Mustafa Cambaz şehit edildikten sonra hakkında yazılan her şeyi okudum, özellikle “vatansızdı” kelimesine takıldı gözüm. O kadar çok şey anlatıyordu ki o kelime. Mustafa Cambaz vatanı uğruna şehit olmuştu, vatandaşlığı yoktu ama ondaki vatan anlayışı ve sevgisi, biraz gerilere gidildiğinde bizim bu topraklarda “vatan” denildiğinde hissettiğimizin tam karşılığıydı.
Vatan, sınırlarla çizilmiş bir yer olmadı bizim için. Kimlik kartlarımız, Türkiye sınır kapılarında askerlere gösterdiğimiz pasaportlarımız, hava limanlarında beraber kontrole durduğumuz sıra sıra “yabancı” insanlarla yüz yüze gelişimiz, “ben yabancı değilim ama bu ülkenin de vatandaşı değilim” ifadesini yüzümüze asarak dizildiğimiz o alanın bize neler hissettirdiğine dair bir şiir yazmıştım yıllar önce. Bazı şiir şölenlerinde de onu okudum. Mesela Türkiye Yazarlar Birliği ile Kırgızistan’da Türkçenin 10. Uluslararası Şiir Şöleni’ne Makedonya’yı temsilen katılmıştım. Orada bu şiiri okumamın nedeni, bütün yazar ve şairlere aslında vatanın dışında kalan kalemlerin de Türkiye ile dertlendiğini göstermekti. Şiirin son kısmı şöyleydi “Varsın sana uzaktan bakayım eyvallah, kimseler dokunmasın diye surların olayım, ah çeksen ben kahrına yanayım, yüz değil bin yıl geçse hasretine kanayım, varsın be vatan diye taşlara sarılayım, ben buna çoktan razıyım, yeter ki sende değil, ellerin toprağında yabancı kalayım…”
Şiir evrenseldir, ben Rumeli’yi anlatırım mesela ama başka bir ülkede benzer duygular yaşayan farklı insanlar olabilir. Bu şiiri okuduktan sonra Azerbaycan’dan bir şair geldi yanıma “Sen ne ettin iki közümden yaşlar döküldü” dedi, “Ben Karabağlıyam, vatanım evim oralarda kaldı, hep uzaktan bakabiliyorum” diye de ekledi. Biz Rumeli’de kalan Türklerinse en büyük derdi, Türkiye’ye gelince oradaki insanların bize “yabancı” demesiydi. Hemen sinirleniriz, “ne yabancısı ben Türküm” diye saldırıya geçeriz. “Ama Makedon’sunuz değil mi?” Önce sakin olmaya çalışır, sonra bir tarih öğretmeni gibi açıklamaya başlarız, sonra da “yahu siz kendi tarihinizi bilmiyor musunuz, okulda öğretmediler mi size” diye kızarız.
Kırgızistan’a girerken sınır kontrolünde sorun çıktı, ben de dâhil Kosova’dan bir de Bulgaristan’dan bir şair kaldık en son. Vize gerekiyormuş, bir evrak verdiler onu doldurduk. Hangi ülke, nerenin vatandaşı, milliyeti vs. Doldurup verdim görevliye, Makedonya vatandaşı, milleti Türk diye. Geri çevirdi görevli, Türk değil Makedon yazacaksın dedi. Yahu ben kendi ülkemde de azınlık haklarına sahibim bunun için ne savaşlar verdik biz, herkes milliyetini istediği gibi yazar sen beni iki dakikada Makedon yaptın diye çıkıştım. Yine de anlatamadım. Ama Mustafa Cambaz şehadetiyle bunu kanıtladı 15 Temmuz gecesi. Batı Trakya’da, Makedonya’da, Kosova’da, Bulgaristan’da belki hiçbir zaman Türk ordusunun o üniformasını giyememiş ama gerektiğinde Türkiye için savaşabilecek nice gençlerin duygularına tercüman oldu o gece Mustafa Abi.
