farkında değilsin galiba ama Üçüncü Dünya Savaşı çıkacak” diyorlardı ardından. Mecburen birer Türk kahvesi (onların deyimiyle “Tursko Kafe”) ısmarlıyordum ve meseleyi farklı açılardan anlatmaya çalışıyordum.

Her kafadan bir fikir atılıyor, Türkiye savaşa girecek, ardından Kıbrıs karışacak, Yunanistan atlayacak, Suriye zaten karmakarışık o da buna sürüklenecek, Rusların ordusu güçlü, tamam Türkiye’nin ordusu da güçlü (Allah korumuş o zaman savaş olsaydı Türk ordusundaki FETÖ’cü hainler ülkeyi anında satarlardı) ama Balkanlar’da bir savaş olursa ne olur, Filistin, Ortadoğu hepsi kan ağlıyor zaten, kilit nokta Türkiye… Demek ki Türkiye o dönemde, o krizde dengeyi kaybetseydi, şu anda fırınlarda ekmek satılmayacak, herkes bir savaşın içinde yer alıyor olacaktı. Ama Türkiye inanılmaz bir şekilde “sırat köprüsünü” sendelemeden yürüyordu. Olacak gibi değildi, böylece 15 Temmuz’da düğmeye basıldı; ellerindeki en güçlü kozu kullandılar. Fakat bomba ellerinde patladı. Türkiye Boğaz Köprüsü’nden geçti, hem de Çanakkale’nin ruhuyla geçti. O gece unutulmasın diye de köprünün adını 15 Temmuz Şehitler Köprüsü olarak değiştirdi. Yılın başında herkesin dilinde dolanan o üçüncü dünya savaşı muhabbetleri çabucak sönüverdi.

Şimdi içerde de dışarda da çok güçlüyüz, bu gurur bizi kendimize getirdi. Anadolu evlatlarının davası bizim davamız artık. 15 Temmuz bizi yeniden birbirimize bağladı. Bundan böyle artık “anca beraber kanca beraber” derler ya, öyle hareket etmeliyiz. Yurt dışında yaşayan Türklere her fırsatta yardımcı oldunuz, hep yanlarında oldunuz, emek sarf ettiniz, Allah binlerce kez razı olsun hepinizden. Bizler yüz yıldır misafirlikte unutulan çocuklardık, yetim kalmıştık, vatansızlığın ne olduğunu çok iyi öğrendik. Anavatana uzaktan bakmanın ne olduğunu çok iyi biliyoruz. Vatan diye taşlara sarıldığımız oldu. O taşlar ki ecdat yadigârı diye, bize emanet diye, vatanı hatırlatıyor diye sarıldık onlara. İşte bu yüzden, sizin bu acı duyguyu yaşamamanız gerekiyordu, bunu sizin adınıza biz yeterince yaşadık zaten. Siz bileğinizin gücüyle bunu engellediniz, bütün bir coğrafyayı savaştan, belki de dünyaya yayılacak olan bir savaştan kurtardınız. Rumeli, Anadolu’dan sökülüp alındı dediler ama gelin görün ki biz hâlâ buradayız. Anadolu’nun evlatları içerden, biz dışardan bu sancağı asla yere düşürmeyeceğiz inşallah. Bizim ayrımız gayrımız yok; Türkiye de Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan da yalnız değildir. Hele bütün bu krizlerden sonra asla yalnız değildir; her zamankinden daha güçlü, her zamankinden daha kalabalığız.

Dedelerimiz bize “bu toprakları asla terk etmeyin” dediklerinde haklıydılar. Hiçbir zorluk bizi yıldırmadı. Akıncılar nerede diye merak ediyorsunuz değil mi? Onlar asla dönmediler, onlar yüz yıldır seferdeler, zaten dönmek yakışmazdı. Türkiye Cumhuriyeti kurulunca yüz binlerce insan vatanı kurmak için yuvaya döndü, Çanakkale’de yatıyor çoğu, ama bir kısım da dışarda kaldı, bunun bir sebebi vardı. Birilerinin görevi Anadolu’yu kurtarmaktı düşmandan, kardeşler ikiye ayrıldı, “Sen yürü kardeşim, ben arkanı kollarım burada” denildi. Arada kocaman bir zaman dilimi vardı ve hayat devam ediyordu.

Bugüne kadar yazdıklarımdan “bizde” pek bir şeylerin değişmediğini anlamışsınızdır. Biraz yıkık, biraz dökülmüş, biraz dağınığız o kadar. Bizi “bir” etmesi için de toparlaması için de Türkiye’ye ihtiyacımız var. Artık sadece küçük dokunuşlarla toparlanabilecek güçte olduğumuza inanıyorum. Yeni bir şeyler yapmanın zamanı gelmedi mi
sizce de?

Benzer konular