Bir şiir eksiğiz şimdi; bir kitap kadar sessiz oldu bir şairin ölümü. Rafa kaldırıldı yazılmamış tüm kitaplar, bekleyen şiirler ve daha nice söylenmemiş mısralar. Bir kalem eksildi Makedonya Türk edebiyatından. Türkçe’nin nöbetçisiydi Rumeli’de, karanlıkta da aydınlıkta da bir kalem eriydi. Avuçlarımızdan kayıp gitti.
Kara haber tez duyulur derler ya, Türkiye’deyken Üsküp’ten bir haber aldık: Makedonya’nın önemli yazar ve şairlerinden Fahri Ali abimiz hakkın rahmetine kavuşmuştu. Yaşı altmış sekizdi, yaşlılığın gençliğindeydi. Eskiden altmışlı yaşlar için “en güzel yaşındaydı” dediklerinde pek anlayamazdım, ancak bugün hayatın bu yoğunluğunu yaşadığımızda hepimizin çoğu zaman o yaşı nasıl da sabırsızlıkla beklediğimizi hissediyorum. İşten güçten elimizi çekip, yaşanılmış tecrübelerden yararlanarak yeni kitaplar yazacağız, torun torba seveceğiz ancak yorulmayacağız dediğimiz o yaşlar. Evet, o da dedeliğinin ilk yıllarını yaşıyordu, bir taraftan da gençlere yol gösteriyordu. Elbette ki bir şairin ölümünden sonra onun eserleri, sanatı, kişiliği hakkında sayfalarca kitaplar yazılır, edebiyat camiası toplanır ardından güzel cümleler söyler ve haliyle herkes buna üzülür. Ama Makedonya veya Kosova’da bir kalem eksilince biz bunun acısını çok derinden hissederiz. Çünkü parmaklarla sayılacak kadar azaldı Fahri Abi gibi şairler, yazarlar. Oysa biz gençler onlardan daha fazla yararlanacakken, onlara yeni eserlerimizi danışacakken, yeni bir şiiri ellerine verip karşılarında “acaba beğenecek mi” heyecanını yaşayacakken daha, biraz daha öksüz kaldı mısralarımız şimdi.
Daha birkaç ay önce aynı ortamda şiir okumuştuk. Faaliyetlere katılıyordu, Üsküp’te nerde bir edebiyat saati olsa ulaşmaya, gelmeye çalışıyordu. Evet, solgundu son zamanlarda, biraz daha sararmıştı benzi, biraz daha yorgundu eskiye nazaran ama ayaktaydı. Sonbaharda ağaca sarılmış, kopmak istemeyen bir yaprak gibiydi. Biraz kırgındı, bütün dönemin şair ve yazarları gibi. Altmış yıllık gazete etrafında toplanan ve o gazete/dergilerin kapandığı dönemi yaşamıştı, sindirememişti o da herkes gibi, sonuçta bu topraklarda bir edebiyat yuvasıydı Birlik gazetesi ve etrafında çıkan dergiler. Bir dönem kapanmış, yeni bir dönem açılmıştı artık. Bu biraz daha zor bir dönem, daha yalnız ve daha sahipsiz. Ancak o da her şeye inat bu zor dönemde de yazmaya devam etmiş, yeni çıkan dergi ve gazetelerde kalemini konuşturmaya devam etmişti. Yıllarca çıkardığımız Köprü dergisinde “Şairin Çığlığı” başlığı altında denemeler yazmıştı. Çoğu zaman esprisini yapardı, “Bana soruyorlar ne zaman bitecek bu şairin çığlığı, hiç biter mi bir kalemin çığlığı” derdi.
Mutlaka Üsküp Türk Çarşısında onunla rastlaşırdık, yeni bir şiirden bahsederdi çoğu zaman, hatta cebinden kâğıdı çıkarır, üşenmeden okurdu, heyecanlanırdı her şiirde. Yazı yazmayı denemiş veya şiir yazmış her genç mutlaka onunla bir yerde muhabbet etmiştir. Her gencin şiirini itinayla okumuş, eleştirisini yapmıştır. Devamlı yön göstermeye çalışan, bedeni küçük ama yüreği mangal gibi bir adamdı Fahri Abi. İlk şiir kitabının ismi de Mangal’dı zaten.
