Kontrol altına alamadığı her şey Avrupa’yı sinir eder. Balkanlar, daha Yugoslavya parçalandığı dönemden beri kontrol altında. İstediğimiz kadar “özgürüz, bağımsızız” naraları atsak da bu bir ütopya artık bizim için. Bizler de bunun farkındayız aslında, bilmiyor, anlamıyor gibi yapıyoruz. Üzerimizde oynanan bütün oyunların farkındayız. Ama elimizden bir şey gelmiyor, çünkü “bağımsız bir ülkesiniz, bayrağınız şu, şu kadar metre karelik toprak sizin, şu seçimlerde şunlar kazanacak, siz sadece onaylayacaksınız bizim kararlarımızı” diyen bir üst aklımız var bizim de.
Bizim üzerimizden pazarlık bile yaptıkları oluyor inanın. Üzerimizde gezen bulutlardan anlayabiliyoruz bu pazarlıkları; Rusya ile Amerika anlaşamadığı zaman bizde kriz oluyor, Avrupa burnunu sokmaya çalıştığı zaman bizde kriz oluyor. Bosna, Kosova, Karadağ, Makedonya, Sırbistan vs. hepimizle ayrı ayrı ilgilenenler var. Osmanlı’dan sonra öyle dağıldık ki bizi hiçbir güç “bir” tutamıyor artık. En son Tito’nun rüyası vardı, o da zaten kırk yıl sürdü.
Evet, “parçala ve yönet” sisteminden bahsediyorum farkındaysanız. Balkanlar bunu görmek için en iyi örnek. Avrupa’nın “Türkiye sinirini” gayet anlaşılır. Kontrol edemiyorlar, yarattıkları sinir krizleri hep bundan kaynaklanıyor. “Avrupa’ya rezil olduk, ilişkilerimiz bozuldu” korkusuna kapılanları görüyorum Türkiye’de. Dışarıdan bakmak çok farklı bir şey. Rezil olduğunuz filan yok, size gıpta eden o kadar çok ülke var ki. “Ah keşke biz de Türkiye’nin yapabildiğini yapabilseydik” diyen o kadar çok ülke var ki. Açık açık diyemiyorlar bunu, bahsettiğim iplerin kopmasından ve felakete sürüklenmekten korkuyorlar. Biz sizin kadar güçlü değiliz çünkü, sizin kadar özgür değiliz. Özgürlük böyle bir şey, Avrupalılardan da özgür olmak böyle bir şey. Onların istedikleri ülkeye gidip istedikleri kampanyaya katılmaları normal ama siz onların ülkesine gidemezsiniz. Böylece onları da kendi silahıyla vurursunuz. Demokrasine ne oldu Avrupa? İşine gelmedi demek ki. Pazarladıkları özgürlükle gerçek özgürlük arasında dağlar kadar fark var. Bazı insanlar sadece onların pazarladığı özgürlüğü görüyor. Hiç Avrupai olamadınız gitti, vah vah. Çünkü siz özgür olmak istiyorsunuz, bu da onların işine gelmiyor.
Geçen hafta vuku bulan Hollanda olayından sonra Türkiye’deki referanduma ve kampanya sürecine farklı gözle bakmaya başladım ben de. Ondan önce abartılı bir telaş yapıldığını zannediyordum, zaten “evet” çıkacak, herkes bundan emin, o kadar çok kampanyaya ne gerek var diye düşünüyordum. Millet her şeyin farkındaydı, özellikle 15 Temmuz gecesinden sonra halk vatanına o kadar çok kenetlendi ki. Milleti arkasında olan bir Türkiye’ye kim engel olabilir?
