Vardar denilince akılınıza ilk gelen şey nehir mi, türkü mü yoksa ovası mı bilemem ama benim aklıma ilk Taş Köprüsü geliyor. Vardar nehrini en çok köprünün üstünden seyredebildim çünkü. Belki de Makedonya’yı tam ortasından ikiye ayırmasıyla yer tutmuştur kimilerinin aklında. Üsküp’ü de öyle; köprü, karşı tarafa geçmek için bir sınır gibidir, “Üsküp’ün gerdanı” diye tasvir edilir hep. Köprü üzerindeki mihrap ise nöbete duran bir asker.
Vardar biraz da ayrılıktır bence. Bir şehri ayırır ayırmasına ama Rumeli’de akan gözyaşıdır aynı zamanda, göç edenlerin tüm acılarını ve ağırlıklarını taşır bağrında. Göç edenler nehri takip ederek, onun çizdiği yoldan yürüyerek, ağırlıklarını kimi zaman nehre fırlatarak, bazen de yolda can vererek yaren olmuştu Vardar’a. İşte bu yüzden Rumeli Anadolu’dan koptuğunda biraz kırmızıdır Vardar, yıllarca kurumayan bir gözyaşıdır bu yüzden. Ona her baktığımda onunla konuşmak istemem, dertleşmek istemem bundandır hep.
Sonra köprü üzerinde yürürken düşünmektir Vardar’a bakmak, bizi bizden koparan neydi diye, bizi size unutturan neydi diye. Bir anne sel felaketinde iki yavrusunu kurtarmak isterken biri elinden kayıp gitmişti geçen yıl. Onun acısı gibiydi bizdeki, şimdi Anadolu ve Balkanlar diye ikiye ayırabilmek insanları o kadar kolay ki… Oysa Anadolu’dan gelenlerdi buradaki insanlar da, bu topraklarda 600 yıl kalıp vatan yaptılar taşı toprağı. Hamur aynıydı. Hayaller ve hayatlar işte…
Vardar’ın kaynağını merak etmişti bir arkadaşım. Birkaç yıl önceydi, Makedonya’yı gezme arzusuyla Bursa’dan Üsküp’e gelmişti. Gostivar şehrine yakın Vrutok köyündedir Vardar’ın kaynağı. Vakit kaybetmeden hareket ettik Üsküp’ten, yaklaşık 70 km uzaklıktaki Vrutok’a gittik. Şar Dağı eteklerinde olan Vrutok, tertemiz havası ve etrafındaki balık lokantaları ile ünlüdür. Büyük bir heyecanla kaynağa ulaştık, “İşte burası Vardar’ın kaynağı” dedim. Baktı, baktı, sonra gülmeye başladı, “Kedi aslan doğurmuş” dedi. Hayalindeki kaynak belli ki farklıydı. Kaynak derken insan kocaman, bir şelale gibi fokur fokur kaynayan bir şey bekliyor. Vardar’ın kaynağı ise nazik bir şekilde süzüle süzüle Vardar nehrini doğuruyordu. Su şırıltısı insana ayrı bir huzur verse de türkülere ilham olan Vardar kendine has hüznüyle kaynağından çıkıp kilometrelerce yol alıyordu. Ta Ege denizine kadar üstelik. Geçtiği şehirlere endamını yayıyordu. Üsküp’e ulaşınca Fatih Sultan Mehmet köprüsünde şımarıyordu. Kenarları karlı buzlu elbette, Şar Dağından geliyordu heybeti.
