Kimi eski kelimeler apansız çıkıyor karşımıza. Öyle bir anda kullanıyoruz ki çocukken annemizin kullandığı yahut annemizin sözlüğünden çıkan kelimeleri bir anda deyiveriyoruz. Oysa çoğu zaman annemize güldüğümüz olmuştur o “eski” kelimeleri kullandığı için. Ezberlemeye çalıştığımız şiirler vardı, annemizin “hadi söyle manzumeni” dediği gibi mesela. “O manzume değil anne, şiir” diye de gülmüşüzdür. Gün geliyor, umulmadık bir yerde ve zamanda o “manzume” gelip bizi buluyor. Dudaklarımızda nostaljik bir gülümseme beliriveriyor ve biz de anneleşiyoruz.
Ne bu topraklardan sökülecek ne de unutulacak eski kelimeleri düşünüyorum birkaç gündür. Birkaç yıl önce başladı bu hastalık aslında. Kızım dört yaşındayken beni ikaz ettiğinde fark ettim. Bana “kompir” getirmesini söyledim, o da bacak kadar boyuyla “kompir değil anne, patates o” diye ikaz etti beni. Annemin kış aylarında kaloriferler yerine “aç şu kümbeti” demesini hiç yadırgamıyorum artık. Bıraktım kalorifer “kümbet” olarak kalsın. Klimanın hala “vantilatör” olması hiç keyfimi bozmuyor. Okulun “mektep” olarak kalması da hoşuma gitmeye başladı. Otur masanda dersini çalış demedi annem mesela. “Rahle vardı o zamanlar, dizinin üstünde durur küçücük ebadıyla kitaba daha da yakınlaştırdı bizi” diyor bana. Sofalıklar vardı her evde, komşularla en demli çayların içildiği, minderlerin her gün özenle düzenlendiği o sıcacık mekân. Koltuklara hala “minder” demesi beni alıp çok eskiye götürüyor şimdi. Gömleklerin hepsi “mintan” onun sözlüğünde. Ceket mi? Ne ceketi o bildiğin “setre”…
Ve işte bir Ramazanı daha eskitiyoruz yavaş yavaş. Her yıl yeni bir yemek, yeni bir tarif katılsa da sofralarımıza, bizim bu topraklarda hiç eskimeyen iftarlıklarımız yerini hiçbir yemeğe bırakmadı. Aynı bu eski kelimeler gibi, hangi zamandan beri kullandığımızı bilmiyoruz ama vazgeçemiyoruz da onlardan. Her şehrin kendi iftarlıkları var. Üsküp’ün en meşhuru da “paça” elbette. Ama bu “paça” öyle bildiğiniz paçalardan değil, hele kelle hiç değil. Et suyu, un, yoğurt, yumurta ve azıcık sarımsak ile her Ramazanda uğrar bize, bayram günü de vedalaşır. Ramazanın dışında pek yoktur sofralarımızda. Kalkandelen’de paça meşhur ama onların olmazsa olmazı bülbül yuvası tatlısı, Gostivar’da “akıtma”, Debre’de “soğan kavurma”, Prizren’de yumurtalı pide, Resne’de, Ohri’de başka bir yemek… Yani her şehrin iftar sofralarında bir kahraman, onsuz olmaz iftarlık dedikleri bir tarif mutlaka var. Annelerimizin sözlüklerinde değişmeyen o kelimeler gibi bunlar da geçmişten gelen ve hiç gitmeyenlerden. Ramazanın dışında bir evde paça yapılıyorsa bunu gören “Hayırdır, oruçlu musun” der. Biz bu iftarlıkları yaptığımız müddetçe Ramazan hiç bitmez.
Bir yere kadar taşıdık kültürümüzü; evimizde, bahçemizde, soframızda, sokakta, çoğu zaman biz bize, Ramazan manilerimizi unutmadık ve bu coşkuyu geleceğe taşımaya çalıştık kendimizce. Bir eksiğimiz vardı ama hep. İstanbul’daki gibi şenliklerimiz, şerbetçilerimiz, Hacivat ve Karagözümüz, semazenlerimiz, kukla göstericilerimiz yoktu, çocuklarımızı alıp iftardan sonra aile içinde eğlendiriyor ve orada kalıyordu sevincimiz. Son yıllarda bu eksikliği Türkiye fark etmiş olacak ki türlü türlü projelerle bizi Ramazanda tamamlıyor, oraları bu topraklara ulaştırıyor. Üsküp’e İstanbul’u getirebiliyor çoğu zaman bu güzel işler.
