Kış uykusundan uyanır gibi bahara uyanmak gerek bazen, ağır bir geceden sonra sabaha uyanmak gibi, “yeni bir gün yeni bir nafaka” derler bizimkiler buna. Hatta “gün ola harman ola”, “görelim Mevla neyler neylerse güzel eyler”. Kültürümüzde, sözlüğümüzde yeni bir gün için çok fazla deyim var. En önemlisi “vira bismillah”. 15 Temmuz’dan sonraki güne uyanıp silkelenen bir vatan gibi uyanmak lazım. Artık hepimiz için yeni bir süreç başladı, bunun farkında olmamak, hâlâ uykuda olmak demek. Son bir yılda devamlı söylenen klişeleşmiş bir cümle var; “Türkiye, Türkiye’den büyüktür” gibi. Sizler içerden bunu nasıl görüyorsunuz bilemem, dışardan Türkiye nasıl görünüyor anlamak için biraz dışardan bakmanız gerek her şeye. Elbette evin içinde bazen dışarı yansımayan sorunlar olabilir, ama bunun için de güzel bir deyim var: “Kol kırılır yeni içinde kalır”. Ancak çok iyi bilirsiniz, söz konusu düşman olunca kırılan kol bile mücadele etmeye çalışır bedenle birlikte. Bunun en güzel örneği, Çanakkale savaşında parmağı kopan askerin silahını tutup ateş etmeye çalışmasıdır. “Komutanım benim tüfeğim bozuldu, ateş edemiyorum. Hayır, tüfek bozuk değil senin parmağın kopmuş”.
Söz konusu vatan olunca kırılan kol, kopan parmak bile bedenle beraber hareket eder. Hepimizin bu bedeni sağlam tutması lazım, Anadolu bizler için bir bedendir artık, Rumeli kopsa da ondan fark etmez, söz konusu vatan olunca o da onunla beraber hareket eder. Farkındaysanız Rumeli yok olmadı, koptu diyoruz, ya da “Rumeli düştü” deriz hep. Bu ne demek, hâlâ Rumeli var demek, orada bir yerlerde, dışarda bir yerlerde ama hâlâ var. Uyanmaktan bahsettim ya, belli ki bizler de uykudaydık, güzel rüyalar gördük kimi zaman, çok kere de kâbustan uyanır gibi uyandık ama mesele uyku olmaktan çoktan çıktı.
Belki çok fazla dile getirmişimdir bunu ama yine tekrar etmekte fayda var: Türkiye’den buralara son dönemlerde gezi amaçlı gelen o kadar çok kardeşimiz var ki ülkenin turizmini ayakta tutan da bu oldu son zamanlarda. Hem Balkan ülkeleri kazanıyor hem de Türkiye’nin büyüklüğünü görebiliyor dışarı çıkanlar. Bizler ise her gelene kendimizi anlatmaktan, yaşadıklarımızı, buralarda olduğumuzu, kitaplarda okuduğunuz o Balkan Harbinden sonra da bu topraklarda hayatımızı sürdürdüğümüzü anlatmaktan çok yorulduk. Ama geçen gün bu konuda bize yardımcı olacak çok güzel bir soruyla karşılaştım. Soruyu yönlendiren ise benim söylediğim bir cümle oldu. “Biz sizi çok iyi tanıyoruz, çünkü burada her evde bir anten var ve herkes Türkiye’yi izliyor, ne oluyorsa orada bizim de anında haberimiz oluyor”. Söylediğim cümle karşısında, bir soru geldi “Peki biz siz nasıl izleyebiliriz, sizden nasıl haberimiz olacak, hangi medya üzerinden?” Bu soru karşısında, yıllardır ifade etmeye çalıştığımız bu konunun üzerinde kaç kere isteğimizi bildirdiğimiz uyuyan ve hâlâ uyanmayan bir fikir yine canlandı. Neden Balkanlarda güçlü, sağlam bir Türk medyası yok?