Bunu Türkiye’yi canından çok seven ama Türkiye vatandaşı bile olmayan biri olarak yazıyorum. Türkiye’ye gözü gibi bakan, ona bir laf söyleyenin boğazına sarılma cesareti olan biri olarak yazıyorum. Bizim oy kullanma hakkımız bile yok, Türkiye’nin bizden ne çıkarı olur. Böyle düşünenler zaten yıllardır bize sırtını çevirdi. Ama durum değişti, Türkiye her fırsatta bize nasıl bir vatan olduğunu, çıkarsız sevdanın ne olduğunu gösterdi bize. Bu yüzden biz oy kullanamazsak da dualarımızı yüreğimizin en derininden vatana yolladık hep. Büyüklerimiz gizli dua etmeyi öğretti bize. Duamızdan da korkanlar çıkar şimdi. Ama bir Rumeli Türküsü ne de güzel özetliyor her şeyi: “Bir fırtına tuttu bizi, deryaya kardı / O bizim kavuşmalarımız yârim, mahşere kaldı”. Biz birçok şeyi mahşere bırakıp kalmışız bu topraklarda, çünkü sözü geçen yâri vatan bilmişiz.
Türkiye gibi bir ülke olup da tedbiri elden bırakmamak gerekiyor. Hollanda’da yaşanan krizden sonra Avusturya Dışişleri Bakanı Kurtz ilginç bir açıklama yaptı, “Cumhurbaşkanı Erdoğan referandum için gelmesin” dedi. Neymiş, entegrasyon sürecine olumsuz etkiler yapıyormuş. Seçim Türkiyelilerin seçimi, hak onların hakkı. Aynı Bakan birkaç ay önce Makedonya’ya gelerek Makedonya’nın iktidardaki partisiyle mitinglerde boy göstermişti oysa. Seçim Avusturyalıların seçimi değildi ama biz onlardan daha demokratmışız demek ki. Kapımız herkese açık ne de olsa.
Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun uçağının inişini engelleyen, Aile Bakanı Kaya’nın elçiliğe girmesine izin vermeyen Hollanda, bize yeniden Srebrenitsa’yı ve Hollandalı Albay Karemans’ın sözlerini hatırlattı: “Yaşamlarınız Birleşmiş Milletler’in garantisi altındadır”. Sonraki üç günde 8732 insan işkence ve katliamla öldürüldü. Bugün entegrasyondan söz edenler, önce kendi tarihlerine baksın, yakın tarihlerine, hepimizin şahit olduğu tarihlerine baksınlar. Balkanlara baksınlar, ülkelerinde masa başında kriz yaratıp, sonra ülkelerimize gelerek bu krizi nasıl çözmemiz gerek diye akıl vermelerinden tanıyoruz biz onları. Her şeyin farkındayız ama kontrol onlarda, elimizden bir şey gelmiyor. Türkiye ise “kontrolden çıktı”, agresiflikleri ve kompleksleri bu yüzden tavan yaptı.
Türkiye’de yaşamak nasıl bir şey bilmiyorum, doğru, ama Türkiye’nin dışardan nasıl göründüğünü çok iyi biliyorum ve anlatabilirim. Üsküp’te bana göre bir Türkiye var. Onu evimde, çarşımda, kalemimle bazen, bazen de yüreğimle yaşatmaya çalışıyorum. Bu bana yetiyor, yeter ki Türkiye güçlü olsun ve oradaki vatandaşlar değerini bilsin. Balkanlar Osmanlı’nın değerini bilemedi, paramparça oluşu bu yüzden. Bugün eğer Türkiye’den biri gelip Üsküp’teki bir esnafa, “Avrupa’ya rezil olduk, bizim hakkımızda kim bilir ne düşünecekler” derse, yalnızca tek bir cevap alabilir: “Kapıkuleden girince toprağı ve bayrağı öpüp alnına koy!”
Özgür olmak işte böyle bir şey. Gerçekten bağımsız olmak, böyle bir şey. Türkiye korkusu öyle sarmış ki her tarafı, her an mehteran kapıyı çalacak sanıyorlar. Yolun kutlu olsun Türkiye…