Makedonya parlamento seçimlerine bir hafta kaldı, her yerde siyaset konuşuluyor. Taksiye binsen siyaset, iş yerinde siyaset, billboardlarda sırıtan yüzler, sosyal paylaşım sitelerinde bayraklar. Kim daha devletçi, kim daha cengâver, kim daha milliyetçi, kim daha dindar, hangisi daha demokrat. Daha düne kadar iki cümle kuramayanlar hatip oldu. Mitinglerde renk renk bayraklar, bayraklara dolananlar, çarşafa sarılanlar, aynı saftayken birbirine düşman olanlar, ne ararsanız bulunuyor.
Makedonya’da Türkleri temsil eden üç siyasi parti var. Birincisi Türk Demokrat Partisi, ikincisi Türk Hareket Partisi, üçüncüsü ise Türk Milli Birlik Hareket Partisi. Hepsi de Türk, hiç şüphesiz. Bütün partilerin sloganları da birleştirici, birlikte daha iyiyiz, daha güçlüyüz havası var hepsinde. Ama o vaat edilen “birlik” için ne tür faaliyetler yapılıyor derseniz, sıfır. Tamam, mecburen bir Makedon partisi ile koalisyona giriliyor. Hem de ne koalisyon, kurbanlık dana gibi 7 kişiye yer var yeter ki oylar gelsin. Ama 7 kişi bir danaya girebiliyorken aynı danadaki iki Türk partisi bile bir birine kem küm ediyor.
Geçenlerde bir olay yaşandı, iktidardaki Makedon Milliyetçi Partisi’nin bir mitingi vardı. Miting için tabi bütün parti sempatizanları oradaydı. Bir de iki farklı Türk Partisi sempatizan ve temsilcileri de koalisyon gereği oradaydı. Görünürde bir sorun yok, sonuçta siyaset bu, politika yani, madem bir yola koyulmuşsun şoför seni nereye götürürse gitmek zorundasın. Diğer taraftan, yalnız kalan diğer bir Türk partisi de muhalefetteki Makedon Sosyal Demokratlarla aynı yola baş koymuş. Benim koalisyonum senin koalisyonunu döver misali bir kavga içine girdik. O mitinglerden birine, Türk düşmanlığıyla bilinen Avusturya Dışişleri Bakanı Sebastian Kurz da davet edilmiş. Konuşmasını güzelce yapıyor ve herkes alkış yağdırıyor. Dedim ya, siyaset işte, elin mahkûm alkışlamak zorundasın. Öte yandan madem bir ülkenin dış işleri bizim iç işlerine karışabiliyor ve mitinglere bile katılacak kadar cesaret gösterebiliyor, neden iki Türk siyasi parti de koalisyondayken bir Türkiyeli bakan davet edilmiyor? Mesele oy değil mi, gönül yapmak değil mi? Yalandan da olsa Makedonların farklı bir tutum sergilemesini beklerdik, yoksa ne yüzle Türklerden oy istenecek.
Bizim Türklerin arasında kocaman bir fitne yumağı yuvarlanıyor şimdi: “Sen misin o Türk düşmanına alkış tutan, neden Türk bayrakları görünmüyor? O da yetmiyormuş gibi Hristiyanlığı sembolize eden posterler…” Karşı koalisyondaki Türk partisine de malzeme doğuyor tabi: “Ne oldu, düne kadar savunduğunuz Reisinize (Recep Tayyip Erdoğan) karşı her fırsatta onu kötüleyen Avusturya bakanını bugün alkışlıyorsunuz.” (Bunu diyen taraf, 15 Temmuz olaylarında hiç sesini çıkartmayan bir siyasi parti bu arada). Savunmaya geçiliyor karşı taraftan hemen: “Biz Türk bayraklarını da o mitingde dalgalandırdık, bak fotoğraflar burada”. Tabii ki dalgalanacak, tabii ki Sebastian da bunu görecek. Mesele o değil ki! Mesele aynı yola baş koyduğun insanlara sözün geçmiyorken kendi halkından nasıl oy isteyeceğin. Halk ona bakar, sözün geçiyor mu geçmiyor mu, hem de bu kritik dönemde, oy gibi bir velinimete ihtiyaç varken.
