Kitabı ortasından bölen bir ayraç gibi, yıllarca okunmayı beklemiş yarım kalan hayatlar vardır. Bir gün gelir kitaba kaldığınız yerden devam edersiniz. Siz eski siz değilsinizdir ve kitap da biraz sararmıştır, biraz eskimiştir. Her ne hikmetse ikinci yarısını anlayamazsınız çünkü zaman unutturmuştur bazı şeyleri. Tekrar başlarsınız ama yine ortalarda bir yerde bir şey olur, yine o ayraç sıkışır sayfaların arasına, hep aynı yerde takılı kalırsınız.
Balkan ülkeleri, uzun yıllardan beri kendi dillerinden Türkçe kelimeleri ayıklama mücadelesi veriyor. Gelinen noktaya bakılırsa bu mücadele sadece bazı kişiler tarafından başlatılıp yine bir yerden sonra tıkanıyor. Öyle kelimeler var ki onlara hâlâ uygun karşılıklar bulamadılar. Yine aynı kitabı okumak zorundalar yani. Ya da birçok yiyecek ve içecekten vazgeçmek zorundalar. Bu sorun çoğu zaman espri konusu oluyor. Buralarda herkesin bildiği şöyle bir fıkra var:
– Türkçe kelimeler hâlâ var mı dilinizde? (Dali seuşte imate Turcizmi)
– Ma, yok. (Hayır, yok)
Cevaptaki “yok”, Türkçenin bu topraklarda hâlâ canlı olduğunu gösteriyor. Bunu kompleks yapanlar ise tuhaf tuhaf kelimeler türetiyorlar ama yine de asli karşılığına uygun kelimeler bulmakta zorlanıyorlar. Nitekim bilinçsiz de olsa birçok kelime öyle bir yerleşmiş ki halkın diline, her ne kadar Hint-Avrupa dil ailesinden gelen bir dil olsa da içinde binlerce Türkçe (yahut kökeni Arapça olan) ama ortak kullandığımız kelime çıkıyor karşımıza. İster Makedon dilinde, ister Arnavutçada, Boşnakçada, Sırpçada, Hırvatçada bütün bu coğrafyada halen kullanılan binlerce Türkçe kelime var. Ama Türkçe konuşmuyoruz diyorlar ve öğrenmek için kurslara gidiyorlar.
Bence bu topraklara has özel bir sözlük ve özel Türkçe kitaplar çıkarılmalı. Mesela ortak kullandığımız Türkçe kelimeler yer almalı, önce onlardan kısa kısa kompozisyonlar yazdırılmalı, bilinen kelimelerden yola çıkıldığında herkes Türkçe konuştuğunun farkına varacaktır. Yahya Kemal’in de dediği gibi “Türkçenin çekilmediği yerler vatandır”. İşte o zaman bütün bu gönül coğrafyası dediğimiz ülkeler de gerçek anlamda vatanımız olacaktır.
Şimdi ilk aklıma gelen ortak kelimelerden bir cümle kursam, beni bu ülkedeki herkes anlayacaktır. Haydi öyle bir deney yapayım ben de, bu paragrafı Balkan ülkelerinde yaşayan herkes anlasın:
“Sabah, yastığımı, yorganımı çarşafımı hepsini kaldırdım, pencereye yanaşarak sokağa baktım, caddeden esnaf çarşıya doğru gidiyordu, dükkânları açacak ve ilk siftahlarını yapacaklardı, kâr edeceklerdi belki, keyifli keyifli geziyorlardı. Odadan çıktım, bakır cezvemi aldım, kendime bir kahve pişirdim, içine biraz şeker kattım. Bir yandan çaydanlığa çay demledim, komşu kapımı çaldı onu da kahveye davet ettim. Çiftlikten bana özel pekmez, ayran, yoğurt getirmişti.”
İşte bu paragraf, Balkan ülkelerinde kullandığımız ortak kelimelerle örülü. Hatta şu anda Türkçe bilmeyen arkadaşıma “acaba beni anlayacak mı” diye yukarıda yazdıklarımı olduğu gibi okudum. O, başta bilmem demişti, cümleyi okuduktan sonra gülmeye başladı. Anladın mı beni diye sorduğumda cevabı evet oldu. Sonra beraber kebap yemeye gittik.
