Herkese oluyor mudur bilmiyorum ama bana çok kere oldu. Bunun bilimsel bir açıklaması var mıdır onu da bilmiyorum; açıkçası her şeyin bilimsel yönünün olmasını da beklemem. Bilimin üstünde de bir şeyler vardır. Tıp da bile hiçbir şey kesin değildir; açıklanan her sonuç yüzde doksan dokuz olarak söylenir. Bana olan da mutlaka herkese olmuştur, çünkü bunu çevremde de duyduğum oluyor. Adına telepati diyorlar bazen, ama bu başka bir şey sanırım. Adını merak ettiğimden değil aslında, adı her neyse o olayın, güzel geliyor insana. Başta tuhaf bir şaşkınlık veriyor, sonra da “kadere bak” diyor, gerisini tartışmıyoruz. Kader ağlarını örmeden önce usulca kulağına deyiveriyor sanki geleceği.
Fazla merakta bırakmamak için konuyu baştan anlatayım en iyisi.
Hafta sonuydu, eski bir çantamı buldum ve o çanta bana bir olayı hatırlattı. Yıllar önceydi, İstanbul Esenler Otogarında otobüsün bagajına bavullarımızı diziyorduk. Benim sırtımda da bir sırt çantası vardı. Elimde de bir çanta, çantanın içinde bir cüzdan, cüzdanın içinde ise birkaç eski fotoğraf, para filan yoktu. Annem ve abim vardı yanımda, ben de on yedi yaşındaydım sanırım. İstanbul misafirliğimiz bitmiş, Üsküp’e dönüyoruz. Elimdeki çanta fazlalık gibi geldi bir anda, otogar da o kadar kalabalıktı ki bir yerde unutmayayım diye son kez cüzdanıma bakıp elimdeki çantayı sırt çantama yerleştirdim, sıkıca da kapattım. Birkaç dakika daha vardı otobüsün kalkmasına, ben de sırt çantamı yerleştirmek için son kez numarama bakıp otobüse bindim. Yerimi buldum, çantamı sandalyeye bıraktım. Arkamda biri vardı, hemen yan koltuğa oturdu. Göz göze geldik, nedense bana hiç Üsküp yolcusu gibi görünmedi, şüphelendim ve otobüsten çıktım. Göndermeye gelen akrabalarla vedalaştık ve hepimiz yerimizi aldık. Tekrar yerime oturduğumda sırt çantamın açık olduğunu fark ettim, içine yerleştirdiğim çanta da yoktu. Panikledim, “hırsız var” diye bağırdım. Birkaç koltuk ilerde çantamı buldum ama cüzdan içinde değildi. Herkes panikledi, cüzdan çalınmış sonuçta. Hırsız büyük ihtimal o çantayı itinayla gizlediğimi görmüş, mutlaka içinde çok değerli şeyler vardır diye düşünmüş.
Oysa o cüzdan bomboştu, sadece birkaç eski fotoğraf vardı. Annemin gençlik fotoğrafı, abimin askerlik fotoğrafı, babam ve ilkokul arkadaşlarımdan birkaçının vesikalık fotoğrafı vardı. Bir de Bosna Savaşından kaçıp Üsküp’e sığınan, bir yıl kadar Üsküp’te kaldıktan sonra İsveç’e giden bir arkadaşımın fotoğrafı vardı. En çok ona üzüldüm, çünkü onu bir kez daha göremeyecektim. Fotoğrafın arkasında adı ve soyadı yazıyordu. Anneme dönüp, “Sanela’nın fotoğrafı da gitti” dedim. Sanela’nın yüzü de soyadı da hafızamdan çalındı sanki. Aklımda kalan tek şey, sesi, adı ve mavi gözleriydi.
1992 yılında tanıştık onunla, bizim mahalleye yeni bir aile gelmişti. Anne, kızı Sanela ve iki de erkek oğlu. Biz oyunlar oynarken Sanela bize uzaktan bakıyordu. Yavaş yavaş onun etrafını sardık. Makedon dili Bosna diline benzer ama yine de aralarında çok fark vardır. Biz onunla Makedonca konuşuyorduk, o da kendi dilinde cevap veriyordu, çok da iyi anlaşıyorduk. Hatta onun sayesinde Boşnakçayı da öğrenmeye başlamıştık.
