Sokaktan “Boozaaa” diye bir ses yükselirken, “Makedonya’nın siyasetine neler oluyor” diye haber kanallarını karıştırır halde bulur insan kendini bu topraklarda. Cevap aslında dışardan içeriye net bir şekilde duyuluyor. Ama merak edenlere kesin bir şey söylemek çok zor. Geçen hafta tam siyasi krizlerden sıyrılıp biraz da kültürel faaliyetlere veya günlük yaşantıya dair bir şeyler yazmaya başlamışken, farklı bir krizin içine girdik. Ülkenin tam da merkezini, daha doğrusu millet meclisini “millet” bastı.
İşim gereği her gün Makedonya Meclis Binası önünden geçiyorum. Meclis binasının arka kapıları Ulaştırma Bakanlığı’na bakıyor. Aylardır iş çıkışı saatinde hemen her gün özel tim ekiplerinin meclisi koruduğunu görüyordum. Ellerinde kocaman silahlarla üstelik. Her gün onların yanından geçmek alışkanlık haline dönüştü. Tazyikli su sıkan araçlar, kocaman cipler, askerler, silahlar, köpekler her şey vardı. İnsan bu görüntü karşısında ister istemez rahat davranamıyor, sanki o anda biri “Hey sen! Dur bakalım!” diyecek gibi geliyor. Hal böyleyken, bir yandan da “onlar görevlerini yapmak zorunda” diyoruz kendi kendimize; aylardır hükümet de kurulamadı, onlar meclisi korumazsa halimiz ne olur. Başsız bir tren gibi rayların üzerindeyiz anlayacağınız. Lokomotifin kafası karışmış, vagonlar ise “bindik bir alamete gidiyoz kıyamete” şarkısını söylüyor.
Makedonya’da yaşanan krizle ilgili bir şeyin altını kalınca çizmek gerek. Çoğu zaman görünmeyen bir şey, genel algının dışında bir şey: 2001 yılını hatırlatsa da bu kriz bir “etnik kriz” değil. Ama nedense öyle yansıtılmak isteniyor. Etnik bir krizde savaş olsa düşman bellidir ama bu ne savaşa davetiye çıkarıyor ne de ülke elden gidiyor diye yaygara koparanlara zemin sağlıyor. Bu siyasi bir kriz! Burun buruna gelmiş bir seçim sonucunda hükümet kurulamıyor. Bir tarafı sağ bir tarafı sol. Sol tarafta Sosyal Demokratların yanında Arnavut sağ partileri de var. Partiler içinde farklı etnik gruplardan oluşmuş partiler de var. Genel tablo bu olsa da bir üst tabloda “dış güçler” var. Avrupa var, ABD var, Almanya var, Rusya var, var da var.
Şimdi o geceye dönelim, çünkü tekrar seçimlerden sonra oluşan düğümü yazmak gibi bir niyetim yok. Tam meclis binası önünden geçerken, meğerse o akşam orası epey bir karışmış. Meclis başkanını seçmek için toplanmışlar. Ama gel gör ki seçilen aday Arnavut. Sosyal Demokratlar ve Arnavut partilerinden olan milletvekillerinin sayısı çoğunluğu oluşturuyor, haliyle karar verme mekanizması da onların eline geçmiş durumda. Ortamı germek ve toplantıyı bozmak için, bu karara itiraz olarak bir grup Makedon milliyetçisi yüzlerinde kar maskeleriyle (hatta bazı yaşlı amcalar maske takmaya bile gerek duymadan) bir anda meclise dalıyor. Milletvekillerine saldırıyor, kadın vekillerin saçlarını yoluyorlar. Sosyal Demokratların başkanı ile Arnavut İttifakı Partisinin başkanı kan revan içinde kalıyor. Gazeteciler rehin alınıyor, farklı ve karanlık odalara kapatılarak hangi medyadan oldukları soruluyor, onlardan olmayanlar dövülüyor. Ertesinde, milletvekilleri bir şekilde korunarak gazetecilerle birlikte oradan tahliye ediliyor. Arka kapıdan çıkarılmaya çalışırken bir arbede de orada yaşanıyor. Meclis başkanlığı seçimini bir günlüğüne erteliyorlar.
