Nerdeyse 25 yıl önceydi, herkeste bir heyecan, uydu antenlerin yeni yeni takılmaya başlandığı dönem. Uzaktan bakınca evlere, binalara tek-tük beyaz çanak antenler takılmış çatılara veya pencere kenarlarına, anlıyorsun ki o evde bir Türk yaşıyor. Yavaş yavaş çoğalıyor bu antenler sonra, evde herkes Türkiye’yi izlemeye başlıyor. Doksanlarda doğan çocuklarla seksenlerde doğan çocuklar arasında büyük bir fark oluşmaya başlıyor, yeni dönemin çocukları Türkçe çizgi film izliyor, Türkiye Türkçesini daha iyi konuşuyor. Bizler, yani seksenler ve öncesinde doğanlar çocukluğunda Makedon dilinde çizgi filmler izleyerek büyüdük. O zaman da zaten belli saatlerde çizgi film izlenirdi, şimdiki gibi tüm gün çocuklar için yayın yapan kanallar yoktu. Arada sırada Türkiye’ye gelince akrabalarımızın evlerinde Türkçe çizgi film izlemek apayrı bir keyif verse de geçiciydi, zamanı gelince yine dönüyorduk sınırları geçerek kendi şehrimize. Makedonya’da ise en büyük eğlencemiz tüm gün evin önünde, mahallede, okulun bahçesinde oynadığımız oyunlardı. Birkaç dil öğrenebilmemiz için çok iyi bir avantajdı bu oyunlar.
Öyle veya böyle bizler, yani Makedonya’daki Türkler 25 yıldır Türkiye’yi izliyoruz. Özel televizyon kanalları yeni yeni çiçek açmaya başlamıştı o dönem, pembe diziler modaydı. Birkaç yıl sonra, özel kanalların açılmasıyla Makedonya’da da İspanyol dizileri tüm hızıyla çoğalmış, millet nerdeyse İspanyolca konuşmayı öğrenmeye başlamıştı (O dönem dublaj yoktu, altyazılıydı tüm yabancı film veya diziler). Biz Türkler, evin başköşesine kurulmuş televizyonlardan hep Türkiye’yi izledik. Siz ne izlediyseniz biz de onu izledik, kendimizce bir yol bulmuştuk, Türkiye’de yaşamıyor ama Türkiye’yi yaşatıyorduk dört duvarın arasında.
Anlayacağınız, biz sizi hep izledik, sizi çok iyi tanıyor olmamız bundan; kopamadık, bir yolunu bulduk, bir pencere açtık hep size doğru. Seven sevdiğine uzaktan nasıl bakarsa öyle baktık, fark ettiniz mi? Üsküp (1392), İstanbul’un (1453) ağabeyi, son yüzyılda onu hep uzaktan izledi ki onun fethine şahitlik etmişti. Epey zaman aldı değil mi fark etmeniz? Tam da her şeyin farkına varmaya başladığınızda gözlerinizi bağlamaya çalışıyorlar, biz de bunun farkındayız.
Konu o acı döneme gitmeden günümüze geleyim en iyisi. Makedonya’da bir dönem İspanyol dizileri modaydı diyordum, köylülerin ahırlarının yandığı ama dizi izlemekten o yangının farkına varamadıkları dönemden. Ne çok espri konusu olmuştu o diziler. 2010 yılında Makedonya bir güne yeni bir Türk dizsiyle uyandı. Reyting rekorları kırmaya başladı bu dizi. Tuttu. Gerisi de geldi; artık Türk dizilerini satın alan alana, her kanal birbiriyle yarışıyordu. Makedonya, kendi dizlerini üretmek veya sinema sektörüne yeni bir şeyler kazandırmak için yeterli ekonomik güce sahip değil, Balkanlar’daki televizyon kanalları kendi dizilerini yapmak için harcayacakları paralardan çok daha az miktarlara Türk dizilerini satın alma yoluna gittiler. Türk dizilerinin yüksek reytingi sayesinde de bu ithalatı kârlı bir hale dönüştürdüler denebilir.
