Balkanlarda FETÖ şarkıları

Derin ve sakin bir nefes alındı, taşlar yerine oturdu. “Senaryo” muhabbetleri vardı 15 Temmuz’dan hemen sonra, hatırlarsınız. Bir ağızdan söylenmeye başlanılmış bir şarkı gibiydi. Bir kesim koro halinde haykırıyordu. Koca bir vatan 254 şehidini toprağa verirken hem de. Gözyaşı ve kahramanlığın iç içe girdiği bir destan yaşanmış, insanların sinirleri en uç noktadayken, birileri çıkıp “ama bu bir oyun” demişti.

Türkiye içerde büyük bir temizlik yapmak zorundaydı ve yaptı. “Kendini kurtardı” derler ya, öyle. Hem destan yazdı hem kurtuldu, tam bir kurtuluş savaşı gibiydi. Peki, Balkanlarda ve diğer ülkelerde ne oldu? FETÖ destekli tüm kurum ve kuruluşlar, gazeteler, haber siteleri, hepsi bir anda gün yüzüne çıktı. Kimin kuyruğuna basılmışsa onun ses çıkarması doğaldı gerçi. Ancak bu koronun sesi de şarkıları da berbattı. İlk başta o bilindik “senaryo” şarkısını söylediler ama gerçekler ortaya çıktıkça yavaş yavaş bıraktılar onu okumayı. “Mağdurum” şarkısına sarıldılar sonra. Mesela Can Dündar yeni öğrendi o şarkıyı, geçenlerde klipini izledik. O şarkının da modası geçince “Alakam yok” şarkısına başladılar. Zaman gazetesinin -ki kayyum atandı ona Türkiye’de- buradaki şubecikleri tazminat davası açabiliyor Makedonya’da. FETÖ ile bir “alakası” yokmuş çünkü. Hatta onu “Fetullahçılar” listesine koyan tüm büyük-küçük haber sitelerine dava açmışlar, üşenmemişler. Belli ki karanlık güç, “inkâr edin, beni bile inkâr edin” şarkısıyla selamlamış hepsini. Sonuçta bir dava, bakalım sonunda ne olacak.

Geçen gün bir video izledim, Makedon bir siyaset analizcisi ilginç şeyler konuşuyordu. Donald Trump seçimleri kazandıktan sonra buralara ne gibi etkisi olur konusundan tutun da Soros’un son durumuna kadar çok şey anlattı. Makedonya hükümetine yakınlığıyla bilinen gazeteci, Trump’ın seçimleri kazanmasından epey memnundu. Nedenleri vardı, yani öyle söylüyordu. Eğer ki Hillary seçimleri kazansaydı Balkanlar kazan gibi kaynardı diyor. Merak ettim tabi konuşmasını, siyaseti pek sevmese de yaşanan olaylar yüzünden ister istemez her şeyi dinlemeye, idrak etmeye çalışan birine dönüşüyorsunuz.

Bu konuyu buraya taşımamın nedeni, yazımın başında bahsettiğim koro şarkıları. Devam edelim: Eskiden Balkan ülkelerinde bir karışıklık olunca nedenleri bilinirdi, “Falanca ülkede şu yüzden karışıklık var ve bu onun sorunu” denirdi. Ancak şimdi durum değişti, bir ülkenin karışması gerekince buna çok kolay sebep bulunuyor. Bir güç karar veriyor, ne yapın edin bir kaos yaratın diyor. Biz bunu çoktandır biliyoruz elbette, zaten 15 Temmuz’da bunun patlaması yaşanmadı mı Türkiye’de? Yıllardır oynanan oyunların farkında olma durumu ve “yeter artık” hücumu değil miydi o? Türkiye’de neredeyse her gazeteci bunu biliyor, televizyonlarda bunların etkilerinden bahsediyor. Bense ilk kez yaşadığım ülkede bunları konuşabilen bir gazeteci gördüm. Hayret ettim, gelişme var demek.