Vardar türküsünün hikâyesi aslında çok eskilere dayanır. En merak ettiğim konu türküde geçen Maya Dağıdır. Maya Dağı diye bir dağ yok buralarda, bize göre doğrusu Şar Dağıdır zaten. Bir hikâyeye göre Kırklareli bölgesinden Şar Dağına yakın bir yerlere getirilen Yörükler, sıla hasreti çektikleri için Şar Dağını Mahya Dağına benzettikleri için bu türküyü söylemeye başlamışlar. Diğer bir hikâyeye göreyse genç bir kız, savaşta kaybettiği ailesinden ötürü kendisine sığınacak bir yer arar ve Vezir Çandarlı Ali Bey’in oğlu Halil Paşa’ya gider. Halil Paşa da ona sahip çıkar ve kollar. Savaş biter, Halil Paşa tekrar İstanbul’a döner. Genç kızı ve onunla birlikte birçok Rumeliliyi beraberinde götürür. Gidenlerin çoğu sıla özlemi çekmeye başladığından Vardar Ovası türküsü doğar.
Her ne kadar ilk hikâyeye göre Yörükler Mahya Dağına benzetseler de Şar Dağını, bizler bu topraklarda söylemekten bıkmadık “Maya değil o, Şar Dağı” diye. Bir de “rakı parası” değil, “sıla parası” diye. Şar Dağı bugün de o sıla hasretini çekiyor çünkü. Her ne kadar düğünlerde Vardar Ovası çalarken halay çekip gülmeye çalışsak da “Şar Dağı demeye alışamadılar gitti” diye iç geçirmişizdir hep.
Bir Türkü sadece evet, hatta eğlenerek dinlemeye çalıştığımız bir Türkü, ama içinde hasretlik olan bir türkü. Makedonya’da 301 km yol alan Vardar belki de söylene söylene ulaşır Yunanistan’a orada da 87 km’den sonra kendini Ege’ye akıtır. Tabi Yunanistan isimler konusunda her zaman sorun yapan bir ülke olarak Vardar’a da Vardar demez “Aksios” ya da “Barbadios” der. Belki de Vardar Yunanistan’a girince aksileşir ondan Aksios olur kimbilir.
Vardar’ın geçtiği şehirlere bakacak olursak başta Gostivar gelir; ardından Kalkandelen, Üsküp, Köprülü, Gevgeli diye sınıra kadar ulaşır. Gostivar şehrine değinmeden edemeyeceğim. “Gosti”, Makedonca “Misafirler” demek, biz de kendimizce “Misafir Var” diye düşünürüz bu şehrin adını. Misafirperverliği de ondan gelmiş olabilir, sıcakkanlı, herkesi evlerinde ağırlamaya çalışan Türklerin yoğun olarak yaşadığı şehirdir Gostivar. Aslında bu şehir için apayrı bir yazı yazacağım, şimdi Gostivarlılar bir Üsküplü olarak bir paragrafa sığdırmışım diye kızabilir. Makedonya’daki trajikomik hallerimizden bir de bu maalesef. Bilir misiniz, Üsküp-Gostivar arası sadece 60 km olmasına, Üsküp ve Gostivar sayı olarak Türklerin en yoğun yaşadığı şehirler olmasına rağmen aralarında ilginç bir çekişme vardır. Gostivar kendine “Türklüğün Kalesi” der, Üsküp ise “Rumeli’nin Başkenti”. El (il) mi yaman bey (beğ) mi yaman çöz çözebilirsen. Oysa bizim burada böyle bir çekişme yaşamamız akla en son gelmesi gereken şeydir. Vardar gibi kucaklayıcı olmamızda ne kadar fayda varsa bu çekişmeyi bırakmakta da o kadar fayda var. Bu çekişme bazen esprili bir hal alsa da tuhaf boyutlara ulaştığı da oluyor maalesef. Gençler olarak bunun önüne geçmemiz, geleceğimiz adına çok önemli. Bu yüzden sonraki yazımda bu topraklarda kullandığımız Türkçeyle, ağız farklılıklarımız ve diyaloglarımızla bu meseleyi farklı bir açıdan ele almak istiyorum. Sadece gülerek hatırlayacağımız anılarımız olarak mazide kalması ümidiyle.
Size bu yazıda bir Vardar selamı ulaştırmaya çalıştım, “Maya değil Şar Dağı o Şar”, bir de “rakı” değil “sıla” parası. Umarım anlaşmışızdır.