‘Eski Ramazanlar’ Üsküp’te hâlâ

Bir klasiktir “nerede o eski Ramazanlar” cümlesi. Çok uzakta değiller aslında, insan nerede yaşatırsa onlar da oradalar.

Geldi mah-ı Ramazanım
Şad olup sevindi canım
Ramazan-ı şerifiniz
Mübarek olsun sultanım

Ne zaman ki Ramazan ayı gelse aklıma hep bu mani gelir. Üsküp’ten ve bu coğrafyada yüz yıldır vatan hasreti çeken, tabiri caizse yüz yıldan beri birlik ve beraberlik orucu tutan Balkanlardan, güzelim Türkiye’mize selam olsun. Biz, her zaman olduğu gibi dualarımızın en içten “âmin”lerini hep canımız Türkiye için yükselttik. Bu mübarek ayda da biliniz ki bu topraklarda yükselen minarelerin ezanında, kılınan namazlarda, açılan oruçlarda, iftar sofrasında semaya yükselen avuçların içindeki dualarda hep siz varsınız. Siz orada güçlü olunca biz de burada alnımız ak, başımız dik yürüyoruz. Nasıl ki 1453’ten önce İstanbul’u fethe hazırlanan Fatih Sultan Mehmet, fetih planlarının bir kısmını Üsküp’ün Sultan Murat Camii’nin avlusunda hazırladı ve sonra İstanbul’u fethetti, bugün de aynı caminin içinde teravih namazlarında o ruh hep var ve hep var olacak inşallah.

Üsküplü anneler

Annesi Üsküp’te doğan ve bu topraklara gelince “anne vatan” diyen çok değerli abimiz Yıldırım Ağanoğlu ile geçenlerde Üsküp Yunus Emre Kültür Merkezi tarafından düzenlenen “Ana Vatandan Anne Vatana” adlı konferansta görüşme fırsatımız oldu. Kendisiyle hasbihal ettik ve Üsküp’ü konuştuk. Konuşması esnasında karşılıklı olarak duygusal anlar yaşadık. Oradan buralara gelenlerin yüreğindeki hasret ile bizim ana vatan hasretimiz o salonda herkesi farklı bir âleme götürdü. Fark ettim ki aradan yıllar geçse de bizim annelerimiz hiç değişmiyor. Hakkın rahmetine kavuşan annesinden bahsederken İstanbul’a göç etse de Üsküp’te soluduğu nefesi de evlatlarına üflemiş bir kadından konuşuyordu adeta. Bir anda kendi annemi gördüm orada. “Kalk, uyan” diye bizi sahura kaldıran annelerimizi hatırladım o nefeste.

Yıllardır bizi “uyandırmaya” çalışan annelerimiz var çok şükür. Mahalle mekteplerinde okumuş, fakat yüreklerinden dolu dolu ilim akan o saf ve tertemiz yüzler geldi aklıma. Yahya Kemal’in de hatıralarında bahsettiği anne profili bugün hâlâ hepimizin annesinde mevcut. Hepimiz Osmanlıca metinleri okumak için kurslara giderken bir anda annelerimizin bu metinleri hiç sorunsuz okuyabildiğini görüyoruz. Bize öğrettikleri ilk ilahiler ve manzumeler, o mahalle mektebinin aslında ne kadar da donanımlı olduğunun göstergesi. Çoğu insan sadece diploma sahibi olabilmek için okurken, onların hamur kokan elleri, bizi o eski rahle kokuları içine gömüyor.

Bunları düşünürken, aklıma bir anda çocukluğumda annemin öğrettiği “Şol cennetin ırmakları akar Allah deyu deyu” ilahisi ve raflarda sakladığı o eski kitaplar geldi. “Mini mini mektepli, terbiyeli edepli…” Manzumenin Osmanlıca metni ve eski baskısı hâlâ dolabında saklı. Şimdi de biz kendi evlatlarımıza onu öğretmeye çalışıyoruz ve biliyorum ki bu hep öyle devam edecek. Üstelik bizim bir şansımız daha var bugün, hem üniversite okuyor, hem onların dizinde yetişiyoruz. Şüphesiz ki Ramazan ayının en büyük kahramanları onlar. Oruçlu olmalarına rağmen en güzel sofraları seriyorlar önümüze, sahuru kaçırmamak için de çoğu zaman uykusuz kalıyorlar ve sabahın seherinde ellerine Kur’an-ı Kerim’i alarak sabah ezanına yakın bir cüz okuyorlar. Bazen düşünüyorum da bu topraklarda hâlâ bu manevi havanın olması o annelerin de sayesinde. Burada bir kız çocuğunu büyütmek, bir toplumu büyütmeye eşdeğer.

