Makedonya ve Kosova birbirine benzerler mi? Nisan ve Mayıs ayı kadar farklılar aslında. Birbirine benzer gözükseler de biri biraz daha serin, diğeri biraz daha sıcaktır. İkisi de aslında bahardır, yeşilliktir. Prizren’in Taş Köprü’sü üzerinde esen rüzgârla Üsküp’ün ortasındaki Taş Köprü’nün üzerinde esen rüzgâr aynıdır. Kalkandelen’in tekkesindeki yeşil ile Prizren’nin yeşili de aynıdır. Geleneklerimiz aynı olsa da arada farklar vardır. Şehirler birbirine çok yakın olsa da bu şehirlerde konuşulan Türkçe de biraz farklıdır.
Bugünlerde aklıma bir Hıdırellez manisi takıldı, Mayıs ayındandır herhalde. Mayıs başında zaten farklı bir hava vardır, kuşların ötüşünü duymak için pencereler açılır. İnsanın ruhu da açılır sanki bu güzel ayda. Bir de düğün sezonu açılır, ancak eskilerden duyduğum ilginç bir zaman tarifi vardır: “Dügün ne vakıt, ederlezden (Hıdırellez) evvel mi sonra mi?” Çocuktum, Mayıs’ın başında annem beni sabah erkenden uyandırır, “Hayde uyan bugün ederlez” derdi. Çocuk aklı işte, “Nerde, nerde geldi mi?” diye sorardım. Daha sonra annem anlatmaya başlardı, dut ağacından, gül yapraklarından bahseder, sonra bazı manileri tekrarlardı. Sabahın erken saatlerinde namus ağacının dallarıyla süslenen kapıların, o yeşilliklerle insanları uyandırması gibi… Annem bir masal gibi anlatırdı bunları, anlatırken eskilere dönerdi; çocukluğuna, gençliğine. Ben onu dinlerken annem nasıl bir genç kızmış, çocukken saçları nasılmış gibi hayallere dalardım. Ne zaman Hıdırellez’den bahsetse, sabahın erken saatlerinde dut ağacına çıkıp saçını taradığını söylerdi. Dayımlara gittiğimde hep gördüğüm yaşlı bir dut ağacı vardı, o dutların güzelliğini hatırlardım o anlatırken. Sonra aklıma Rapunzel gelirdi nedensiz.
Geçen günlerde Prizren Türkçesiyle bir mani duydum, şöyleydi: “Hıdırellez, ele cirmez, kavun karpuz, reçel pekmez, ip yandi ibrişim kopti, kocakarilara çişli posteçi, taze celinlere tezca, kızlara cercef, adamlara düçan, çocoklara miktep, üte beri, süpürce teli, seversan beni, dünersın ceri, en aşa, dik aşa kır boynuni Maraşa.”
Baharı karşılamak içindi bütün bu telaşlar belli ki. Prizren’de de yapılmış, Üsküp’te de, Gostivar’da da, Ohri’de de… Bütün bu şehirlerdeki manilerin dili ve konusu hep aynıymış, aradaki fark sadece bazı harf değişiklikleri ve bazı kelimeler. Üsküp’te aynı mani biraz farklı söylenmiş; özellikle salıncakta sallanan çocuklara oradan inmeleri gerektiğini hatırlatmak, diğer çocukları sallamaya başlamak için. Kulaklarımda tanıdık kelimeler, bense salıncaktan inmeyi bile düşünmüyorum, annemin sesi ve bu mani, bu seferki biraz daha farklı:
“Hıdrellez, ele gelmez, ele girmez, kavun karpuz, altın topuz, agalara çarık, beylere çarık, beylere sarık, ip kopti, ibrişim oldi.”
Bütün bu geleneklerin kitapların içine girdiğini, yazıldığını ve araştırıldığını biliyorum, zaten bu konuda biraz araştırma yapanın karşısına çıkar bu ritüeller. Değirmene gidildiği, o suyla yıkanıldığını, en yakın kaynaktan kırk taş toplanıp bir gece önceden bir küpe koyulduğunu, ertesi günü martufal veya maniler söylendiğini vs. Balkanlar’da bir dönem çoğu yapılmış, bir dönem de hor görülmüş, böyle şeylerin yapılması gereksiz diyenler çıkmış. Öyle ki benim akranlarımın çoğu bu gelenekleri yaşamamış veya sadece bir kısmını duymuş. Ama hâlâ yapanlar vardır muhtemelen, Arnavutlar olsun, Boşnaklar olsun, bu geleneği sürdürenler var bazı bölgelerde. Kime sorsan aslında hepsi kendi kültürüne mâl eder bunu. Herkesin ortak bir geleneği gibi sürüp gider. Üsküp’te yaşayan Türklerin çoğu bu geleneği sürdürmüyor artık. Özellikle 6 Mayıs sabahı erken uyanan komşular birbirini uyandırıp “hasıllığını çaldım ilk ben uyandım” demiyor anlaşılan. Ama iyi ki yıllardır Bahar Şenlikleri Festivali yapılıyor. Hem de Doğu Makedonya’nın Çalıklı köyünde, Yörük Türklerin yaşadığı, gelinciklerin açtığı yemyeşil bir doğa harikası olan bu şirin köyde.
