Kim bilir kaç Ramazan kaldı geriye

 

Kurgularına hayran kaldığımız senaristlerin yazdığı bazı film sahnelerini kimi zaman saatlerce düşünür, sonra o düşüncemizi birkaç saat sonra hayatın gerçekliği içinde terk ederiz. Film biter, hayat devam eder. Filmin bitimiyle gerçek hayat arasında ince buğulu bir perde vardır. Sislidir genelde, kişiliğimiz kendine gelmekte zorlanır, başkahramanın ruh hali üzerimizdeki etkisini sürdürür bir süre daha.

Bilmem sizlere olmuş mudur, ama çocukken karate filmleri izledik hep, süper kahramanlı olanlar, süpermenler ya da ne bileyim ona benzer filmler işte; özellikle doksanlı yılların olmazsa olmazı Karate Çocuk. Filmi pür dikkat izledikten sonra, evde odanın ortasına minder serer, o süper kahramanların güçlerini izledikten sonra aynı güçlerin bizde de olduğunu hayal eder, bir süreliğine hepimiz karateyi öğrenmiş gibi bulduğumuz kemerleri belimize bağlar, filmin etkisi geçene kadar ayrı bir heyecan yaşardık. Belli bir zaman sonra kardeşlerimizle ödevlerimizin olduğu aklımıza gelir hayata geri dönerdik. Ertesi gün tamamen karateyi unuturduk, içimizdeki o karateci çocuk derin bir uykuya dalardı.

Bazen hayatı bir filme benzetmemek mümkün değil, senaryo “alın yazımız”, yönetimde “kader”, hayat güzelse “romantik-komedi”, kara bahtlıysan “dram”, başına gelmedik iş kalmadıysa “aksiyon”, bir yerlere gelebilmiş ve tahtın varsa “tarih” gibi başlıklar adı altında bir hayat yaşıyoruz. Rahmetli babaannemle ilginç bir diyaloğumuz olmuştu yıllar önce. Haberleri izlemeyi çok severdi kendisi, odasında eski bir televizyon vardı, kumandası çok kere çalışmıyordu. Kanalları değiştirmek için bastonuyla televizyonun düğmesine uzanırdı. Bir keresinde o bir yandan haberleri izliyor, diğer yandan örgüsüyle uğraşıyordu, klasik bir babaanne portresi, kadrajda “nene” vardı. Benim de elimde onun bozuk olduğunu iddia ettiği kumanda vardı, nasıl olduysa çalıştı, kanal değişti, savaşlı, askerli, bombalı bir filim çıktı karşımıza. Baktım, gözlerini açtı, “Vah vah, yine bir yerlerde savaş var, bak hiç durmuyor” dedi. Ben de kanalın değiştiğini o anda fark ettim zaten, “Yok nenem, film o gerçek değil dedim”. Hayat da zaten aslında onun ördüğü örgü gibi gerçekle filmden örülmüş sahneler gibi değil miydi? Çoğu zaman bir senaryonun üzerinde yaşadığımız aklımıza gelmiyor mu? Kader de ağlarını belki bir şekilde bizden habersiz örüyordur bir yerlerde.

Bu mübarek Ramazan ayına kimimiz yetişemedik, kimimiz yaralı girdik. Kim bilir daha kaç Ramazan’ı kalmış ömrümüzün, kim bilir? Ömrümüzün geri kalan Ramazanlarından birini yaşıyoruz şimdi, sahurlar, dualar, oruçlar, iftarlar ve otuz günlük bir maraton da başlamış oldu bu yıl. Bilirsiniz Ramazan ayının kendine has bir uhrevi havası vardır, oruçluyken aynı zamanda temiz olayı da öğretir bize. Manen temiz olmak gibi mesela, oruçluyken dilin de kalbin de gönlün de oruçta olması gibi mesela. Başta da zikrettiğim gibi, havasına girdiğimiz filmler gibi bizi etkiler bu mübarek ay. Ancak bayrama ulaştığımızda onun gidişine de üzülür, içimizden kim bilir seneye tekrar ona yetişebilecek miyiz diye hüzünleniriz.

