Haydar Kadı’da buluşamayan âşıklar

Bir şeylerin yoluna girmesi için bazen her şeyin raydan çıkması gerekiyor. Her şey rayından çıksın ki yol görünsün, tren gideceği yeri rahatça görebilsin. 15 Temmuz darbe girişiminde yaşandığı gibi. O gece raydan çıkanlar, aslında bize yeni bir Türkiye hediye etti. Daha güçlü, daha kararlı, kendine güveni kat kat artan bir Türkiye çıktı karşımıza. Bizim Türkiye ile bağlarımız akraba ya da kardeş bağından da öte bir şey. Akraba olur da darılır yıllarca konuşmaz, kardeşler olur da seni Yusuf gibi kuyuya atar. Bizim bağımız Mevlana’nın Şems’e olan aşkı gibi. Ne olsa kopmuyor, ne dese kızmıyor, yüz yıl da olsa bekliyor kapısında. Öyle sınır kapısında da değil. Bu kapı başka bir kapı. Hz. Mevlana’nın Şems-i Tebrizi’yi aramak için Şam’a gidişi vardır bilirsiniz. Onu nerede arasa bulamaz ve hasretinden nice şiirler yazar. Fakat Sultan Veled’in ifadesiyle, Mevlana belki Şems’i orada bedenen bulamadı ama mana yönünden onu kendisinde buldu. Ay gibi kendi varlığında gördüğü Şems’e dedi ki: “Beden bakımından ondan ayrıyım ama bedensiz ve cansız her ikimiz de bir nuruz. Ey arayan kişi! İster onu gör, ister beni. Ben oyum, o da ben.”

Evet, vatan bizim için böyle bir şey. Aradan koca bir asır geçmiş, onu artık her yerde görüp bulabiliyoruz. Tek derdimiz anavatanımız iyi olsun, güçlü olsun, bir olsun, iri olsun, diri olsun. Biz onu her taşta, köprüde, her tarihi yapıda, toprak altında ve toprak üstünde her yerde görürüz, onun varlığını her yerde hissederiz. O hapşırsa biz nezle oluruz. Onu her şey bize hatırlatır; bu bir kapı olur bazen, yüz yıldır açılmamış bir kapı mesela. Tıpkı geçen günlerde hizmete açılan, Makedonya’nın Manastır şehrindeki Haydar Kadı Camisinin kapısı gibi mesela.

Tam olarak 104 yıl sonra caminin kapısı açıldı. Türkiye tarafından açılan bir kapı, onun dokunuşu var, onun nazarı değmiş düşünsenize. O kapıdan girmek vatana kavuşmak gibi bir şey. Biz âşıklar için bunun anlamı öyle büyük ki yüzyıldır onun sükûneti, bizim dilimiz gibi sessiz ve lal olmuştu, ilk kez bir cümle kuracaktı, dualar onun taş duvarlarına yankılanacaktı. Biz bu olağanüstü olayın maneviyatını yaşayacağız derken, niye oldubittiye getirilip o kapıya gitmek için bir davet bile alamadık? Onun bu dirilişine yakışan bir birliktelik, kenetlenmek sergileyemedik?

“Âşıklarla başa çıkacak gücün yoksa eğer, Aşka öyleyse ne diye hayret ediyorsun, etme”

Üzgün ve şaşkınız, Makedonya’da altmış küsur Türk derneği var, bir parmak işaretine bakardı, o gün Allahu Ekber nidalarıyla titretirdik her yeri. Hele ki o mahzun yapı yüz yıldır hasretini çeke çeke çilesi tamamlanmışken, onun mutluluğunu kim bizden çaldı? Niye sadece siyasetçiler davet edildi, niye halk yoktu, niye sivil toplum kuruluşları yoktu, niye âşıklar yoktu? Biz kapılar açmaya çalışırken kim kapatıyor onları yüzümüze? Bu topraklar yolgeçen hanı değil, her gelen yıkıp geçmemeli gönülleri. Bu gönüllerde yüzyıllık bir çığlık var, bu gönüllerde bir vatan yatıyor, her şeyden sakındığımız, herkesten sakladığımız. Çilemiz bitmemiş demek, Yusuf hâlâ kuyuda. Sana sesi ulaşabilse, neler söyler neler, yetimliği anlatır, kuyunun kör karanlığını.