Biliyorsunuz, Gezi olaylarında Türkiye’de bazı televizyon kanalları canlı yayın yapıyordu dışarıya, Türkiye’nin içinde aslında onların kan bağı olmayan ama içeriye yerleştirdikleri medya ile oluşturmaya çalıştıkları bir algı vardı. Kan bağı olmamasına rağmen, onlar Türkiye’nin içinde hâlâ, belli ki karın ağrıları var. Bu konuda Balkanlar’da yaşayan Türkler her türlü eğitimi alıyor aslında. Radyo, sinema ve televizyon bölümünü Türkiye’de okuyan sonra da ülkesine dönen o kadar çok genç var ki. Evet biz belki burada kendi çapımızda bir şeyler yapıyoruz ama bunu dışarıya, daha doğrusu size ulaştırmakta sıkıntımız var. Sosyal paylaşım sitelerinde bazı videolar oluyor, Balkanlar’da birinin duasını izliyorsunuz, bazen de Türkiye hakkındaki düşüncelerini ama bu yeter mi? Bir mektupla olacak şey değil bu. Uzay çağında yaşıyorsak, Türksat’ımız da varsa artık uyanmak vakti gelmiştir. Anadolu Ajansı burada, TRT World burada, bir de bu topraklarda kurulacak bir medyamız olsa aslında her şey çok daha farklı olacak.
Elbette bizler bu konuda boş durmadık, yıllar önce korsan bir radyomuz vardı mesela, konu medyadan açılmışken ondan bahsetmeden olmaz. 2000’li yılların ilk seneleri, Kosova savaşı, Bosna savaşı, bizden de teğet geçen bir iç savaştan sonra gençler bir hayli umutsuzdu gelecek adına. Ama bir yerlerden bir radyo anteni bulup yayın yapmaya başladılar. Stüdyo diye bir şey yok, başta evlerden yayın yapmaya başladılar, korsan radyo olduğu için birçok polis baskını da yaşadılar, anteni oradan oraya gezdirmek zordu doğrusu. Bir ara küçük bir stüdyomuz da oldu, yumurtaların konulduğu karton kutulardan duvarlar örüldü, sabah programı, öğle programı, haberler hatta reklamları bile o stüdyodan hazırladılar. Bazen misafir oluyor şiirler okuyoruz, yaptığımız faaliyetlerden bahsediyoruz. Samimi, içten, amatör ama gönüllüydü.
Hiç unutmam, 2002 yılında Manastır şehrinde galeri olarak kullanılan tarihi Yeni Cami’de mayo defilesi yapmıştı bir Makedon modacı, radyodan da bu konu hakkında halkımızı bilgilendirmiş ve rahatsızlığımızı dile getirmiştik, telefonlar durmak bilmiyordu, en sonunda defilenin sahibi de arayıp bu konuda özür dilemişti. Görsel ve işitsel medyanın buralarda önemini görmek için küçük bir örnek sadece bu. Radyo serüvenimiz kısa sürmüştü maalesef, korsan olduğu için en sonunda anteni de kaptırdık. Sonra, “Biraz bekleyin hem özel televizyon hem de özel radyonuz olacak” dediler ama yıllar geçti, bütün azınlıkların özel televizyon kanalları ve radyosu oldu ama biz Türklerin olmadı. Devlet televizyonlarında birkaç saatlik Türkçe yayın olsa da bu yeterli değil. En azından uydudan da izlenebilecek, Türkiye’dekilerin de dışardaki Türkiye’den haberdar olacakları kocaman bir medyaya ihtiyacımız var artık. Uyanacaksak güzel uyanalım.
Türkiye, medyasıyla güçlü bir ülke, bütün bu coğrafyayı da etkiliyor haliyle, o halde biraz daha güçlü adımlar da atması gerekecek. Türkiye’nin bu topraklarda attığı adımlardan sizin de haberiniz olması şart, haberlerdeki ara başlıklarda, altyazılarda geçecek konulardan çok, belgeseller, canlı yayınlar, sokak röportajları, analizler, kısaca yerellikten kurtulup daha geniş bir coğrafyaya ulaştırmak için her şeyi yerinden takip etmek en güzeli. Bu konuda iki ülkenin anlaşması ve bürokratik işlemlerin artık başlaması lazım. Bu topraklarda bu konuda yardımcı olabilecek eğitimini almış kaliteli insanlar var zaten; hikâyemiz aynı, kültürümüz aynı, yabancılık çekmek mümkün değil. Artık bizim sizden, sizin de bizden haberi olmalı, aradaki perdeleri kaldırmanın vakti gelmedi mi?