Dedim ya, siyaset böyle bir şey, hesaplar karışabiliyor, sonra ayıkla pirincin taşını. Basın açıklamaları için karşısına çıktığın medya da Türk. Biz çalıp biz dinliyoruz yine. Hâlâ anlamadınız mı, “beraber daha güçlüyüz” derken o gücü birbirimize karşı değil, karşıdakiler için sergilememiz gerek. Bir duruşumuz olmalı, mesele seçim olsa dahi, hiçbir değerimizden ödün vermemeliyiz. Onların bize ihtiyacı var. Sebastian gelip gider, bizler kalıcıyız burada. Böyle bir dönemde bari dik duruşumuzla meydanlarda olalım olacaksak, bu soğuk havalarda bayrak sallayacaksak, sözümüzle de o meydanlarda olalım.
Bir gün, ne olursa olsun, birlikte tek vücut, tek yürek olacağımıza inanıyorum. Bu yüzden bu seçim döneminde kırıcı herhangi bir söz ve tavır bizi daha da birbirimizden uzaklaştırır. Özellikle gençlere büyük iş düşüyor. Hatalardan ders alıp bir olmaya çalışmamız lazım, yoksa bu böyle yıllarca yuvarlanan bir düğüm halini alır ve ilerde bunu çözmek çok daha zor olur. İki parti, üç parti hiç fark etmez, beynimiz parti parti ayrılmasın önemli olan bu. Seçimlerin sonucu pek de bize bağlı değil, “diğerlerinin” hatırına “kendimizden” olmayalım. Önemli olan bu. “Hatalısın” dediğimizde bunu “suçlusun” diye algılamayalım, “kardeşim bana kendine gel diyor” diye algılayalım.
Seçimlere bir hafta kaldı. Halk zaten her şeyden umutsuz, bir şeylerin değişeceğine inanmıyor. Alışkın yani bütün bu olanlara, seçimden seçime tekrar eden rutin olaylar gibi geliyor kulağa bütün bu muhabbetler, yeni bir heyecan yok maalesef. Diğer taraftan, Arnavut partileri de seçim heyecanına kapılmış gidiyor. İktidardaki adı yolsuzluklara karışmış, yorgun düşmüş bir siyasi parti (eski UÇK’nın devamı) ile gençlerden güvenoyu alan yeni oluşmuş bir siyasi parti arasında çetin bir kampanya mücadelesi devam ediyor. Makedon partiler ise hiç olmadığı kadar birbirlerine düşmanlar. Bu işin sonu ne olacak diye sorarsanız, her şey 11 Aralık’a bağlandı artık, halk kararını verecek ve kendi seçimini yapacak. Bizim için en hayırlı kombinasyon, Türkiye ile işbirliğine yakın olan partilerin kazanması elbette. Hükümetteki iktidar partisi Türkiye’ye yakın. Makedon Milliyetçi Partisi Rusya ile yakın. Muhalefetteki Sosyal Demokratlar’ın Amerika ile yakınlığı tartışılıyordu, Türkiye de Rusya ile ilişkilerini düzeltince “dostumun dostu dostumdur” diye bir yol izleyebilirler. Belki buna da gerek kalmaz, iktidardaki Makedon partisi iki Türk partisini de kanatları altına almış, bu noktada bizim partililere çok iş düşecek kanısındayım.
Bizim vaatlerden pek bir beklentimiz yok, iş de güç de insanın kendi elinde, verecek bir canımız var ki o da Allah’a ait. Bizim için şu noktada en önemli mesele Türkiye’dir. Özellikle bu yıl birçok açıdan çok önemli. Balkanlarda hâlâ kapanmamış bazı hesaplar var. Kosova’daki Türkiye Büyükelçiliği’ne molotof kokteyliyle saldırı düzenlendi. Bu ne amaçla yapıldı bilemeyiz ama hem Arnavutlar hem de bu bölgede yaşayan Türkler bu konuda rahatsız; “kardeşliğimize gölge düşürmek isteyenlere prim vermeyeceğiz” diyorlar. Öyle de olacaktır, şu anda korumamız gereken bir kardeşliğimiz var. Bir de Anadolu var aklımızda. Dışarda kalan Rumeli, her şekilde Türkiye’nin yararına güzel işlere imza atmak zorunda. Her genç aslında bir bayrak buralarda…