Ihlamur kokulu Ramazan

Şiirin bir kokusu olsa, o şiir Üsküp’te yazılsa, aylardan da Haziran olsa kesin ıhlamur kokardı. Hafiften kendini göstermeye başlayan bu kokunun şehri daha bir güzelleştirdiğine şahit oluyorum her yıl. Her sabah uyandığımda pencereyi açıp havayı yokluyorum. Geçen gün sabahın erken saatlerinde kendini belli etti, son yıllarda Ramazan ayına denk geldiği için de ayrıca şanslıyız. Gerçi havalar epey de ısınmaya başladı ama bu sıcaklığın en güzel tesellisi ıhlamur kokusu. Oruçlunun da yüreğine dokunan bir koku şüphesiz.

Kokular insanın yazısını etkileyebiliyor. Bugün ne yazsam diye düşünürken, aklımdaki birkaç konu üzerinde gelgit yaşarken, pencereden sızan bu koku her şeyin yönünü değiştirdi. Bütün siyasi, kültürel, tarihi konuların en üstüne “ramazan, şiir ve ıhlamur” üçlüsü birleşerek bir çatı kurdu. Evet, uzun zamandan beri beklenen hükümet kuruldu, bakanlar değişti ama bütün bu değişim sürecinin tam ortasında nedense ıhlamur ağacına takıldım. Bu ağacın yemyeşil yapraklarına ve etrafa yaydığı kokuya odaklandım. Siyasette yaşanan gelişmeler için yazılacak çok şey var elbette, özellikle de 10 yıl sonra değişen bir hükümet var karşımızda. Neler olacak, ne gibi gelişmelere imza atılacak hep birlikte ilerleyen zamanlarda buna şahit olacağız. Ama aylardan Ramazan, yüreklerde oruç, nefesler ıhlamur, dilde de şiirler mırıldandığı için konu ister istemez bu gibi duygulara yoğunlaşıyor.

Makedonya’da şiirin dili hangi renktir? Geçen gün Makedonya Yazarlar Birliği davetlisi olarak, kurumun 70. yılı vesilesiyle  “Balkanların Şiir Babili” konulu şiir programına katıldım. Yazarlar Birliği’ne neredeyse her milletten yazar üyedir burada. Birkaç ay önce Makedonya Yazarlar Birliğinin Başkanı ile görüştüm, Makedonyalı bir Türk olarak beni de aralarında görmek istediklerini belirttiler. Özellikle 15 yıldır Makedonya’da çıkan Türkçe bir dergi etrafında toplanan gençlerden niye hiç haberimiz olmadı diye de bir özeleştiride bulundular. Velhasıl, hiçbir şey için geç sayılmaz anlayışından yola çıkarak üyeliğimi kabul ettiler. İlginç olanı ise, içerde kendimi biraz yabancı gibi hissettim ve bu beni rahatsız etti. Nedenini hâlâ çözmüş değilim ama bu hissi yavaş yavaş köreltmeyi başardım. Çünkü bu topraklarda ben de varım, her türlü varım, vergisiyle, işiyle, gücüyle, savaşıyla, barışıyla varım. En azından uzun zamandan beri de Üsküp Mektuplarıyla bir şekilde yurt dışına (vatanıma) ülkemi tanıtmaya çalışıyorum, bizi bize tanıtmaya çalışıyorum.

Her neyse, o gün programda şiirler okunmaya başlandı, Makedonca, Arnavutça, Hırvatça, Romca, Yunanca, Ulahça, Rusça, Slovence hatta Moğolca. Hepimizin bir ortak noktası vardı, bu ülkenin vatandaşıydık. Türkçe katılım ise nüfus sayımıza göre iyiydi diyebilirim. Her milletten birer veya ikişer temsilci varken biz Türkler üç kişiydik. Gözüm Moğol şaire takıldı, yüzü tanıdık geldi, geçen aylarda Uluslararası İstanbul Şiir şölenine katıldığını anlayınca onu fotoğraflardan tanıdığımı fark ettim. Ne hikmetse o da Makedonya vatandaşıymış, yıllar önce buralara gelip buralarda kalmış. Şiirin vatanı yoktur elbette ama bu topraklarda yazılan her şiirin hikâyesi de farklıdır. Her şairin şiirinde kendi derdi de gizlidir. Bazen derdini örtmeye çalışsa da bir kelimeden, bir virgülden o dert açığa çıkar. Evet, biz üç Türk şair olarak, üç şiir ile katıldık. Birinde göç, birinde evini terk etme acısı, birinde de fetih duygusu. Her şey spontane gelişmişti oysa. Roman dilindeki şiirde eşit hak isteği, Arnavutçada ayrılık duygusu, Rusçada Makedonya’ya ağıt, Ulahçada varlık kavgası, Moğolcada karma felsefesi gibi devam eden konular üzerinde aslında hepimiz kendi şiirimizin derdine sarılmıştık. Renkli duygular içinde Babil’in Asma Bahçelerini sulayan Fırat nehrinin serinliğini hissettim. Şiirde de çok renkliymişiz onu anladım.

