Bugün elime güzel bir kitap geçti. Elime aldığımda “aman ha ondan çok yok, birkaç tane kaldı sadece” dediler. Muhtemelen yeni bir baskısı olacak, çünkü güzel bir kitap. Üstelik bana Üsküp tarihi hakkında yazmadığımı fark ettirdi. Kitabın adı “Üsküp Tarihi ve Civarı”, yazarı Salih Asım Bey, sadeleştiren Süleyman Baki.
Salih Asım Bey, 1869-1935 yılları arasında Üsküp’te yaşamış, Osmanlı dönemi ve sonrasında yönetici, eğitimci ve bir düşünürdür. Üsküplü simitçilerden Hacı Rüstem Bey’in oğlu Salih Asım, bütün ömrünü doğup büyüdüğü Balkanlar’a adamıştır. Osmanlıca yazılmış bu kitabı, Süleyman Baki Bursa’da bir sahafta bularak sadeleştirip bizlere ulaştırmış. Süleyman Baki -ya da Üsküplü gençlerin deyimiyle Hoca- Kalkandelen Üniversitesi Şarkiyat bölümünde Osmanlıca hocasıdır. Yaşlı değil, genç bir hocamızdır. Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyat bölümünden mezun olup yüksek lisansını tamamladıktan sonra doğup büyüdüğü Üsküp’e dönmüş, doktorasını burada bitirmiştir. 2004 yılında da bu kitap ile Üsküp şehri açısından çok güzel bir çalışmaya imza atmıştır. O yıllarda kitap, Rumeli Türkleri Vakfı’nın ilk yayını olarak raflarda yerini alır. Tesadüf bu ya, kitap Salih Asım ile aynı aileden olan Üsküplü Reşit Bey’in torunu olan Melek Aras’ın başkanlığı döneminde basılır.
Kitabı incelerken kâh maziye gidiyor, kâh günümüzü düşünüyorum. Bugün belgesellerde anlatılan Üsküp ile kitaptaki Üsküp’ü karşılaştırıyorum. Bu şehrin isminde neden bu kadar hüzün var anlamaya çalışıyorum. Bu şehre dokunan biri olarak onun hüznünü iyi bilsem de bunun gibi çalışmalar bu şehrin ruhunu, terk edilişlerini, ayrı kalışını, kopuşunu yeniden diriltiyor bende. Oysaki ben o sayfayı çoktan kapattım; bir kitabın kapağını kapar gibi kapattım. Yazdım ve bitti. O da ilk kitabımdı. İşte, yeni bir sayfa açar gibi Üsküp’le ilgili yeni de bir yazıyla bu köşemize/mektubumuza kondum.
Salih Asım Bey’in kitabı Üsküp açısından gerçekten çok önemli yere sahip. Kendisi 1888-1896 yılları arasında Üsküp Belediye Başkanlığı görevini yürütmüş. Üsküp, Balkan yarımadasının merkez kısmında yer alan bir şehirdir ve milattan öncesine dayanan bir geçmişi vardır. Şehrin yönetimi tarih boyunca yaklaşık kırk kez el değiştirmiş. Bu yüzden, bu şehrin tarihini kısa bir yazıyla anlatamayız. Üsküp’ten tarihte genel olarak “paylaşılamayan şehir” olarak söz edilir. Şehrin tarih boyunca şairleri varmış bu yüzden. Hatta bu şehrin tarihini yazmak için Osmanlı dönemin aydınları arasında neredeyse bir yarış olduğu bile görülür. Buna, Üsküp Rufai Tekkesi dergâhının şeyhi olan Sa’ududdin Efendi’nin yazdığı şiir şahitlik eder: “Üsküb’ün tarihini yazmak için, herkesin gönlünde vardır bir emel / Yazdı Salih Beyefendi muntazam, cümle tafsilat ile pek bî-bedel / Gel oku dikkatle Üsküb tarihini, pek mükemmel, pek mübeccel, pek güzel”
Üsküp’ün, antik çağdan Osmanlı’ya kadar olan bir dönemi var. Milattan beş bin yıl öncelerinde halkların yaşadığı yerleşik bir bölge olduğu söylenir; İlirler bu şehrin ilk sakinleri olduğu kabul edilir. M.Ö. 13 ile 11 yıllarında ise Roma İmparatorluğu kontrolü altına girer. Daha sonraki yıllarda Dardaniya denilen eyaletin başkenti olur. Şehir, ilk büyük felaketini 518 yılında bir depremle yaşar. Şehrin tamamını yok eden depremin ardından sağ kalanlar ise onu yeniden inşa etmeye başlar. Daha sonra da Bizans İmparatorluğu yönetimine girilir.