Bu festivalle ilk tanışmam üniversite yıllarımda oldu. Şiir yarışması yapılmıştı 2002’de, annem radyodan yarışmanın ilânını duymuş, bana da katılmam konusunda ısrar etmiş, “Yaparsın sen” demişti. Israr değildi aslında o, müthiş ikna etme kabiliyeti diyeyim. Annelik işte. İlk yazdığım şiirlerden biri ve benim kullandığım rumuz: “Salıncak!” Şiir birinciliği kazandı, annem de “ben demiştim sana” bakışı attı bana. Çocukken Hıdırellez’de salıncakta sallayıp söylediği mani kadar güzel bir duyguydu o.
Hıdırellez günü güneşin doğuşunu yatakta karşılayanlar için o yıl tembel ve neşesiz geçermiş derler. Ben de ne hikmetse Hıdırellez günü bizim yeni dergi çıkarmaya başlayan arkadaşlarla beraber şiir okumak, ödülü almak ve festivale katılmak için erkenden Çalıklı’ya gitmiştik. Festivalde sempozyum yapılır, konferanslar, tebliğler, folklor gösterileri vs. O zamandan sonra şiir bir türlü peşimizi bırakmadı. Şiir organizasyonları için şehir şehir gezdik, dağılmış şehirlerde yaşayan gençlerin edebiyat sevdasına katkımız olsun istedik. Kim bilir belki de bir yerlerde Hz. Hızır bize yardımcı oldu.
Geleneklerin yaşatılması bu topraklarda ortak bir hayat sürmek için çok önemli. Beraber bir şeyler yapabilmek, baharı karşılamak gibi mesela, sosyalleşmek de denebilir buna. Eğlencenin bugünkü adı “beraber alışveriş yapmak, kahve içmek” oldu maalesef, eski adı da baharda bütün arkadaşların ve tanıdıklarınla en yakın su kaynağından 40 taş toplamak, toprak bir küpe koyup gül ağacı altında bekletmek, ertesi günü de manilerle eğlenmekmiş. Kısmeti kapananların kısmetini açabilmeye kadar gider bu konu.
Hıdırellez’in kökeni hakkında çeşitli fikirler ortaya atılsa da çoğu İslamiyet öncesi Orta Asya Türk kültür ve inançlarına ait olduğu yolundadır. Bir şekilde işte Balkanlar’a da ulaşmış ve yüzyıllardır süregelen bir gelenek haline dönüşmüş. Bir bayram havasında kutlanan Hıdırellez’de, Makedonya’daki birçok şehirde bahar şenliklerinin yapıldığı yerlerin su kenarları olmasına dikkat edilirmiş. Üsküp’te Serova kaynağı (bugün Serova akmıyor), Vardar kenarı, Saray-Treska nehri kenarına gidilirmiş. Kalkandelen’de ise Bal Tepe veya Harabati Baba Tekkesi, Gostivar’da Vardar kaynağı veya Yukarı Banitsa tepesi, Ustruga ve Ohri’de yaşayanlar ise Sarı Saltuk’daki Drim ırmağı kaynağına giderlermiş. Kız çocuklarının kulakları delinir, kavak dalları ile şakalaşırlarmış, yemekler yenilir, davul ve zurnalarla eğlenirlermiş.
Evet, miş’li geçmiş zaman kullanmak zorunda kaldım, çünkü günümüzde böyle kutlamalara rastlamak imkânsız desem yeridir. Elimizde sadece bilimsel bir sempozyum var bugün. Biz ilerde kendi çocuklarımıza böyle bir gelenekten bahsedince “anneannenler anlatırdı” demek zorunda kalacağız. Ben yine de buradan bir not düşeyim dedim, hâlihazırda Mayıs ayına girmiş bulunuyoruz. Bu da bir kenarda dursun. Şu günlerde neredeyse bütün evlerde genel bir temizlik yapılıyor, hem Ramazan ayına hazırlık, hem de adına bahar temizliği dediğimiz o telaşlı günler. Evet, bahar geldi, müjdeler olsun, yeni dönem hayırlı olsun, hayatımız ve geleceğimizi yeşerten anlamlı kutlamalar başlasın artık. Bu arada sabah erken uyanmayı unutmayalım, ne olur ne olmaz!