Her yıl olduğu gibi bu yıl da Ramazan senaryosu içinde tanıdık aktörler yer alacak biliyorum. İftar programları, sahur programları, ilahi konserleri gibi. Bu da biraz olsun kendi Ramazanımızın baş aktörü olmayı engelliyor bence. Ramazan sanki sadece onların Ramazanıymış gibi hissettiriyor. Her yıl orucu ne bozuyorsa bu yıl da aynı şeyler orucu bozuyor oysa, değişen bir şey yok. Başkahramanı olmayı denemeliyiz, çünkü kim bilir daha yaşanacak kaç Ramazanımız kaldı. İyi bir Müslüman olmak için filmin bitişinden sonra etkisi kısa süren o havayı aslında bütün hayatımıza yaymayı nasip etsin bize Cenab-ı Allah. İnsanoğlunun aslında hoca ve âlimlere hayatının her döneminde ihtiyacı vardır. Ama Ramazan ayı geçen bir yılımızın sınav dönemi gibi, haliyle kopya çekmek değil, gerçekte nasıl bir yıl geçirdiysek, ne kadar çalıştıysak öyle bir Ramazan yaşamalıyız, insan nasıl yaşarsa öyle ölür örneğinde olduğu gibi.

İnsanın bu güzel ayda biraz da kendisiyle yalnız kalması, telaşlı bol programlı, iftardan iftara koşmaktan bunalmış, oruçluyum biraz agresifim sendromundan ötede çok ötelerde bir yerde insan ve oruç yalnızlığı içinde kalması daha güzel. Ramazan’a hazırlıkta evimizi temizleriz, camlarını sileriz, halıları yıkatırız, temizlenmedik bir köşe kalsın istemeyiz. Bizim buralarda da bu böyledir, hatta badana yapılacaksa mutlaka Ramazan’dan önce yapmayı isteriz. Sonra oruçla baş başa kalırız, aslında bu bir ayda da gönlümüzü tüm kötülüklerden temizleyerek geri kalan aylara hazırlık yapmamız lazım değil mi? Filmin tam bittiğini sandığımız noktadan sonra aslında bizim hikâyemiz başlamalı. Kendi Ramazanımızın baş aktörü olmayı deneyelim inşallah. Çünkü insan oruçluyken yalnızdır ve nasıl yaşarsa öyle ölür.

***

Allah senden razı olsun Akif ağabey

Ve ölüm, bir yerlerde ilginç bir şekilde bizi bekliyordur. İnsan nasıl yaşarsa öyle ölür derler, yaptıklarında samimiysen, gerçekten inandığını yapıyorsan ölümün de aynı oluyor. Biri vardı, daha kimsenin gelmediği zamanlarda, daha dertlerimizi açacak bir dost bulamadığımız zamanlarda gelmişti. Balkanları, buradaki Müslümanların dertlerini dert edinmiş, bu dertleri Türkiye’ye anlatmaya çalışıyordu. O, Akif Emre ağabeydi ve onun ölümü hepimizi sarstı. Kendisini iyi bilirdik, dost bilirdik, samimi bilirdik, yaptığı işi hakkıyla yaptığına biz de inandık. Çok ani oldu, beklenmedik oldu, film şeridi gibi bir anda koptu. O, Balkanları gezerken, bizlere de umut veriyordu, belgesellerle bu toprakları tanıtırken, söylediği her cümleyi dikkatlice dinlerdik yıllar önce. Her şeyden önemlisi samimiydi, gelişi güzel cümlelerle değil, içi dolu cümlelerle anlatırdı buraları. Onun açtığı bir kapı vardı Balkanlar ile ilgili ve kendi kapısı da bizlere hep açıktı. Dert dinlemeyi bilen ve en önemlisi nasihatleriyle derman olmaya çalışan bir ağabeyimizdi. Hepimizi çok üzdü, Allah mekânını cennet eylesin inşallah.

Evet, insan nasıl yaşarsa öyle ölür, masa başında yarım kalan dertlerin tam ortasında, o masada kalan bir lokma simit ve bitmemiş bir çay gibi acısız ve merhametli gelir bazen Azrail. Bir hayat biter ve biz uzun bir zaman kendimize gelmeye zorlanırız, etkisi altına alır o ani ölüm. Yaptıklarımızı sorgular ve yapacaklarımızı bir kez daha düşündürür. Ancak bu etki hiçbir şey olmamış gibi bir süre sonra da bırakır bizi, yine unutur her şeyi, hayata yine kaldığımız yerden devam ederiz. Fakat bazı insanların ölümü kolay unutulmaz, ardından bıraktıkları onu unutturmaz. İşte Akif Emre’nin Balkanlara doğru açtığı kapı da hiçbir zaman kapanmayacak, hayat devam ettiği gibi bu kapıdan gelip geçenler de onun da izlerini hep görecektir. Allah ondan razı olsun.

Benzer konular