Hayali mazide kaldı

Bir gün öyle bir cümle söyledim ki kulaklarıma inanamadım.

Çalıştığım yere gelmek için her gün Vardar’ın diğer tarafına geçmem gerek. Vardar’ın iki yakası var, daha önce de yazmıştım, bu iki yakayı ilikleyen de Fatih Sultan Mehmet Köprüsü. Yok, bu köprü İstanbul’daki köprü değil, Üsküp’ün simgesi haline gelmiş meşhur Taş Köprü’den bahsediyorum. Sadece Makedonya’da yaşayan Türkler ona Fatih Sultan Mehmet Köprüsü der. İsmi resmi kayıtlarda Fatih Sultan Mehmet olarak geçse de, 1912’den sonra sistematik olarak Osmanlı mimari öğelerini kaldırma teşebbüsleri sebebiyle farklı görüşler sunmuşlar ve bu güzel yapıyı kendi kültürlerine mal etmeye çalışmışlar. Oysa köprünün inşaatını Sultan II. Murat başlatmış, Fatih Sultan Mehmet de tamamlamıştır.

Bunu niye söylüyorum? Eğer bir gün yolunuz Üsküp’e düşerse, Vardar’ı geçmek için, Büyük İskender’in de heykeli bulunduğu meydana gitmek için bu köprüden geçmeniz gerekecek. Köprüden geçerken belki bir dua okursunuz, giderken sağda dönerken solda duran mihraba belki bir selam veririsiniz diye söylüyorum. O mihrabı, nöbete duran bir askere benzetirim hep, bizim için böyle bir şey ifade ediyor o köprü.

Birkaç yıl öncesine kadar mihrap yerinde yoktu, köprünün restorasyonu yapılırken -ne hikmetse- düşmüştü. Yeniden yerine koyulması 5-6 yılı buldu elbette. “Mihrap düşmüş, amaaan boş ver ne gereği var zaten köprüde durmasına” deriz sandılar herhalde. Demedik tabi. Türkiye Cumhuriyeti de mihrabı işaret edince, Sayın Recep Tayyip Erdoğan mihrabın yıkılmış haline bizzat bakıp “bunu ayaklandırın” deyince mecburen taşları tekrar buldular, mihrabı yeniden yerine yerleştirdiler.

Mihraba kavuştuk kavuşmasına da intikamı çok kötü oldu. Üsküp 2014 projesi ile meydanı heykellerle donattılar, o köprünün yanına birkaç köprü daha eklediler. Şimdi o meydandan yürüyünce kükreyen aslanlar mı ararsın, kılıcını üzerine dikmiş at üstünde koşturan kahramanlar mı, ışıl ışıl fıskiyeler mi… Hani bütün bu yapılar eski olsaydı, bir tarihi değerleri olsaydı amenna, bu kadar küçük bir alana yığmasaydılar yüzlercesini, ona da eyvallah. Ama sen kalkıp Burmalı Camii’nin yıkılmış yerine de göz koyarsan dokunuyor ister istemez.

Bütün bu kargaşanın yaşandığı meydanda bir gün eşimle buluşacaktım, bir yer belirleyelim dedik, “Seni tam olarak nerde bekleyeyim” diye sordu. “Atın olduğu heykel var ya, orada bekle” desem, o kadar çok at vardı ki! “Şu aslanın orada bekle” desem o da olmaz, “Falanca papaz” desem, çoğunu tanımıyorum zaten. Ağzımdan “Burmalı’nın orada” cümlesi çıktı. Tamamdır cevabını aldım, yürümeye başladım. Kulaklarımda o ses yankılanıyordu, “Burmalının orada buluşalım”. Oysa Burmalı Camii yerinden olalı tam 90 yıl geçmişti. Bugün gibi hatırlıyorum, çocukken haberlerde bir konu dikkatimi çekmişti. Türkiye’den gelen yatırımcılar çok ünlü bir oteli Üsküp’te inşa etmek istiyorlardı. Öncelikle bir yer temin etmeleri gerekiyordu ve merkezde bir arsa arıyorlardı. Onlara Burmalı Camii’nin yerini göstermişler. Tabi o yer müsait, boş bir alan var; hem Vardar’a bakıyor hem de köprüye. Bir de meydanda olması çok iyi. Tam imzalar atılacakken, Türkler aslında o yerin bir zamanlar Burmalı Camii’nin alanı olduğunu anlıyorlar. Cami yıktırıldıktan sonra orduevi yapmışlar üzerine, 1963 yılında depremde o da yerle bir olunca, o zemini boş bırakmışlar, gazabından korkmuşlar. Yıllarca otopark olarak kullanılmış. Yatırımcılar da apar topar her şeyi iptal etmiş, projeden vazgeçmişlerdi. İlk kez o zaman duymuştum Burmalı Camii’nin ismini.

