Uluslararası spor müsabakalarını “kansız savaş” olarak niteleyen kimi batılı akademisyenler biraz abartsa da genelde sporun, özelde futbolun bir asırlık serüveni, modern zamanların “biz olma” yöntemlerine çok müsait.
Milyonlarca insanı stadyumlara ve ekran başına taşıyan oyunun bu başarısındaki en büyük etken, hiç şüphesiz barındırdığı olağanüstü temsil kudretidir. Sahada oynayan 11 futbolcu aslında arkalarındaki kitlenin aynası kabul edildiği için ve isteyen hemen herkesin o 11’de olma hayali olsa da, kendisine bir yer bulabildiği için futbol “bir oyundan fazlası” olageldi.
Futbol, sadece sahada oynayanları ilgilendirmediği için Mussolini’den Hitler’e Franco’dan bizim İttihatçılara, hatta Obama’dan Merkel’e kadar neredeyse tüm siyasetçileri, oyunu sevmeseler bile onun sosyolojik gücünün farkında olduklarını göstermek zorunda bıraktı.
Geçtiğimiz aylarda Çin’in futbol yatırımları sadece gazetelerin spor sayfalarının değil, ekonomi sayfalarının da konusu olmuştu. Oysa en az ekonomik olan kadar politik olanın da ilgi sahasıydı Çin’in futbol hamlesi. Çok açık ki “emperyal olma iddiası” taşıyan her ülke futbolun taşıdığı albeniyi fark etmek zorunda ve bu anlamda Çin’de yaşanan bir geç kalmışlık telaşıdır.
Futbolun temsil kudretinin ehemmiyetini bizim İttihatçılar kadar erken fark eden bir diğer topluluk Orta Avrupa’daki Yahudilerdir mesela. 1920’lerde kurdukları kulüple “Yahudilerin” bedenen de güçlü oldukları mesajını vermek için olağanüstü çaba harcamışlardı Viyana’da.
Demem o ki futbol bir oyundur, ama “ciddi” bir oyundur. Ve bu ciddi oyunun uluslararası arenada en önemli ikinci büyük organizasyonu için yaklaşık bir ay boyunca ekran başında olacak dünyanın her yerinden milyonlarca insan. Elbette ki bireysel anlamda yıldızlar da sahne alacak ve yapacakları merak konusu olacak, ama başlangıçtan bu yana olduğu gibi Avrupa Şampiyonası, ulus devletler ve onların hinterlandı için “biz varız” deme vesilesi olmaya devam edecek.
İlki 1960’ta düzenlenen (Dünya Kupası’na göre hayli geç) Avrupa Şampiyonası elemelerinde İstanbul’da 2-0 yendiğimiz halde deplasmanda Romanya’ya 3-0 kaybettiğimiz için katılamamıştık ve o kupayı Sovyetler Birliği kazanmıştı. İlkinde kıl payı kaçırdığımız finallere katılma hakkını uzun süre beklemek zorunda kaldık. 46 yıl sonra, yani 1996 da yine Fatih Terim’le İngiltere’ye final bileti aldığımızda az şükür etmemiştik futbolseverler olarak.
Oyunla ünsiyetimiz hayli eskiye dayansa da uluslararası arenada “geç kalmış” bir ülkeyiz futbolda. Oysa katıldığımız ve katılma ihtimalimiz olan her şampiyonada hepimiz biliyoruz ki milli takımımız sadece 80 milyon tarafından takip edilmiyor. Türk Milli Takımı, 24 ülkenin katılacağı bu Avrupa Şampiyonasında tüm diğer takımlardan daha geniş bir desteğe sahip. Çünkü Mağripten Kafkaslara, Ortadoğu’dan Çin’e uzanan geniş bir coğrafyayla -hadi bu kısmı resmi dille söyleyelim- çok ciddi “tarihi ve kültürel bağlarımız” var. Galatasaray’ın UEFA kupasını kazandığı dönemde, Mısır’da Cuma namazından sırtında Galatasaray formasıyla çıkan Arap delikanlının fotoğrafı geliyor gözümün önüne. Hal böyle olunca, ne kadar farkındayız bilmem ama “Milli takım, bir ülkenin değil koskoca bir coğrafyanın temsilcisi olarak Fransa’da olacak” demek hiç de abartılı değil.
Tarihimizin en iyi orta sahası ile gidiyoruz Fransa’ya ve tarihimizin belki de en “meçhul” tandemiyle. İlginçtir, milli takım düzeyinde 2000’li yıllar dışında bir türlü dengeli bir kadro kuramadık. Bir dönem defansif orta saha kıtlığı çekiyorduk, bir dönem sağ bek şimdiyse stoper. Bu anlamda altyapılarda bir planlama falan diyeceğim ama ne yazık ki futbol ailemiz bunları konuşmaya çok uzak. Sık verilen bir örneği bir daha hatırlatarak futbola yaklaşımımızı tekrar kontrol etmeye davet edeyim: Nasıl oluyor da 4 milyon gurbetçinin (artık bence Batı Avrupa Türkü demek lazım) yaşadığı ülkelerden bu kadar çok sayıda iyi futbolcu çıkıyor da Anavatan bu konuda kısır? Bu sorunun cevabını samimiyetle arayıp verdimiz günün akabinde gereklerini de yerine getirirsek, hem Avrupa Şampiyonası, hem Dünya Kupası’nda az önce belirttiğim o geniş coğrafyanın gururu olacağız. O zamana kadarsa ne yazık ki önceki turnuvalarda olduğu gibiyiz: Zuhurata tabi…