Bayram, deprem ve Üsküp

Üsküp’te bir bayram haftası daha gelip geçti. İnsanların telaşesini, çocukların heyecanını, bayram sabahı ziyaretlerini, dağıtılan kurban etlerini, yardımlaşmayı ve huzuru yazacaktım bu hafta. Küçük çocukların kurbanlık koyun ve koçları ziyaret etme heyecanından, “bekaları görmeye gidelim” faslından bahsedecektim. (Üsküp’te çocuklar kuzu ve koçlara “bekalar” der.) Bir de kutsal topraklara giden hacılarımızdan, onların selam ve dualarından bahsedecektim ama kısmet olmadı. Çünkü Üsküp, bayrama hazırlanırken şiddetle sarsıldı. Haliyle bu bayram hepimiz için bambaşka bir hale büründü.

Geçtiğimiz Pazar sabahı, arife günü sabahından 4.4 şiddetinde bir deprem yaşandı. Allahu Ekber nidalarıyla uyandık uyanmasına ama çocukların korku dolu bakışları içimizi eritti. Gelip geçer dedik, olur böylesi korkuya gerek yok. Ancak günün ilerleyen saatlerinde, herkes bayram için hazırlıklarını yaparken, kurbanları satmaya çalışanlar pazarlık esnasındayken, ev hanımları evlerinin tozunu son bir kez alırken daha şiddetli bir depremle karşılaştık. Bu seferki 5.3 şiddetindeydi. Allah’a şükür yıkıp geçmedi, can kaybı yaşanmadı ama huzurumuz kaçtı. Hasarlar oldu olmasına, eski bazı yapılardan çatlaklar, düşen ocaklar oldu. Birçok okul tatil edildi.

Evde yalnız olmak, hele ki küçük çocuklarla olunca, böyle bir depremi yaşamak çok farklı bir şey. “Yanıma gelin, korkmayın” demeye çalıştım ama bu cümlenin ağzımdan nasıl çıktığını bilmiyorum. Yavaşlatılmış bir film karesi gibi, ilk kelimeden sonra insanın gırtlağına bir düğüm saplanıyormuş. Dil tutulması gibi bir şey, saniyeler çok uzun, hayat çok kısa. Panik yapma desem de kendi kendime, onları toplayıp evden nasıl çıkacağımın planı, bina üstümüze yıkılırsa nereye saklanmak gerektiği, yanıma su alsam vakit kaybı olur mu, şahadet getirmeyi unutmayayım düşünceleri sadece birkaç saniyede gelip geçti aklımdan. Eşim hacda olduğu için ister istemez büyük bir sorumluluk vardı üzerimde. Ütü açık kaldı diye geriye dönüp fişi çekmek, çocuklara “ayakkabılarınızı giyin” demek, telefonu bulmak, çantayı almak, anahtarı çantaya atıp kapıyı açmak, hepsini nasıl yaptım hatırlamıyorum.

Deprem bana göre çok uzun sürdü, oysa birkaç saniye sürmüş sadece. Herkes apartmandan aşağıya fırladı tabi, nasıl indik onun tarifi bile imkânsız. Yere oturduk, tekrar sarsıldı, bir ara bir kurbanlık koyun sahibinden kaçmış parkta koşuyordu. Küçük kızım peşine takıldı, çocuklar ne kadar masumlar ne kadar da cesurlar diye düşündüm, oyuna daldılar anında. Etrafımdaki insanlara bakıyorum, hiçbirini tanımıyorum, yeni taşınmışız zaten, yeni komşularla tanışıyoruz tek tek. Yalınayak olanlar, elinde oyuncak bebeğini alıp fırlayan çocuklar, toz bezi elinde kalan kadınlar. Bir Elhamdülillah çekmek en güzeli. Ardından bir endişe, bu ana deprem mi, yoksa daha şiddetlisi mi gelecek şimdi. Binalar yıkılmadı, yaşlı bir amca “Bunlar 1963 depreminden sonra yapılmışlar, hepsi dayanıklıdır” diyor, teselli buluyoruz.