Bu şehrin çok kültürlü ve multi-etnik bir yapısı var, gönül isterdi ki madem bir projeyle meydana çıkıyorsun, her milletin, her dinin sembolleri olsun. Bu yapıların çoğu şehri bir bıçak gibi ikiye bölüyor. Bundan aslında sadece Müslüman kesim rahatsız değil, aksine Hristiyanların çoğu da rahatsız. Bir şehri geliştirmek için yeni projelerin yapılması zaten kaçınılmazdır ama gerçekte toplumun hizmetine yararı olacak, ulaşıma, altyapıya önem verecek projelerin olmasını beklerdik. En azından Burmalı Camii’nin yeniden inşa edilseydi çok değer katardı Üsküp’e. Beraber yaşamanın anlamı güçlenirdi.

Burmalı Camii çok müstesna bir esermiş, Balkanlarda tek örnek olan cami, minaresinin burmalı olmasından ötürü bu ismi almış. Taş Köprü’nün -yani Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’nün- hemen sağında, 1494’te Karlızade Mehmet Bey tarafından yaptırılmış. 1925 yılında ise Sırp rejimi tarafından yıktırılarak yerine askeri bir mahfil yapılmış. Caminin yapısı, estetiği zaten kendine hasken, Balkanlarda başka örneği olmayan bir tarihi eseri böylesine katletmek hem tarihe, hem sanata, hem kültüre, hem de İslam’a kurşun sıkmaktır. Bu yüzden o yerin üstüne bugün kalkıp bir şeyler inşa etmek intihardır. Hangi dine mensup olursa olsun, kendini dindar sayan birilerinin buna kalkışmasını tuhaf buluyorum.

Osmanlı’nın neden bu topraklarda uzun süre hüküm sürdüğünün sebebi aslında çok net, farklı dinlerin ibadethaneleri karşı karşıya, tarihi eserlerin mimarisi estetik ve sağlam ama bu eserlerin bir hizmet amacı da varmış. Toplumun yararına olmayan hiçbir tarihi eser yok, hepsinin bir sebebi, bir estetiği var. Avrupa coğrafyası ve tarihinde bir şehir söyleyebilir misiniz, içinde camisi, havrası, sinagogu, kilisesi, manastırı olan?

Yıllar önce Üsküp’te bir seminere katılan Sayın Ahmet Davutoğlu, bize bir hatırasını anlatmıştı. Avrupa’da bir konferansa katılmış ve konuşmacılara bir soru sormuş: “Üç farklı dinin ibadethaneleri olan Avrupa’dan bir şehir söyleyebilir misiniz?” Konuşmacılar da cevaben, “Tabii ki var, Saraybosna” demişler. Ardından ikinci soru “Saraybosna’da bu ibadethaneleri kim yaptırmış ve korumuş?” Cevap elbette Osmanlı.

Bizler keşke tarihten az da olsa ders alıp daha çok gelişsek, keşke bu şehir gerçekten hak ettiği değere kavuşsa. Sadece bir-iki dokunuşla her ülkenin kıskanabileceği bir şehir haline dönüşebilecek Üsküp’ün bundan mahrum bırakılması hepimizi üzüyor. Üsküp, eski haline kavuşmak için onu seven gerçek mimarlara ihtiyacı duyuyor bu yüzden. Biz bir gün Burmalı Camii’nde gerçekten buluşabilseydik, hiçbir şey kötüye gitmez, kaos da çıkmazdı. Ama şu anda onun yerine tekrar ordu evi inşa etmeye başladılar.

Yıllarca bu konuyu konuşmaktan yorulmadık. Ama kaç kez gündeme getirmemize rağmen yine de başaramadık.

Benzer konular