Bazı kanallar altyazılı tercüme kullanırken bazıları ise dublajlı yayın yapmakta. Altyazılı olunca, tercümeyi nasıl yapmışlar diye göz gezdiriyorum bazen. Her iki dili bilene işkence oluyor, kulağın Türkçe, gözün Makedonca tercümesine takılıyor. Hele dublaj olunca, Türk oyuncuların Makedonca konuştuğunu görmek nedensiz gülme krizine yol açıyor. Bizler en iyisi uydu antenlerden izlemeye devam edelim diyoruz. Zaten Türkler izlesin diye satın almamışlar yayın haklarını. İtiraf etmeliyim, Makedonyalı Türkler olarak bazen sırf inadına “falanca oyuncu ölecek, dizinin sonu şöyle bitecek” diyerek komşu ve arkadaşlarımızın tüm heyecanlarını yerle bir ettiğimiz oluyor! En yerlisinden izlemenin verdiği avantaj! Bu, işin latifesi elbette ama dublaj olmasına birçok açıdan karşıyım şahsen. Birincisi, oyuncuların ağzına yakışmıyor; ikincisi, bırakın Türkçe konuşsunlar diyesim var. Doğru ya bu milletler maazallah tekrardan Türkçeyi öğrenirlerse ne olur? Bunun bir de siyasi boyutu var. Hatta bir ara Türk dizileri yayınlanmasın, yasaklansın diyenler de oldu ama millet seviyor. Neden mi? Ortak kültür var, ortak değerler var, büyüklere saygılı, küçüklere merhametli, davranışların mesaj içerikli olduğu, çoğu zaman da aileyi hayatın merkezine alan konular oluyor. Sevilir sevilmez, tartışılır. Ama Balkanlar Türk dizileri sayesinde bazı önyargılarını kırmış oldu Türkiye’ye karşı. Taksiyle bir yere gidiyorsun mesela, telefonda Türkçe konuştuğunu duyan şoför, hemen sana falanca dizinin sonunu soruyor. Buna benzer muhabbetler toplumda yeniden komşuluğun, iletişimin önyargılardan uzak biçimde yeniden kurulmasına ön ayak oluyor. Anlayacağınız, siyasetin yapamadığını kültür-sanat yapabiliyormuş, bunu gördük buralarda.
Şimdi, buralardan bir isteğimiz var, mademki Balkanlar’da Türk dizileri epeydir izleniyor, buradaki kültürü ele alan, Osmanlı’nın bu topraklarda hüküm sürdüğü dönem dizileri yapılmasını istiyoruz. Tarihimizi yıllardır çarpıtarak okutanların evlerine böyle bir velinimetle neden girilmesin? Mesela TRT’de yayınlanan Diriliş dizisi olsun, Filinta olsun buralarda acaba tutar mı diye düşünmüştüm, birkaç Arnavutça yayın yapan kanalda yayınlanıyor ve şu anda en çok izlenen diziler arasında. “Bize bunlarla gelin” derler ya, gerçekten evlerimizin başköşesinde yeriniz var, hem de dev ekran!
Son Destan diye yeni bir dizi yayına başladı, o da TRT yapımı, ilk 35 dakikası biz Üsküplüleri bir hayli heyecanlandırdı, sonra konusu biraz değişti; Üsküp’ü terk eden bir ailenin hikâyesini anlatıyor ama sanki biraz kolay terk ettiler gibi. Tabi diğer bölümleri de sabırsızlıkla bekleyeceğiz. Bu bir örnek olabilir, biraz daha gayret edilse, sınırların dışına çıkılsa keşke, çok zor değil bu. Bu topraklarda tiyatro eğitimi görmüş, hatta Türkiye’de birçok dizide yer almış arkadaşlarımız var, kardeşlerimiz var. Elveda Rumeli dizisi tadında yeni bir şeyleri hâlâ bekliyoruz. Üsküp’ü, Rumeli’yi, Balkanlar’ı anacaksanız da yarım saate sıkıştırmayın, bizim yarım asırlık bir geçmişimiz var, öyle dakikalara sığdıramazsınız. Sadece Balkanlar için geçerli değil bu, Türk dünyasından ne hikâyeler çıkar. Bu hem Türkiye’de yaşayanların bizleri tanımasına, hem de bu topraklarda yaşayan tüm milletlerin aslında kendilerini gerçek anlamda tanımalarına, hatta bu topraklardan Türkiye’ye göç edenlerin yaralarını sarmalarına yardımcı olacaktır. Bu topraklardan binlerce hikâye çıkar, bizi yarım saatlik kadrajların içine sıkıştırmayın lütfen.