Eskiden savaşlarda kalenin çok önemli bir vazifesi vardı. Kale, savaşçıların korumakla yükümlü oldukları bir vatan gibiydi; vatanı temsil ediyordu. Kale elden giderse her şey biterdi. Günümüzde böyle değil elbette, savaşlar bile tüm asilliğini kaybetti. Çocuk, kadın, yaşlı herkesin üstüne bombalar yağıyor. Kurşun adres sormuyor. Ancak o “kale” hâlâ insanların hayatında var. Bazen bir emanet oluveriyor, bazen bir şiir, bazen bir dosya, bazen de bir kalem. Bilemedin panzehir. Yani o kale anlayışı bugün çok farklı boyutlarda.
Makedonya’da yaşayan Türkler olarak kendimize kale olarak seçtiğimiz o kadar çok şey var ki… Bizdeki daha eski bir şey, öyle cepte saklanan, kutuda gizlenebilen bir şey değil. Hele tehditkâr hiç değil. Alenen, meydanda, hatta kocaman! Herkes kalelerini gizlerken bizim kaleler er meydanında. Bu topraklarda yaşayanlar mutlaka kendine bir kale seçmiştir. Benim Üsküp’teki kalem Kurşunlu Han’dır. Başka birinin belki Dükkâncık Camii’dir, Alaca, Bedesten belki, Türk Çarşısı… Neden Kurşunlu Han? Bu soruya çoğu zaman güzel cevaplar buluyorum, bazen de sadece “benden bir şey var onda” diyebiliyorum.
Çocukluğumda yaşadığım evden (ki o evde şu anda ailem yaşıyor), Kurşunlu Han’ın duvarına dokunmak için yirmi adım atman yeterliydi. Haliyle benim arka bahçem gibiydi. Birçok konuda hem de, bazen oyun alanımızın başkahramanı, bazen duvarlarına yaslandığımız yorgunluğumuzu alan bir dost, bazen sıcak yaz günlerinin en serin mekânı. Tüm heybetiyle ve her haliyle insana güç veren, bir de ilham olan yapısı vardı. Ama içine hiç giremiyorduk, bazen kapı aralığından içine bakıyorduk. Yıllardır fethedilmeyi bekleyen bir kaleydi orası benim için. Dönemden döneme farklı amaçlar için kullanılmış ve gerçek anlamda gerekli vazifesini ifşa etmeyi beklemiş bir yapı. Birkaç yıldır Ramazanlarda içinde yılda bir kere de olsa ezan okunuyor. O hanın içinde ilk kez ezanın okunduğu gün kale benim için fethedilmişti. Bu Ramazan’da, 11 Haziran akşamında o ezan bizi yine sardı, bizi içinde topladı.
Kurşunlu Han, Üsküp’teki Osmanlı döneminin en tanınmış ve güzel eserlerinden biri sayılıyor. Müezzin Hoca el-Ma’deni adıyla bilinen Müslühuddin Abdul Gani 16. asrın ortalarında inşa etmiş Kurşunlu Han’ı. Birçok vakıf malının yanında en güzel emaneti olarak bize bu han kaldı.
Kurşunlu Han, Dükkâncık Camii’nin masraflarını karşılamak için hizmet sunmuş. Ortasındaki şadırvan hanın içinde su sesinin de duyulmasını sağlamış. Yanında vakıf malına bağlı Şengül Hamamı da varmış ama o hamam bugün yok. Eski ismi Müezzin Hoca Han’ı olarak geçiyormuş, ancak 19. yüzyılda kurşundan çatısı yapıldığı için adını bu şekilde almış. Fakat Birinci Dünya Savaşı’nda çatısında kullanılan kurşun çıkarılıp yerine kiremitler konulmuş. Aynı yüzyılın sonlarına doğru ise hapishane olarak kullanılmış. Üsküp’te Kürkçüler Hanı da vardı ancak bir yangından sonra o kürkçüler Kurşunlu Han’a yerleşti. Birinci Dünya Savaşı’nda mühimmat deposu olarak kullanılan han, Sırp döneminde müze oldu. Sonrasındaysa Makedonya Müzesi’ne dâhil edildi. Müze olduğu için farklı dönemlerden taş eserleri içinde sergileniyor ve korunuyordu. Akustik yapısının güzel olması hasebiyle de çeşitli konserler ve tiyatro oyunları için de kullanıldı. Son yıllardaysa bir ara bu güzelim Osmanlı eseri, Osmanlıya karşı savaşan Katolik papaz Pyetar Bogdani’nin ismi verilerek Arnavut Ruhani Enstitüsü olarak kullanılmak istendi. Bu, vakıf malının asla hak etmeyeceği bir karardı. Zaten çok geçmeden de geçerliliğini kaybetti.