Günlük hayatta ortak kullandığımız o kadar çok kelime var ki, burada hepsini saymak çok zor. Yukarıda yazdıklarım dışında neler var neler: Tepsi, çorap, tava, bahçe, kaldırım, pabuç, börek, bakır, altın, zeytin, barut, boza, inat, boya, budala, saat, zanaat, pamuk, kaçamak, kutu, kule, kale, çeşme, cep, torba, çelik, sabun, merak, balkan, pazar, sarma, dolma, düşman, surat, cehennem, lezzet, bekar, köfte, kör, tulumba, fincan, bahşiş, baklava, çorba… Aklıma ilk anda gelen kelimeler bunlar. En azından Türkiye’den bu ülkeleri gezmeye gelenler aç kalmaz ve kaybolmaz diyebiliriz. Ha, bir de “Trileçe tatlısı” var, bu da Türkçenin Balkan diliyle imtihanı. Baklavanın yerini alamazsa da bu toprakların Türkiye’ye armağanı olsun. Onca Türkçe kelimeden sonra bu kadarı da olsun yani.
Geçenlerde Kosova’dan Üsküp’e gelen Türk şair arkadaşlarımızla birlikte Makedonya’nın İştip kentine gittik. Bir zamanlar yoğun olarak Türklerin yaşadığı, Köprülü yakınlarında bir şehir. Her şehirde olduğu gibi buranın da etrafı köylerle sarılı. Yoldan geçerken bu köylerin isimleri dikkatimi çekti. Kullanılan Türkçe kelimeler dışında dikkatlice okursanız toponimilerde bile Türkçenin izine rastlayabilir, Cumalı (Cumayliya), Hacı Hamzalı (Haci Hamzaliya), Sofular (Sofilari) Karaorman gibi Türkçe kelimelerden türemiş köy isimleri görebilirsiniz.
İştip-Radoviş yöresi arasındaki birçok köyde bugün bile Yörük Türkler yaşıyor, yaşadıkları köylerin isimleri içimizi ısıtıyor. Bu şirin köylerde bugün bile yaşayan Yörükler için farklı bir yazı yazmam gerek, ama toponimiler söz konusu olduğu için bu köylerin isimlerini anmadan geçemeyeceğim. İştip yöresinin dağlık bölgelerinde yaşayan kardeşlerimizin köylerinin isimleri: Alikoç, Pırnalı, Kocaali, Süpürge ve Kılavuzlu. Kendileri gibi, yaşadıkları köylerin isimleri de Türk. O kadar çok ki bu isimler, haklarında sayfalarca yazılabilir. Ben sadece birkaç örnek verdim.
Yoğun olarak Makedonların yaşadığı şehir ve köy isimleri bile hâlâ Türkçe Makedonya’da. Mesela Yunanistan sınırına yakın Gevgeliya şehri, aslında “Gölgeli“ olduğu söylenir, o bölgede çok eski ve uzun ağaçlar olduğunu göze alırsak gölgelik bir yer olduğu için bu şehrin de isminin Gölgeli’den Gevgeli’ye türediği söylenebilir. Hatta bir efsaneye göre bir zamanlar Türk bir dervişin yolu buradan geçiyormuş, birkaç gün dinlenmek istemiş, ancak bu yöreyi çok beğendiği için daha uzun bir süre kalmış. Kendisini yöre halkına da sevdirmeyi başarmış, tekrar yoluna devam etmek istediği zaman, o yörenin halkı da kendisini “Gel Geri” olarak selamlamış ve Gel-Geri bugünün “Gevgeli”si olarak kalmış.
Bunca Türkçe kelimeden sonra Balkanlar’la ilgili kitap okumak veya yazı yazmak, bilemedin araştırmak için ya içinde olman, “Ayraç” olman ya da o kitabı hakkıyla okuman lazım, öyle gezdim gördüm yazmakla olmuyor. Geri istediğimiz o kadar çok şey var ki bize yalnızca “Gel geri geri” demek düşüyor.