Gazetecinin Soros ile FETÖ benzetmesi yapması özellikle dikkatimi çekti: “Hıristiyan dünyası için Soros neyse, Müslümanlar için de FETÖ aynısı. Soros’un, istediği ülkeyi kargaşaya sürükleme gücü var, bunun için yetiştirdiği gençler var, bakarsanız hepsi tek tip insanlar, bir makina gibi, robot gibi hepsi. Ancak şimdi durum değişti, Trump onlara sürpriz oldu. Türkiye’yi düşünün, NATO üyesi bir ülke kendi müttefiki tarafından oyuna getirildi. Ancak Türkiye ne yaptı, kendi ordusuna girmiş hainler vardı, bir gecede keskin bir kılıçla hepsinin kollarını kesti.”

Gazeteci FETÖ’yü de iyi biliyor ki bu konuda “Türkiye’nin içinde kırk yıldan beri var olduklarını, bizde de yirmi beş yıldır faaliyet gösterdiklerini” söylüyor. Bunlar her şeyi iyi biliyorsa niye başta çok sessizlerdi dedim içimden. Gazeteci buna benzer birçok şey daha konuştu konuşmasına ama bana göre yeni bir şey söylemedi tabi, aylardır Türkiye televizyonlarında konuşulan tartışılan konulardı hepsi. Buralarda duymazdan geliniyordu yalnızca. Her şeyi bilmelerine rağmen susmaları dikkatimi çekiyordu. Hani ister Hillary, ister Trump kazansın o bizi ilgilendirmez diyoruz ya, demek ki bütün bunları konuşmaları için bu seçimler önemliymiş dedim kendi kendime. Peki, madem bunları konuştular, bundan sonrası ne olacak? Doğru ya seçimler bir ay sonra, sanırım bizdeki seçimleri bekleyeceğiz şimdi.

Seçimlerin başlangıcını hep bir düğün hazırlığına benzetirim; davetiyeler hazırlanır, salonlar tutulur, siyasetçiler en güzel kravatları satın alır, takım elbiseler hazırlanır, gömlekler ütülenir… Kravatlar boğazı sıkar ve seçim kampanyası başlangıç düğmesine basınca da halaylar çekilmeye başlanır, tuhaf bir müzik eşlik eder bu halaylara. Seçim gününe kadar her yandan vaatler yükselir, mazot fiyatları düşer, iki ileri bir geri, iki ileri bir geri diye el ele verip halaya duranlar olur. Kaç millet varsa o kadar parti var sanıyorsunuz bizde ama öyle değil. Her milletten en az üç parti olacak ki bu milletler de aralarında birbiriyle hasım olsun. Koalisyonlar olur seçimden önce, kim hangi halaya katılacak, önce onun hesabı yapılır.

Hep şunu düşünmüşümdür bu anlarda, bu hesaplar kimin yararına yapılır acaba? Biz Türklerin üç partisi var mesela. Biri iktidarda ki Makedon partisiyle koalisyon yapar, diğeri de muhalefetteki Makedon partisiyle. Aralarında acaba hiç anlaşma yapmışlar, kim kazanırsa kazansın “milletimizin yararına şunları şunları isteyelim” demişler midir? Rüya görüyorum ben galiba. Arnavutlar koalisyonu seçimden önce değil, sonra yapar. Artık kim kazanırsa, milletvekili sayısını tamamlamak için mecburen farklı bir partinin sandalye sayısına ihtiyaç duyar. Bu noktada üç Arnavut partisine başvurulur, daha doğrusu kimi daha yakın görseler ona davet gönderilir.

Anlaşıldığı gibi ilginç ve stresli bir aydayız. 11 Aralık’ta gerçekleşecek seçimi bekliyoruz. Bakalım bizim seçimlerden ne gibi sürprizler çıkacak.

Benzer konular