Şehrin ikinci dönemi ise 1392 ile 1912 yılları arasındaki Osmanlı dönemidir. Bugün hâlâ izlerini taşıyan bu dönemin torunları olarak bizler de halen burada hayatımıza devam etmekteyiz işte. Bütün bu dönemleri detaylıca anlatan sosyolojik bir inceleme olan “Değerler Dünyası Açısından Üsküp” adında, yaşıtım ve hemşerim olan Enes İdriz’in çok yararlı bir kitabı bulunuyor. Bir şehri en güzel anlatanlar o şehirde yaşayanlar olmuştur zaten.
Bizi umutlandıran, geçmişte olduğu gibi günümüzde de bu şehrin yazarları olduğudur. Bu nedenle Salih Asım’ın kitabını okurken mazideki Üsküp ile günümüz Üsküp’ü karşılaştırmamak imkânsızdır. Hüzünlüdür de ayrıca. Üsküp’te bir dönem belediye başkanlarının kitap yazması, o dönemin idaresinde olan insanların ne kadar eğitimli olduğunu, bu şehre nasıl âşık olduklarını gösteriyor.
Kitabın girişi ruhumuzu okşar gibidir: “Yazan: Üsküplü Müftülülerden Hacı Rüstem Bey Oğlu Salih Âsım, 17 Haziran 1932, 16 safer 1351. Kitabın basım hakkı saklı olup, geliri hayırlı bir işe bırakılmıştır. Halil Kâzım Matbaası, Üsküb.”
Mukaddimede, yani girişte, “Amacım, memleketimizin geçmiş asırlardan beri geçirdiği tarihi safhaları bir araya toplayarak bir eser bırakmaktır” der yazar. “Üsküp, Selanik, Mitroviça ve Belgrad demiryollarının birleştiği bir şehirdir. 42 derece boylan ve 21,5 derece enlem daireleri arasında olmasından dolayı havası ılımandır. İçilecek suları çok ve oldukça lezzetlidir” diye bir ön tanıma yer verilir.
Kitapta birçok değer açısından Üsküp anlatılmıştır. Onlar da şu başlıklardan oluşan bölümlerde ele alınmıştır:
Ürünler, Zirâat, Ticâret, Bankalar, Mektepler ve Medreseler, Ma’bedler ve Tekkeler, Vakıf Malları, Mezârlıklar, İlmî ve İçtimaî Dernekler, Çeşmeler, Hamamlar, Yok Olup Tükenmiş Esnâf ve San’atkarlar, Dikilitaşlar, Saat Kulesi, Kuleler, Taş Köprü, Köprüler, Sulu Han, Bedesten, Kapan Han, Kurşunlu Han, Kemerler veya Germeler, Serova, Namazgâh, Delikli Taş, Bazı Meşhur Kişiler, Değirmen, Fabrika, Oteller, Sinema ve Tiyatrolar, Bayındırlık, Dil ve Nüfus, Hükümet ve İdare, Köyler, Madenler ve Ekşi Sular, Eski Kabileler, Tarihi Durum ve Son.
Kitaptan bazı kısa fakat önemli bilgileri de sizinle paylaşmak istiyorum. İstanbul’un fethi ile alakalı olan kısımda şöyle bir konu var: Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u fethettikten sonra, İstanbul’dan kaçmış olan halkın yerlerini doldurmak için göçmenlerin getirilmesini emredince, ilk önce Üsküp’ten bir kafile İstanbul’a gidip Davutpaşa isimli bölgeye yerleşir ve Üsküplü Mahallesini oluşturur. Bunun yanı sıra, bazı önemli şahsiyetlerin Üsküp’le alakalarını da yazmış yazar; Âşık Çelebi gibi, Câ’fer baba, Yeşil Efendi, Yüksek Âlimlerden Vâlihî, İshâk Çelebi, İsmail Hakkı, Yiğit Mehmet Paşa, Mustafa Paşa, İshak Bey, Taşköprülüzâde İsâmeddîn Ebu’l-Hayr, Beyhan Sultan gibi âlimlerin bu şehirdeki vazifelerinden bahsetmiş.
İşte o dönemde olduğu gibi günümüzde de (aynı sınırlar içinde olmasak da) önemli şahsiyetlerin önemli hizmetleri oluyor. Bazen bir kurumla, bazen bir vazifeyle, gönül coğrafyasına olan sevgi ve hizmet kadim bir gelenek olarak sürdürülüyor. Türkiye’nin bu topraklara olan kan bağını anlamayanlara bildirilir.