Geçen hafta Üsküp’ün II. Filip Meydanı’nda büyük bir coşku vardı. Bu aralar siyasi bir kriz yaşıyoruz; heykeller türlü türlü renklerle süsleniyor, çevik kuvvet ekipleri meydanlarda kol geziyorken, tüm bu olayların ortasında kocaman bir tır belirdi. TİKA’nın ve MÜSSED’in düzenlediği “Gönül Coğrafyası Kültür Buluşmaları”nın Makedonya’daki son durağı Üsküp’tü. Aynı tırı Makedonya’dan sonra Kosova’ya, Arnavutluk’a Bosna’ya uğurladık kardeşlerimize selam yollarcasına. Çocuklar büyük bir heyecanla Hacivat ve Karagöz’ün tatlı didişmelerini izledi, pamuk şekerden ve mesir macunundan sokakta mendil satan çocuklar da tat aldı. Sınırların tam anlamıyla silindiği bir şenlik yaşadık. Üsküp meydanında Feshane’de hissettik kendimizi. “Kardeşlik sınır tanımaz” sloganıyla yıllardır Bayrampaşa Belediyesi iftar sofraları kuruyor. Onu takiben Sultangazi Belediyesi, Eyüp Belediyesi, Bursa Büyükşehir Belediyesi, Osmangazi Belediyesi gibi bunun yanında bir sürü vakıflar Rumeli Türkleri Vakfı, Deniz Feneri, İHH’nın organizasyonunda iftar sofralarında birleşiyor ve tamamlanıyoruz çok şükür. Yerli dernekler, siyasi partilerimiz iftarda halkla buluştu, herkes gönlünde yatan duaya âmin dedi. Maksat aynı duada buluşmak, unutulmamak, unutturmamak elbette. Bu böyle devam ettiği sürece de “bitti demeden bitmez”.
Tabii ki bu Ramazanda en belirgin slogan, “biz bitti demeden bitmez” oldu. İftar öncesi futbol, iftar sonrası futbol derken Ramazanın sonuna yaklaştık. Benim dikkatimi en çok Hırvatistan’ın milli takımları için hazırladığı o esprili reklam çekti. Birkaç hafta önce ele aldığım bir yazı vardı, Balkanlarda ortak kullandığımız Türkçe kelimelerle ilgili yazımda aslında insanların biraz gayret etseler Türkçeyi öğrenecekleri sonucuna varmıştım ki Hırvatlar bunun reklamını yaptı. “Yahu şu Türkler Hırvatçayı ne güzel konuşuyorlar”a karşılık Türk taraftarların “Yahu şu Hırvatlar Türkçeyi ne güzel konuşuyorlar”ı ile reklama espri katılmıştı. Reklamın sonundaki “bizi birleştiren unsurlar ayıranlardan daha çok” altyazısı dikkatimi çekti. Hele ki Makedonya’da Türk bayraklarıyla ve formalarıyla gezen insanlar Arnavutluk bayraklarıyla coşan insanlar derken tüm bayrakların kucaklaştığı anlar oldu. İnsan görünce hiç bitmesin istiyor bu güzel tablo, özellikle Balkanlar buna açken, kardeşlik ve birlik içinde bayrama ulaşmak varken ne denebilir ki. Kazanmışız kaybetmişiz ne fark eder.
Matematiği de öğretti ya bu maçlar, neyse, aynı sevincin içinde bulunduktan sonra, aynı üzüntüyü yaşadıktan sonra biz hep kazanan taraf olacağız elbette. Şimdi Ramazan biter mi hiç bizim gönlümüzde, illa ki bir yıl daha mı beklememiz gerekecek? Ayda bir olsa da yine gönül coğrafyasında güzel bir faaliyetle bağlamaya devam etmeliyiz bu güzel bağları. Hatırlamalı ve hep hatırlatmalıyız adaletimizi, hoşgörümüzü. “Biz bitti demeden bitmez” demek düşüyor bize yine. Bu bağları sıkı tutmak Türkiye’nin elinde, maksat gol atmak değil illa ki, o heyecanı beraber yaşamak da güzel.