Kuşaktan kuşağa Dükkâncık Camii

Daha dün gibi hatırımda, başımdaki pembe kurdeleyle o sokaktan geçtiğim zamanki mahzun hali. Sonra bir kış günü yine kızakta ben, karda yürüyen adam çekiyorken kızağımı yanında da annem. Babam bir şeyler anlatıyordu anneme, ben kızakta yeni çizmelerimi izlerken yine o yoldan geçmiştik, aynı köşeden dönmüştük yine. Hep o mahzun yapı gözüme ilişiyordu. Yarısı çökmüş, diğer yanı dimdik ayakta durmaya çalışırken görüyordum onu. Sonra okulun ilk günü ilk zil çaldığında tam okulun karşısında yine o duruyordu. Her gün onu görerek geçiyordu günlerim, sessiz bir çığlık gibi yapayalnızdı.

Aradan geçen yirmi küsur yıldan sonra yine aynı o yoldan geçtik, ama bu defa elini tuttuğum küçük kızımla. O da gördü onu o sokakta. Bu sefer bambaşka haliyle göz kırpar gibiydi bana ve anılarıma. Kızım, “Anne bak Allahu Ekber” dedi, “Evet kızım Allahu Ekber o”. Tam karşımızda duruyordu. Eski virane hali gitmiş, yaraları sarılmış, kendine gelmiş, etrafı yeşermiş görünüşüyle Dükkâncık Camii kendi enkazından çıkmayı başarmış, yeniden kapılarını açmıştı tüm mahalleliye. Ki o mahalleli yıllar önce onun yıkılan duvarlarına baka baka geçmişti yanından. Çöp konteynerlerinin dibinde, çoğu zaman yırtık, eski bir halının, bazen de kırık dökük koltukların meskeniyken, minaresi sessizce nöbet tutan bir asker gibi korumaya devam etmişti harap bedenini. Bütün mahallelinin eskilerini taşımıştı bağrında; birçok insan, eskimiş eşyalarını ve eskimeyen anılarını bırakmıştı onun yamacına. Elden çıkmış bütün eşyalar gibi o da elden çıkmıştı yıllar önce. Umudunu kaybetmeyen sadece insanoğlu mu? Bazen taş duvarlar bile inat eder yıllara bu topraklarda. Birileri tamamen yıkılacağı günü dört gözle beklerken, biz hep dua ettik ve umudumuzu hiç kaybetmedik yıllarca.

Etrafında koşuşan küçük çocuklar hatırına belki de, yıkmadı hiç kendini. Ki o çocuklar ellerinde üzerine şeker serpiştirilmiş bir dilim ekmek olduğu halde bazen o minarenin içine gizlendiler. Saklambaç oyunuydu belki oynadıkları, ya da iftarı beklerken o minik bedenlerle tutunuyordu hayata. Oysa oruçtaydı yıllarca, içine serilecek bir seccadeyi hayal ediyordu ve umuduydu Ramazanlar. Belki de “benim kandillerim de bir gün yanacak” diye yıllarca bekledi.

Dükkâncık mahallesi Üsküp’ün küçük efsanesi. O mahallede doğmuştu nice âlim ve hoca, şair ve sanatçı. Hatta, ortasında meşhur Dükkancık Camii ile bir sokağı ta Üsküp’ün kalesine, bir kolu da eski bir tekkeye uzanırdı. Kurşunlu Han onun sağ kolu gibi dururdu biraz ileride, diğer bir ucu dokunurdu İshak Paşa Camii’ne ki bu camii salâsını vermişti büyük şairin (Yahya Kemal) annesinin ölümünde.

Anlayacağınız, etrafında kendi dostlarıyla çepeçevre camilerin minarelerinden duyulan ezanlar yankılanırdı Dükkâncık’ta. Bir gün geldi, yine açıldı dükkânlar o mahallede; nasıl olduysa, yine adına yakışan görevi üstlendi kendine. En sonunda o mahzun yapı beklediği güne kavuştu, duyuldu bir Cuma günü ezan minaresinden, saflar birleşti içinde, yaktı kandillerini, tohum tuttu, sadece biraz suya ihtiyacı vardı.

