Süleymaniye’den Üsküp’e uzanan ezanlar

Doğayı her seferinde yeniden keşfetmeye çalışmak insana özgü bir davranış mıdır bilmiyorum. Ancak her keşiften sonra onu değiştirmeye çalışmak hiç de insani değil. Ağacın gölgesi altında oturmuş doğanın sesini dinlemeye çalışırken bulursun kendini. Masanı ağaç yapraklarının gölgesi süsler, kurşuni gölgeler ve yaprak hışırtıları masanda birleşirken, güneş ışınları bir yaprağı gözüne kestirip yeşil bir gölgeyi yansıtır. Yaprağın altında küçük bir tırtılın gölgesi kocaman olur. Onu kemiren ses kulağına yansır, rüzgârın yapraklarla oyunu farklı bir ahenk katar bu sese. İçini bir huşu kaplar, her sesi duymaya başlarsın. Avcı avına siper almıştır, nefesini duyarsın. Parmağı tetiktedir, duyarsın. Bir ceylanın korku dolu bakışları ile çakışırsın. İki geyiğin boynuzları birbirine karışmıştır, tavşan tüm hızıyla koşmaya başlar, tırtıl yaprağı kemirmeye devam eder. O kurşuni gölgelerin arasında yeşil bir gölgeyi yeniden keşfedersin, “gölgelerin de rengi varmış” diye çığlık atarsın. Silah patlar, tırtıl düşer, ceylan yaralanır, geyikler ayrılır, tavşan tilkiye yakalanır. Neymiş, gölgelerin de rengi varmış. Olmayan bir şeyi var gibi göstermek uğruna bütün doğanın doğallığını bozarsın.

Üsküp’te bir bayram sabahı heyecanını hiçbir gölge bozamaz. Ancak Süleymaniye’de okunan ezanı rüzgâr her seferinde bu şehre ulaştırır. Aynı doğanın bir parçasıymış gibi bütün coğrafyaya bu ses yayılır. Herhangi bir avcı bu ahengi bozmaya çalışsa bilmez ki biz daha da çok birbirimize sarılırız; bilmez ki biz daha da şahlanırız. Omuz olur, saflarımızı daha da birleştiririz. Ne zaman ki bir umutsuzluğa kapılsam, Yahya Kemal’in muhteşem şiiri Süleymaniye’de Bayram Sabahı Hızır gibi yetişir imdadıma.

Ulu mâbed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum;
Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi,
Senelerden beri rüyâda görüp özlediğim
Cedlerin mağfiret iklîmine girmiş gibiyim.

Sabah ezanıyla birlikte yaşlı çocuk demeden, tertemiz elbiselerin üzerlerine, dantelden örülü beyaz takkeler başlarda yerini alır. Camilere sığamayan cemaat bahçeye, güllerin yanına seccadesini serer. Gül kokusuyla toprağa değen alınlar yüz yıldır bu toprakların yeşermesini sağladılar. Üsküp’ü Üsküp yapan, Kalkandelen’e yaslanan, Gostivar’da birleşen, Ohri Gölünün suyuyla canlanan, Çalıklı’nın gelincik diyarından allanan o tertemiz alınlar bu hafta da secdeye varıp “Allahlım sen Türkiye’mizi koru” diye dua edecekler.

Dili bir, gönlü bir, îmânî bir insan yığını
Görüyor varlığının bir yere toplandığını;
Büyük Allah`ı anarken bir ağızdan herkes
Nice bin dalgalı Tekbîr oluyor tek bir ses;
Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi,
Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!

Dua yükselirken her yerden, buna karşı durabilecek bir güç var mı? İstanbul göründüğü kadar mı? Bütün bu coğrafyanın ruhu İstanbul diye gölgesini yansıtır toprağa. İşte yeni bir keşif size: “Şehirleşen gölgeler de varmış”.

Ve bayram namazı, dimdik, omuz omuza, herkesin saflarını birleştirdiği ve minberlerden kurulan cümlelerden herkesin safını belli ettiği o yer. Güneş hiçbir zerreye izin vermeyecek bu sabah, Üsküp bu sabah Müslümanıyla gayrimüslimiyle günü bir bayram gibi kutlayacak. Hani bir dönem çalışmak zorundaydık ya bayramlarda, çok şükür birkaç yıldır resmi tatil olarak bayrama yakışacak bir havada bayram ediyoruz. Eda edilen namazlardan sonra herkes evinin yolunu tutarken her evde bayramlaşma sevinci yaşanıyor. Geceden hazırlanan elbiseler çocukların heyecanını gizleyemez, kim bilir kaç çocuk heyecandan uyuyamadı, kim bilir kaç anne evladına kavuşmayı bekledi bu sabah.

Bizim topraklarımızda bayram günleri kapılar asla kapanmaz. Tatil planları söz konusu bile olmaz. Bir eve kilit vurup tatile çıkmak en büyük ayıptır, zaten böyle bir şey de hiç yaşanmamıştır. Ne kadar akraba varsa bugün hepsiyle bayramlaşma günüdür. Çocukların mahallelerde bütün evleri gezip şeker veya harçlıkla ödüllendiği gündür. Sokaklarda el ele tutuşmuş bir grup çocuğun babasının, amcasının elinden tutup yeni ayakkabılarla uçuşarak yürüdüğü gündür. Üsküp’te bayram bu gündür.

Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?
Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor:
Kosova`dan, Niğbolu’dan, Varna’dan, İstanbul’dan
Anıyor her biri bir vak’ayı heybetle bu an;
Belgrad’dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar’dan mı?
Son hudutlarda yücelmiş sıra dağlardan mı?

“Bayram kuşlugi” dediğimiz yemeği sabahın erken saatlerinde yemek biraz ağır olsa da kimi aileler kahvaltılıkla kimi aileler yahnisi, sarması, kaymaçinası ile karşılar bu sabahı. Bayanlar evi kapatıp çıkmaz dışarıya, gelen akrabalara misafirlere baklavasıydı, çayıydı ikramlarından sunar. Akşam olunca anneanneler, babaanneler bayram eder; ailece gidilen bu ziyaret akşama bırakılır. Gayrimüslim komşularımız bile baklava var diye sevinir bayrama. Paskalyada ikram ettikleri renklerle süslenmiş yumurtaların karşılığını baklavayla veririz.

Bu coğrafyanın adalet ve hoşgörü geleneği Osmanlı döneminden kalmadır elbette, bunun doğasını bozmaya çalışanlar gölgelerden, ağaçlardan yeni bir şey keşfetmeye çalışırken bizi daha da çok bağladıklarının farkındalar mı bilmiyorum. Bizi bağlayan dualar yeni değil çünkü, bilmiyorlar ki nerede olursa olsun bir yerlerde bu ruh aynı secdeye kapanarak dua ediyor. Vardar nehrinde yüzen Evlad-ı Fatihan’ın umut ve duaları Ege denizine karışıp Anadolu’ya ulaşıyor. Anadolu’dan bize gelen duaları ise o topraklardan yüzyıllar önce Rumeli’ye gelmiş yiğitlerin yaptırdığı camilerin minarelerindeki ezan seslerinden işitiyoruz bugün. Bu ezanlar ki bizi namaza çağırırken tarihin ve bugünün yankılarını da bize haykırıyor.

Ulu mâbedde karıştım vatanın birliğine.
Çok şükür Allaha, gördüm, bu saatlerde yine
Yaşayanlarla beraber bulunan ervâhı.
Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.

Benzer konular