Çarşı esnafının “Ramazan tutmuş” sözü meşhurdur burada. Biraz komik olsa da sosyolojik bir vakadır. Eğer biraz çabuk sinirlenen biriyseniz yandınız. Oruçluyken etraftan insanlar sizi daha çok tiye alır, daha çok üstünüze gelir; o kafayla da kendinizi pazarda bulursunuz, oruçlu kafayla bir kilo alacak yerde 5-6 kilo domates alırsınız. Sebze-meyve olsa iyi, elinizde kepçeyle eve gittiğinizi gören, “Ne o çok mu acıktın” derse o günkü kurban sizsiniz. O akşamın iftar sofrasında falancayı Ramazan tutmuş, hanımı kaşık almaya göndermiş fakat o kepçe almış diye espri konusu olursunuz. Birçok kişi oruçluyken önemli kararlar almaktan çekinir. Bu yüzden de hem kimseye malzeme olmamak, hem de insanların laflarıyla rahatsızlık yaşamamak için abdest alıp Kur’an okur. Birçok insan da “Beni Ramazan tuttu, aman haa bana dokunma, sinirlenirim” diyerek kendini korumaya alır. Bilemedin kendine daha hayırlı bir meşgale seçer.

Oruç ve çocuklar

Çocukken oruç tutanlara imrenirdim, sahura uyandırmayanlara, “sen daha küçüksün” diyenlere de kızar, bütün gün inat eder sahursuz oruç tutardım. Bazen de dayanamazdım, anneannem “bana orucunu sat” derdi, harçlık verirdi, satmaktan da çekinirdim. Bütün gün aç kalmışım nasıl satarım diye vicdanım rahat etmezdi. Ramazan’ın ilk, orta ve son günü tam, diğer günlerde yarım gün oruç tutar, sonra birleştirirdik çocuk aklımızca. İftara yakın bütün mahalle çocukları sokağa fırlardık, hangi minareden ilk ezan sesi duyacağız diye, hangi minarenin kandilleri ilk yanacak, kim bunu daha önce fark edecek diye tuhaf bir yarışa girerdik. Olmazsa olmazımız Ramazan manileriydi: “Manti pite mantiladım, Ramazani uğurladım, yan kandil yan, sün kandil sün, aşağıki çarşı, yukarıki çarşı, bir gelin geçti, topuzi düşti, dumbauuu!” Kandiller yanınca “Yandillar kandillar, piştilar mantilar” diye bağırarak evine fırlardı herkes.

İftardan sonra hepimiz mahalleye fırlardık, kapı zillerini çalıp kaçardık, arkadaşlarımızı da manilerle çağırırdık, “Kalk Ayşe kalkmayasın, sahuraka patlayasın” der, o evin kapısını yumruklardık. Bugün gibi hatırlıyorum, mahallemizin Hacı Balaban Camiini temizlemeye gittik bütün kızlar, o gün karar vermiştik, caminin yan odasında iftar edecektik. Camiyi süpürdük, bahçesini suladık, yan odanın tozunu sildik, hepimiz evden yemek getirerek iftar sofrasını kurduk. O gün o bahçe, oradaki güller cıvıl cıvıldı. İftardan sonra camiye yaşlı amcalar geldi, onlara da çay demledik, hepsi şimdi rahmetli oldu. Hacı Remzi Ağa vardı “Yaşayın be kızlar, ne ey etmişınız” demişti.

Teravih namazları da bizim için çok eğlenceliydi. Gülüşünce yaşlı teyzelerden fırça yerdik orası ayrı ama Mustafa Paşa Camii’nin bizim için yeri apayrıydı, Üsküp kalesiyle omuz omuza vermiş minaresiyle bizi de arasına almış şımartan yaşlı bir adam gibiydi. Nerede o eski ramazanlar demeyeceğim, onlar hâlâ bu topraklarda var çünkü, inanmazsanız gelin görün, soframızda herkese yer var.

Benzer konular