Kurban bayramı, Üsküp ve deprem üçgeninde gidip geliyoruz, bayramın her günü ara ara sarsılıyoruz. Hacılar Mina’da kendi İsmail’lerini kurban ediyorken, biz ölümle burun buruna geliyoruz. Yakınlaşıyoruz; kurban ibadeti Allah’a yakınlaşma vesilesi değil miydi zaten. Hz. İbrahim’in teslimiyeti geliyor aklımıza geliyor. Sarsılıyoruz sonra yine, bayramın ilk günü de, akşamı da günde birkaç kez daha sarsılıyoruz. Hiçbir şey bizim değil zaten bu dünyada, neye sarılıyoruz ki? Topraktan var edilmiş insan, toprağa dönecektir, son durak yani, ondan kaçış yok. Bizi toprak sallıyor, bu kaçış nereye diye düşünüyorum. Bayramın ilk sabahı kurbanlıklar kınalanmış, adanmayı bekliyorlar. Üsküp hâlâ ara ara sarsılmaya devam ediyor. İmtihan dünyası işte. Bir ay önce sel vurdu, selden etkilenen bölgelere akın akın yardıma koştuk, evlerin temizlenmesi, ailelerin huzura kavuşması için canla başla uğraştık. Hele ki Türkiye, bu olaylarda baştan sonuna kadar Üsküp için savaştı.

Depremin merkez üssü, sel felaketlerinden en çok etkilenen bölge. İnsanlar diyor ki 1962’de Üsküp’ü sel vurmuştu, bir yıl sonra deprem yıktı geçti. Zaten depremin dedikodusunu yapıyorduk, bekliyorduk. Ama ders çıkardık mı bilmiyorum. Bunda da bir hayır vardır elbet, göreceğiz. Hayır ve şer Allah’tan, bizler sabredeceğiz inşallah.

Bayrama birkaç gün kala abimin bir oğlu oldu, birkaç günü hastanede geçirdi minik bebek, eve döner dönmez depremle tanıştı, bizimle beraber oradan oraya koşturdu. Daha doğumu idrak edemeden sarsıntılar içinde hayatta kalma mücadelesi verdi. İsimsiz kaldı birkaç gün, ona “bebek” dedik hep, ancak bir isim koymamız gerekiyordu. Acaba yeni bir deprem olacak mı sorusu hepimizin kafasındayken, aklıma 15 Temmuz darbe girişimi geldi, yeni bir darbe olacak mı diye yeni tarihlerle psikolojimiz allak bullak olmuştu, bu da ona benziyordu. Yeni doğan bebeğin ismi niye “Ömer” olmasındı? Velhasıl, Ömer koyduk adını, bizim de artık bir Ömer’imiz var Üsküp’te, vatana millete hayırlı bir evlat olur inşallah.

Bu satırları yazdığım anda bile artçı depremler devam ediyor. İnsan ne kadar da zayıf aslında, nefsimiz ve psikolojimiz savaş içinde. Biri kapıyı çarpsa yüreğimiz titriyor. İnsanlar huzursuz, fakat herkes normal hayatına devam etmek zorunda yine de. İstanbul’u hatırlıyorum, “sesimi duyan var mı”. İstanbul diyorum içimden, içimden deprem deprem enkazlar çıkartıyorum. Bu yaz güzel geçmedi diyorum. Yüzlerce şehit, seller, depremler, savaşlar ve çocuklar. Hangi birinin enkazı altından çıkabileceğiz bilmiyorum. Birileri hâlâ kendi hesapları peşinden koşuyorken birkaç adım daha kıyamete yaklaşıyoruz galiba. Toprak bize kızgın, ama Allah büyük. Duvarlardaki çatlaklara takılsa da gözüm, yüreğimdeki çatlaklar daha derin.

Bütün bunları düşünürken bir haber okuyorum gazetede, şimdi deprem uzmanlarına kulak kesildik, her söylediklerini can havliyle dinliyoruz. Makedonya’da bu artçı depremler ancak Türkiye’de ki depremler durduğunda duracakmış diyor. Bizden sonra Manisa’da, sonra da Yunanistan’da deprem oldu. Bu, toprağın tektonik plaklarıyla ilgili bir mesele zaten, oradaki toprak sakinleştiğinde burası da sakinleşecekmiş. Uzmanlar öyle diyorsa bildikleri bir şey vardır. Kafamızda bir sürü şüphe doğuyor. Yapma depremler, tsunami, NASA ve evimizde sallanan masa. Ama Üsküp güçlüdür diyorum içimden, bizler ne enkazlar atlattık yıllarca, Allah var gam yok, bu da geçecektir elbet.

Bu kurban bayramında daha da yaklaştık ölüme, yakınlaştık. Evlerini terk edip birkaç günlüğüne çadırlarda kalanlar, bir nebze de olsa mültecilerin psikolojisini kavrayabilmiştir umarım. Hayat işte, imtihan dünyası, her şeye hazırlıklı olmalı insan.

Benzer konular