Makedonya’da oruç dersem akıllara sadece Ramazan gelmez. Hristiyanların orucu ve bizim orucumuz diye o da ikiye ayrılır. Daha doğrusu Paskalya orucu ve bizim Ramazan ayında tuttuğumuz oruç karşımıza çıkar. Ramazan’da, şehri ayıran Vardar insanların da hal ve hareketlerini ikiye ayırır. Osmanlı Türk Çarşısında sessiz bir bekleyiş vardır. Gözler, minarelere ve kandillere odaklanır. Etraf mahalleler ve bu tarafın semtleri Ramazan havasına girer. Aşk ile karşılar bu şehir orucu, çünkü içinde hasretlik vardır, muhabbet vardır, yardımlaşma vardır. Bu ayda şehrin diğer tarafına geçerseniz orada Ramazanı bulamazsınız, köprüden geçerken farklı bir şehirden farklı bir şehre geçtiğiniz hissine kapılırsınız. Avrupa ve Asya’yı bağlayan köprüden geçerken bile böyle bir fark asla yaşayamamışsınızdır buna inanın. Zamanda yolculuk yaptığınızı sanırsınız. Osmanlı döneminden Helenistik bir döneme gittiğinizi sanırsınız. Bu tarafta minareler karşılar sizi, yuvarlak kubbeler ve hanlarda muhabbet karşılar sizi, diğer tarafta heykeller, Barok mimarisini andıran yapılar ile selamlaşırsınız. Paskalya orucunda ise köprünün diğer tarafında bir heyecan başlar bu sefer. Ama her iki orucun arasında dağlar kadar fark vardır.

Üsküp aslında Makedonya’nın bir minyatürü gibidir. Çünkü şehrin içinden geçen Vardar, aslında ülkenin tam ortasından da geçer. Müslümanların büyük bir kısmı batı tarafında yaşar, ama diğer taraftan Doğu Makedonya’da birçok Türk köyü vardır. Ramazan ayında ise Batı bölgesinde yaşayan Müslüman nüfus, özellikle Türkler, Doğu Makedonya’da yaşayan Türk köylerini de unutmaz. İftar sofralarında bir şekilde buluşmaya çalışır, bu yüzden bu topraklarda oruç bir şekilde kucaklaşmak demektir, muhabbet etme fırsatı demektir, buluşmak demektir, aşk ile yola koyulmak demektir. Batıdan doğuya uzanan bir kol olmak için iyi bir sebeptir burada Ramazan. Çocuklaşmaktır bir bakıma, mahallende kandilleri beklediğin zamana ulaşmaktır. Nostaljidir, nostaljiktir burada Ramazan, Osmanlıyı andırır, öyle de bir havası vardır.

İşte şiir ve orucun güzelliği tadında ıhlamurla karşılanabilirsiniz bu topraklarda. Gostivar’da 2. Abdülhamid tarafından yaptırılmış kule ile saat camisi arasındaki mahya gibi bağlanır zaman. Kalkandelen’nin Alaca Camisi gibi renklidir burada kültürler. Tarih buralarda toplumların gelenek, görenek ve sanat görüşlerini dünyaya bakışlarını şekillendirir. Bu karşılıklı kültürleşmeden doğan Balkan kültürü dediğimiz bir bütündür aslında Makedonya. Bu bütünde ise bizim yerimiz ve safımız yüzyıllardır bellidir. Bizler, tarihî eserlerimizin temellerindeki taşın yanındayız, sofralardaki duada birleşiriz, mahyaların bağladığı ve aydınlattığı bir medeniyetin eşiğinde nöbetteyiz. Oruç ile iftar arasındaki zamandayız. Ihlamur ağaçlarından ilham alan şiirlerdeki mısraların duraklarındayız. Kaldırımların yağmurla birleştiği o güzel anlardayız hâlâ.

Benzer konular