Birlik gazetesi son yıllarını yaşarken, üniversiteden arkadaşlarla ziyarete gitmiştik bir gün gazeteye. Bir odaya girdik, etrafta kitaplar, duvar panolarında notlar, gazeteler ve o büyüleyici kâğıt kokusu. Fahri Abi de oradaydı, bizi o her zaman gülen yüzüyle karşıladı, “Şiir var mı gençler” diye sordu. Mahcup bir şekilde çantamdan bir defter çıkardım, ilk kez bir şair yazdığım bir şiiri okuyacaktı. O şiiri okuyor, benim ellerim terliyordu. Bir taraftan okurken acaba yüz ifadesinden ne anlayabilirim diye yüzüne bakıyor, sonra pencereden Üsküp’ü seyrediyordum. Okuduktan sonra muhabbetimiz tamamen şiir ve şiirler üzerine oldu, “Şu ifade çok güzel ama açıklamaya girme, şiir boşluk ister bırak okuyan istediğini anlasın” demişti. Kalemini aldı, şiirin üzerinde notlar yazdı. O gün çok mutluydum, yeni bir şey keşfetmiştim. Bizlere böyle yön gösteren yazarlara ihtiyaç vardı.
Yıllar geçti, her görüşmemizde aynı o heyecanla, çoğu zaman yeni yazdığı bir şeyler üzerine konuştuk. Yazan gençleri elinden tutmasını bilen bir şairi kaybettik. Acımız bu yüzden iki kat daha ağır. Son yıllarda ise biraz daha yorgun ve biraz daha sessizdi. Kanser hastasıymış, ailesi kendisine dahi söylememiş ama bu hastalığın izleri o bedeni yavaş yavaş daha çok sardı ve Ağustos ayının son haftasında o mangal yüreğin atışlarını durdurdu.
Ölümünden sonra kızı Sema Ali Erol dokunaklı bir yazı yazdı. Sema da sanatçı, Üsküplü bir senaryo yazarı, Türkiye’de güzel işlere imza atan yetenekli biri. Sema’yı daha liseden tanırım, disiplinli ve çalışkan bir kız olarak yer etmiş aklımda. Senaryo yazan biri olarak, kaleme aldığı yazıda (çocukluk anılarıyla örülmüş, babasının kişiliğini anlatan bir yazı olsa da) mesleği gereği o sanki bize doğrudan o hatıralarının görüntüsünü yansıtmıştı. Yazı okumuyor, bir kısa film izliyor gibi hissettim. Babası da zaten Sema’yı ağzından düşürmezdi. Bir babanın en büyük mutluluğu evlatlarıyla gurur duymasıdır tabi, her muhabbette şiir, çocukları, eşi, ailesi ve en büyük acısı olan kapanan gazeteydi.
Onlarca şiir kitabı var, ancak ben onu hep “Kaybolmayan Şehir” şiiriyle hatırlayacağım. Beyatlı “Kaybolan Şehir” demiş diye Üsküp’e, o da sitemini ve cevabını “Kaybolmadı” diye kâğıda dökmüştü. Birçok mısraında Üsküp mahallelerinden, çeşmelerinden, sokak isimlerinden bahseder, şiiri okurken Üsküp’ü yaşatırdı okuyana. Üsküp’le dertlenen bir şairdi kısacası. Hayatının son anına kadar Üsküp’te çıkan Yeni Balkan gazetesinde köşe yazarlığına devam eden şair, kalemi hiç bırakmadı elinden.
Bu bayram haftasını “bir şiir eksik” olarak yaşayacak bu mahzun şehir. Vefatından sonraysa Fahri Abi’nin kadim dostu, Kosova’dan bir ses, orada Türkçe nöbetinde olan Zeynel Beksaç abimiz, bu acı haberi şiire dökmüştü. Onun mısraları ise “bizi”, bu topraklarda bir şairin ölümünü ve bu kaybın ağırlığını anlatmaya yetiyordu:
“…Sen dert etme dost
Rumeli sokağında
Açıp koklanacak Tomurcuk güllerin
Sevinç’le şiirlerini taşıyacak çocuklar yarınlara
Biraz da dinlenmeye bak
Biraz da unut dertleri
Biz gider olsak da bu dünyadan dost
Gür Sesler’imiz yankılanacak Balkanlarda
‘Kaybolmayan Şehir’de Birlik içinde
Türküler yakılacak dilimizce…”