Bir tarihi vardı elbette bu yapının, Dükkâncık Camii, 16. yüzyıla ait bir Osmanlı eseri. 1549 yılında Muslihuddin Abdülgani tarafından yapıldığı bilinir. Üsküp eşrafından olduğu bilinen bu zat, Müezzin Hoca lakabıyla tanınırmış. Hakkında kısıtlı bilgiler var ancak Dükkâncık Camii dışında, Yeni Pazar’da Altun Alem Camii ile bir mektep, Kosova’nın Mitroviça’sına bağlı Trepça’da bir mescit gibi bazı hayratların da banisi olduğu bilinir. Bütün bu yapıların giderlerini karşılamak üzere de Üsküp’te Bakırcılar Mescidi yakınında Kurşunlu Han ve karşısında Şengül Hamamı, İbni Payko Mahellesinde biri on dokuz, diğeri yirmi altı odalı iki “yahudihane”, Dükkâncıklar çarşısında dokuz dükkân, Kantarcılar çarşısı ile Üsküp’ün diğer çarşı ve mahallelerinde yirmi üç dükkân, Yenipazar ve Dimitroyeçe’de değirmenler ve Trepça’da bir ribat ile etrafındaki dükkânları vakfettiği bilinmektedir.

Dükkâncık Camii, 1869 yılında Avusturya işgali sırasında tahribat görmüş, ancak sonra tamir edilmiş. Fakat 1963 yılında Üsküp’te yaşanan depremden sonra cami büyük ölçüde hasar görmüş. Sadece batı ve kuzey duvarlarının bazı bölümleri ve minaresi ayakta kalabilmiş. 1965 yılında restorasyon programına alınmasına rağmen 1991 yılına kadar hiç gündeme gelememiş. İstanbul’da düzenlenen Milletlerarası Türk Sanatları Kongresinin sonuç bildirisiyle bu duruma işaret edilmesi üzerine UNESCO tarafından kalan bölümleri koruma altına alınmış.

Onu yıllarca koruyan şey, yazımın başında anlattıklarımdı aslında. Doksanlı yıllarda Balkanlar büyük bir karışıklığın ortasındayken de onu yine aynı şeyler korudu. Bütün bu karışıklığın ortasındaki katliamlara bu yapı şahitlik ediyordu. Sonra günlerden bir gün kara bulutlar dağılmaya başladı, 2001’de Üsküp, yani Makedonya savaşın eşiğinden döndü. Günlerden bir gün resmi açılışı yapıldı caminin, 1991 yılından beri restorasyonu için uğraş verilirken 2007’de kapıları açıldı. Restore edilmesi için IRCICA, Rumeli Türkleri Vakfı, Makedonya İslam Birliği, Bursa Büyükşehir Belediyesi ile Türkiyeli ve Makedonyalı hayırseverler yardım etti. Açılış için Türkiye’den yaklaşık iki yüz kişi gelmişti; bu kafilenin içinde Ezel Erverdi, Nazif Gürdoğan da vardı, hem tarihle yüzleşiyorlar hem de bizimle hasbihal ediyorlardı. Yeniden kavuşmuş gibi, yeniden birbirini bulmuş kardeşler gibi…

Bugün, o caminin önünden her geçtiğimizde küçük kızımın işaret parmağını kaldırıp, “Anne, bak Allahu Ekber” demesi tesadüf değil. Hatta tam da şu an ezan sesi duymam da tesadüf değil. Allah büyük, zamandan da büyük, tarihten de büyük, savaştan da büyük, barıştan da büyük. Dedem caminin açılışına yetişemedi, göremedi. Ona ne zaman yapının halini sorduysak, ne zaman yanından iç geçirerek geçtiysek “Allah büyüktür” derdi. Bizi birbirimizle tanıştıracak bir Türkiye’ye ihtiyacımız varmış, bize dokunacak, bizi dinleyecek bir Türkiye’ye ihtiyacımız varmış meğer.

Burada sadece Dükkâncık Camii değil; dokunulan, onarılan, yaraları sarılan birçok yapı daha var, onlar da diğer sayılara kalsın.

Şehit Halil Kantarcı’nın çok sevdiğim bir tweet’iyle bitirelim; “Güzel bir şey olsa da şöyle içten ve kuvvetli bir tekbir getirsek.”

Benzer konular