“Sen yüz çevirecek olsan ay kapkara olur gamdan, Ayın da evini yıkmayı kastediyorsun, etme”

Bizler burada, sizler orada 15 Temmuz’dan sonra ak ve karayı görebildik. Evet, raylar yerinden oynadı, kimler raylara tutundu, kimler trene koştu, kimler toprak oldu, kimler treni durdurmak için onun önüne uzandı her şeyi gördük. İstasyonlarda bekleyenleri, tarafını belli etmekte çekinenleri, korkanları, korkmayanları, sosyal medyadaki paylaşımları, yorumları, sessizleri herkesi gördük, sizler orada bizler burada. Bizleri sokaklara atan güç vatanın tek sözüydü, hiç tereddütsüz, bir anlık bile düşünmeden. Her trene yolcu olmaya çalışanlar vardır bilirsiniz, raylara bakmazlar, onlar için önemli olan trendir, yanlış yöne de gitseler treni terk etmezler. Bir de rayların yönünü değiştirenler vardır, yönü belli olanlar yani. Her şey durulduğunda, sudaki bulanıklık giderildiğinde zeytinyağı gibi suyun üzerine çıkanlar, suyu boğmaya çalışanlar ortalıkta gövde gösterisi yapıyor. O gece sesleri cılız çıkanların bugün “nidaları” yükselmiş, hayret ediyorum. İkiyüzlülüğü sevmem hiç, hele haksızlığa hiç tahammülüm yoktur. Yağan yağmur belli ki birilerinin yüzündeki maskeyi düşürmeye yetmemiş. Şekere zehir katanları görüyor ya bu gözlerim, ben nasıl haksızlığa susabilirim.

“Şekerliğinin içinde zehir zarar vermez bize, O zehri o şekerle sen bir ediyorsun, etme”

Bu topraklarda kalmış bir avuç insan derler bizim için, nüfus sayımlarında %4 lük bir hanenin içine yazılır adımız. Bir insan yeri gelir seksen milyonluk Türkiye’yi temsil eder, bir elçi gibi vazife görür. Hiç kimseyi kaybetmek gibi bir lüksümüz yok buralarda. Hele geçen aylarda yaşanan o süreçten sonra, daha çok birbirimize kenetlenmemiz gerek. Kişisel çıkarları değil de canımız vatanımızın çıkarlarını, onun gelecekte daha güçlü olmasını, yaşanan sorunların Balkanlardaki ayağını düşünmemiz gerek. Şimdi ki görev daha zor, bunun için sağlam insan lazım. Bizim sevdamız öyle lafta sözde kalmamalı, daha çok çalışmamız gerek, daha çok yollar açmamız gerek, zor veya kolay hiç fark etmeksizin. Savaşta kazandığımızı barışta kaybetmemeliyiz. Bunun bilincinde olan insanlarla beraber az veya çok ne kadarsa artık nüfus sayımız fark etmez, başarı ancak biz “bir” olunca olur, başka türlüsü bizi daha da çok dertlere sürükler. Böylesini düşünmeyenler, o bir avuç insanı beş parmağa bölenler nelere sebep olabilir farkında değiller galiba. Evet, iki elin sesi var derler, ama ya bizim gibi bir kolu kopmuş toplumlar nasıl ses çıkartacak? İşte bu yüzden bir avuç insan diyorum. O tek eli toplayıp, parmakların arasından su sızmasın diye var gücümüzle birleştirmeye çalışıyoruz parmaklarımızı. Göründüğü kadar kolay değil elbet. Ama birileri çıkıyor ve beş kardeş oyununu oynuyor bize. Endişeliyim elbette. Bilirisiniz beş kardeş oyununu, hani küçük çocuklarla oynarız hep, yumruğu açmak için parmaklara birer görev verilir. Bu tutmuş, bu temizlemiş, bu pişirmiş, bu yemiş, bu da “hani bana hani bana” demiş. Oysa bize güçlü bir yumruk lazım, gerektiğinde hakkını istemeyi bilecek, masaya vurması gerekiyorsa vuracak. Yıllardır avucumuzu sıktık ve yıllardır tırnaklarımız etimize battı, bize beş kardeş oyununu oynatmasın kimse.

“Sen yad eller dünyasında ne arıyorsun yabancı? Hangi hasta gönüllüyü kastediyorsun, etme… Çalma bizi, bizden bizi, gitme o ellere doğru, Çalınmış başkalarına nazar ediyorsun, etme…”

Benzer konular