Okulların kapanmasına az kalmıştı, bütün bir yazı onunla türlü türlü oyunlar oynayarak geçirdik. O dönemde Bosna bizim kanayan yaramızdı. Her yerde savaştan kaçan aileler vardı, çoğu kadın ve çocuktu. Biz hiçbir zaman ona savaşı hatırlatmadık, babası nerede diye sormadık, üzülmesini istemiyorduk. Okulun son günü, onu da okula götürdük. Müzik açıp yaz tatilini kutluyorduk, o da bizimle beraber sınıfta eğlendi. Ara sıra pastaneye de beraber gittiğimiz oluyordu. Okul bitmiş, bizim mahalle bütün gün çocuk cıvıltılarıyla dolmuştu. Tiyatro binasının yanında kocaman bir park vardı. Erkek çocuklar futbol oynuyor, biz de etraftan tezahürat ediyorduk. Susayanlar bizim evin kapısından girip avludaki çeşmeden su içiyordu. O kapının sesi her zaman çocukluğumu hatırlatır bana. Akşam ezanında evimize gidiyor, akşam haberlerini izlerken Sanela’yı düşünüyorduk. Her haberin konusu Bosna’daki savaştı.
Geçen günlerde, işte o eski çantamı andıran bir çanta geçti elime, çalınan cüzdanımız ve fotoğrafları hatırladım. Tam 25 yıl sonra, o çanta bana Sanela’yı tekrar hatırlattı. Acaba nerededir diye düşündüm bir ara, sonra da keşke soyadını bilseydim, en azından sosyal paylaşım sitelerinde bir arama yapar onu tanıyan birini bulursam bir selam yollardım. Tabii bizi hatırlarsa o da, belki de unutmuştur çoktan dedim.
İki gün sonra, ailece bir nişana davetliydik. Nişanlanan kız, benim çocukluk arkadaşlarımın akrabasıydı. Salona girer girmez, bizi karşılayan arkadaşım yanıma yanaşıp “Bil bakalım kimi buldum” dedi. Hayırdır dedim, “Sanela” dedi. Çok şaşırdım, çünkü iki gün önce nasıl olduysa bütün yoğunluğuma rağmen onu hatırlamıştım. Onu hatırladığım gün onun doğum günüymüş, arkadaşım da o gün fotoğrafını bulup arkasında soyadını görünce bir arama yapmış ve ona benzeyen birini bulduğunda çocukluk fotoğrafını mesaj olarak gönderip “Bu sen misin?” diye sorumuş. Velhasıl, o Sanela bizim arkadaşımız çıkmış. Bizi hiç unutmamış, çocukluğuna dair hatırladığı tek şey Üsküp’müş.
Eve gitmeyi bekleyemedim, hemen telefonumdan internete bağlanıp onu buldum, hâlihazırda hepimiz nişan merasimindeyken fotoğrafımızı çekip ona yolladım. Konuşmaya başladık, hatırladığı her anıdan bahsetti, kim bilir kaç kez “25 yıl sonra” deyip durdu. Ama beni en çok etkileyen şu sözü oldu: “Çocukluğuma dair hatırladıklarım sadece sizsiniz, ne savaşı hatırlıyorum ne o acıları, her fırsatta Üsküp’e gitsem mi acaba diye dedim, ama belki onlar da Üsküp’ten çoktan uzaklaşmışlardır diye düşündüm”.
Onunla tekrar konuşmak, çocukluğumdan bir gün çalıp onu yeniden yaşamak gibi bir şeydi. Çalınan bir çantada geri geldi sanki bütün anılar, yine her şey yerli yerine döndü. Yüzü, sesi, soyadı, hikâyesi, yüreği… Her şey bir zaman makinesinden çıkmış gibi, dondurulmuş anılarımın içine yerleşerek buğulu görüntüyü netleştirdi. Konuşmamız esnasında heyecanlanarak “25 yıl sonra tekrar buluşan arkadaşlar diye gazetelerde yazılmalı” dedi. Gülümsedim, “Dert etme, onu bizzat yazacağım” dedim. Hayatlarımız hakkında konuşmadık hiç, çocuk oyunlarından konuştuk, geçmişten ve o mahalleden bahsettik, ailesinden konuştu, hepsi iyilermiş, babasına kavuşmuş, savaştan sağ olarak kurtulmuş, en çok da ona sevindik. Geriye yalnız bir tek şey kaldı, buluşup kahve içmek. Onca yıl sonra bu en kolayı olacak, önemli olan anılarımızı geri alabilmekti. Kader ona bir doğum günü hediyesi olarak Üsküp’ü hediye etti tekrar.
Bazen böyle şeyler de oluyormuş hayatta; mahallenizde, şehirlerinizde savaştan kaçan çocuklar varsa (ki Suriye’den gelen yüz binlercesi var), onlara savaşı hatırlatmayın, onların çocukluğu olun, çünkü onlar savaştan kaçarken yaşadıkları yerde çocukluklarını da unutuyorlarmış. Gün geliyor, ummadığınız anda karşınıza çıkarıyormuş kader onları. Biz şanslıyız, çünkü hepimiz çocuktuk, belki dilimizden anlamıyorlardı, belki de başka bir kültürde yetişmişlerdi ama biz onlara savaşı hatırlatmadık, bizzat onların çocuklukları olduk.