Biz Üsküplülerin hep bir hayali vardı burasıyla ilgili. Birçok milletin kültür merkezi vardı da niye bizim, Türklerin yoktu? Karar verdik: Mekânımız Kurşunlu Han olacaktı.
Yıllar önce bir hayal olarak görünen şey bugün yavaş yavaş gerçeğe dönüşüyor. Mustafa Paşa Camii’nin restorasyonu, Dükkâncık Camii’nin yeniden ayaklanması bize bu gücü verdi. Birçok tarihi eser Türkiye’nin yardımlarıyla ayağa kalktı. Bu konuda TİKA, tabiri caizse “son asrımızın yeni akıncıları” inanılmaz bir şekilde bizim sarıldığımız bu kaleleri onararak bu topraklarda daha güçlü durmamızı sağladı. Türkiye’ye göç etmiş, fakat gönlü ve yüreği bu topraklarda kalanlar kurdukları vakıflarla bu topraklara adını yeniden yazdırmayı başardı. Rumeli Türkleri Vakfı’nın 2007’de onardığı Dükkâncık Camii’nin açılışında Türkiye’den bir kervan bu topraklardan geçti. Bunun gibi bazı yazılarda yine zikredeceğim birçok yapı yeniden hayata geçirildi.
Ancak ben yine duvarlarıyla ve asırlara meydan okuyan güçlü kapısıyla içinde herkese yer olan Kurşunlu Han’ın bugünlerde bizi nasıl sarıp sarmaladığına dönmek istiyorum. Türkiye’den gelen Rumeli Türkleri Vakfı ve İstanbul Üsküp Derneği ile Üsküp merkezli Köprü ve Ensar Dernekleri ortaklaşa olarak “Balkanlarda İftar” temasıyla Üsküp halkıyla aynı sofrada buluştuk. Mekân olarak bu yıl da 5 yıldır art arda seçtiğimiz mekânı, Kurşunlu Han’ı seçtik. Sofrada bereket vardır, hele ki oruçlunun duası ile misafirin duası bu handa birleşir, bu bereket taçlanıp “âmin”ler yürekten semaya yükselirse… O gün orada, bu kervanın içinden bir yolcunun yanıma yaklaşıp, “Leyla Hanım, sizin yazılarınızdan birkaçını İstanbul’da derneğimizde üyelerimizle her Perşembe toplanıp okuyoruz” demesi beni inanılmaz heyecanlandırdı. Anladım ki yıllar önce oralara göç edenler, yıllarca bu topraklardan bir selamı bile büyük heyecanla beklemiş. Her ne kadar sınırlarla ayrılsak da kalemlerimiz sayesinde hep aynı yerde birleşiyoruz. Bu ruhu hiçbir zaman kaybetmeyiz inşallah.
En güzelini sona sakladım: Kurşunlu Han artık bizim! Yıllarca kılıktan kılığa giren o han, sonunda asıl sahiplerine kavuştu. Üsküp’teki Yunus Emre Enstitüsü üstün çaba ve gayretleriyle burayı Türk Kültür Merkezi haline getirerek yeniden bize armağan etti. Artık en güzel sesleri bu hanın içinden duyacağız inşallah; kültürümüzün, medeniyetimizin yeni yuvası burası olacak. Bizim için bu haberin değeri paha biçilemez. Bizi o gün bütün sıcaklığıyla kucaklayan ve ezanıyla bu Ramazan’da da aslımıza döndüren bir kale çünkü orası. Bundan böyle de kültürümüz ve medeniyetimizin kalesi olarak kalacak ve kaybettiğimiz tüm kaleleri tek tek geri alacağız inşallah.