2000’li yılların başında Nato’nun Kosova’daki Türk taburunu ziyaret etmiştik. Devir teslim töreni vardı, biz üniversiteden öğrenciler olarak oradan gelen davet üzerine Üsküp’ten Kosova’ya gittik. Prizren’deki kışlada bir gün konakladık. Tören bittikten sonra misafirhaneye gittik, ertesi gün de taburu gezdik, hatta asker yürüyüşü bile yaptık. Aramızdan bir arkadaş şöyle dedi, “Dokuz ay askerlik yaptım ama bir günlüğüne bile olsa Türk Ordusunun bayrağı altında askerlik yapmak için canımı verirdim”. İşte bu cümleyi 15 yıl sonra bana hatırlatan bir resimdi köprüde yerde duran üniformalar. İçim sızladı, bir günlüğüne de olsa o üniformayı hayatında hiç giyemeyen gençler vardı, bir de onun içine gizlenmiş hainler. Sonra nene hatunların cengâverliği, tanklara karşı direnen bir millet. Ordunun sadece küçük bir grubunun kalkışması olduğu haberi yüreğimize su serpti. Çok şükür Türk Ordusu milletini de yanına alarak bu kalkışmadan, ülkeyi kaosa sürükleyecek bu darbe girişiminden yüzü ak bir şekilde canımız, son kalemiz olan Türkiye’mizi kurtardı. Şehit Ömer Halisdemir de bunun kanıtıydı.
Hâlâ olayların etkisi altındayız, neler olup bittiğini çözmeye çalışıyoruz. İfadeler, yazarların analizleri, yurt dışında ve yurt içindeki medyanın paylaştığı haberler, itiraflar, yaşanan her şey hâlâ çok taze. Siz içerden ne olup bittiğini çözmeye çalışıyorsunuz, bizse dışarda olayların nasıl yansıdığına bakıyoruz. Görünen bir şey var, o da uzun zamandan beri bu kalkışmanın aslında yurt dışında bile önceden hazırlandığı. Bir ortam hazırlanmış apaçık belli. Bu kalkışma başarısız olunca bir anda FETÖ destekli bütün haber kaynakları karalama kampanyalarına başlayacaktı. Türkiye dışında yaşayanlar olarak bunu o kadar net görüyoruz ki. Fetullah Gülen’nin ismini belki de hiçbir zaman duymayan gazeteciler kim bu adam, bu yapı nedir, FETÖ nedir diye sorgulamadan, birbirinin kopyası yalan haberleri sunmaya başladılar. Bazı haber siteleri ve gazeteler ne hikmetse son yıllarda ara ara Fetullah Gülen ile ilgili röportajları yayınlamaya başlamışlardı. Paralel Yapı her ülkede yaptığını burada da yapmış, hem iktidar hem muhalefete yakın basın kaynaklarını uzun süre desteklemiş. Korkarım ki Balkanlar aslında ne olup bittiğini kavradığında iş işten çoktan geçmiş olacak. Şimdi Türkiye’nin çağrısına kör ve sağır gibi davrananlar, “siz bizim iç işlerimize karışamazsınız” diyen ülkeler acaba başlarına gelecek bir musibette yine Türkiye’den yardım isteyecekler mi? Yıllardır Türkiye ile yakın işbirliği içindeyken, bu nankörlüğü ne uğruna yapıyorlar acaba diye insanın içine şüpheler doğuyor.
Türkiye, vatandaşlarıyla, milletiyle, polisiyle, askeriyle, yargısıyla, kısacası her şeyiyle şu anda kendini yeniden inşa ediyor ve edecektir. Her ne kadar bu davada yalnız görünse de Mustafa Cambaz’lar birçok ülkede hâlâ yaşıyor. En son Çanakkale’de omuz omuza aynı bayrak altında Türkiye’yi düşmana karşı savunduk, oradaki şehitliğe bakıp şehirlerin isimlerini okursanız ne demek istediğimi anlarsınız. Türkiye bu konuda yalnız değil, Türkiye’ye destek mitingleri her ülkede olduğu gibi Makedonya’da da yapıldı. Mehteran marşlarıyla, bayraklarımızla meydandaydık ve yetkililere rahatsızlığımızı dile getirdik. İnanın sadece Türkler katılmadı, bu konudan rahatsız olan Arnavutlar, Boşnaklar, hatta Romenler de tarafını Türkiye’den yana seçti. Devamlı demokrasiden yana olduklarını ifade eden Avrupa ülkeleri aslında Balkanlardan daha demokratik değillermiş onu da gördük.