O gecenin ardından zihinlerde birçok soru işareti birikti. Meclise girmek nasıl bu kadar kolay olmuştu, aylardır orayı koruyan özel tim ekipleri nasıl onlara engel olamadı? Sosyal medya sitelerinde o gece meclise girip orayı talan edenler neden kahraman ilan edildi? Bir anda her şey nasıl etnik bir kavgaya dönüştü? Bu olay en çok kimin işine yaradı? Eğer bu bir oyunsa bu oyunun başındakiler kim?
Birkaç gün sonra meclis yeniden toplandı ve Talat Caferi bir kez daha (ve oybirliğiyle) meclis başkanı seçildi. O gece yaşananlar belli ki ters tepti. Başta dedim ya, boza içerek okumak lazım tüm haberleri. Boza iyi gelir her şeye, siyaseti analiz edenlerin zaten işi bu, bir zahmet bizdeki bu düğümü de bir çözsünler. Söz, Üsküp’ün en güzel bozacısından boza ısmarlayacağız!
Beni tüm bunları yazmaya iten sebep şu: Makedonya’da yaşayanlar gerçekten bunu hak etmiyor. Bu ülkede yaşayanlar artık hiçbir siyasi oluşuma umutla bakamıyor. Başta bozayla benzetme yaptım ya, gerçekten de her şey artık boza gibi karmaşık bir hal almış durumda. Bozanın en belirgin özelliği ise zamanla ekşiyip kabarmasıdır. İçimiz kabarmış bir şekilde takip ediyoruz yaşananları. Ancak son zamanlarda boza da modernleşti. Mesela üzerine dondurma ekleyerek içiyorlar şimdilerde. Bozaya bile farklı bir tat ekleyebilen bu halka gerçekten reva değil bu gelişmeler. Üsküp’ün her köşesinde kendine has pastaneler vardır. O pastanelere uğrarsanız farklı milletlerden herkesin gülerek muhabbet ettiğini görürsünüz. Dışarıya nasıl yansıyor bilemem ama görünürde kimse kimseden nefret etmezdi bu ülkede. O geceden sonra yine herkes kendi safını sıklaştırmaya başladı. “Siz” ve “biz” diye tüm konuşmalar ikiye ayrıldı. Bozayı “borovnitsa” ile karıştırıp içenler vardı eskiden, bir de sade sevenler, içine limonata ekleyenler de vardı, şimdiyse dondurma ekleyerek içenler var. Bizim farklılığımız bundan ibaretken nasıl oldu da siyaseti bile bozaya dönüştürdüler onu aklım almıyor.
Her halükârda, bir an önce hükümetin kurulması, milletin de sakinleşmesi lazım. Sonuçta seçimler bunun için yapılıyor. Millet seçer, seçilenler de ülkeyi yönetir. Ülkeyi yönetenler tökezler ve eğer halkın sevgisini tekrar kazanamazsa, bu sefer başka birilerini yine seçimle halk seçer. Hiçbir siyasi partinin egosu yüzünden bir ülke savaşa sürüklenmemeli. Tekrarlıyorum, bu halk bunu hak etmiyor. En kötü hükümet bile hükümetsiz olmaktan iyidir. Türkiye artık bu gibi sorunlarla karşılaşmayacak, referandumda böyle bir sorunu ortadan kaldırdınız. Ancak çevre ülkelerde gördüğünüz gibi hep bir kriz ve belirsizlik var, hep “dış güçler” aracı olup “aman kavga etmeyin” deyip bizlere ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapıyorlar. Milletvekillerinin toplantılara yara bere içinde katılmaları, çare aramaları da apayrı bir olay zaten. Akıl veren onlar biz ise kavga eden çocuklar gibiyiz. Her şey bu kadar basitken, bozayı bekletip ekşitenlerin ne umduğunu bilemiyorum. O boza tekrar içilmez. Her şey tadında güzel.