Nedim Şener, yıllardır Fetullah Gülen Terör Örgütü üzerine çalışan bir gazeteci. “Darbeyi yapanların ‘Nasılsa kutuplaşma o kadar fazla ki, AK Parti düşmanlığı en az AK Parti’liler kadar kuvvetli, eğer darbe yaparsak onları arkamıza alırız’ diye düşünmüş olmaları da büyük ihtimal” diyen Şener’e göre, halk bu darbeyi püskürttü. Henüz tehlikenin geçmediğini söyleyen Şener, FETÖ’nün ılımlı İslam söyleminin bir aldatmacadan ibaret olduğunu, örgütün ABD ve CIA tarafından kullanıldığını vurguluyor. 15 Temmuz gecesi askerin bastığı CNN’e gittiğinde “aydınlar yerine halkı gören” Şener, “CNN’i eleştirenlerin darbede ona sahip çıkmasının” umut verici olduğu fikrinde.
15 Temmuz darbe girişimi, birçok kesim için beklenmedik bir olaydı. FETÖ’nün böyle bir hamle yapacağını öngörmek mümkün müydü?
Bir kere bu Fetullah Gülen Terör Örgütü’nün ayakta kalmak için son hamlesiydi. Beklenen hamlesiydi aslında. Dediğiniz gibi birçok kesim beklemiyordu. Ama hükümet 7 Şubat 2012’de MİT müsteşarının tutuklanması ve aslında Tayyip Erdoğan’ın hapsedilmesini amaçlayan operasyon sırasında bunu fark etti. Örgütün devlet içindeki, asker içindeki, yargı içindeki gücü de biliniyordu. Onunla topyekûn mücadele yerine, yol üzerinde zaman zaman ufak ufak düzenlemeler yapılması yoluna gidildi. Özel yetkili mahkemelerin kaldırılması, savcıların değiştirilmesi gibi değişiklikler yapıldı. MİT yasasında değişiklik yapıp Başbakan’dan izin almadan soruşturma açamaması gibi bir takım önlemlerle geçiştirilebileceği düşünüldü. Ama karşımızda devletin derinliklerine inmiş, 40 yıllık mazisi olan bir terör örgütü vardı. 2012 yılında başarılı olamayınca, bu sefer yolsuzlukları operasyonlarını kullanarak, bu sefer Tayyip Erdoğan’ı bizzat hapse atmaya çalışan bir 17-25 Aralık dönemi yaşandı. Bu aslında adı Paralel Devlet Yapılanması kondu, sonra kısmen FETÖ diye adlandırıldı, kırmızı kitaba girdi, Bakanlar Kurulu karar aldı ama yine topyekûn mücadele yapıldığı söylenemez. Çok çok sınırlı kalıyordu.
Tehlikenin boyutuna göre, sınırlı bir önlem alındı diyorsunuz.
Bu bir canavarı yaralı bırakmaya benzedi. Zaten katliam yapacağı, kendini tekrar onarmak için çok can yakacağı belli olan bir örgütü bu şekilde yaralı bıraktığınız zaman, “Ben bunu kısmen halledebilirim” diyenler yanıldığını 15 Temmuz’da gördü. Benim açımdan şaşırtıcı olanı şu, biz bu örgütün ne kadar etkili olduğunu biliyorduk, çünkü davalar sırasında askeri yargıda ne kadar etkili olduklarını görmüştük. Bu davalarda mağdur olan orgenerallerin, genelkurmay başkanlarının bile sözünü geçiremediğini görüyorduk. Bir genelkurmay başkanı “Arkadaşlarımı koruyamıyorum” diye istifa etmek zorunda kaldı. Bir başkası kumpasla cezaevine terör örgütü başkanı olarak girdi. Genelkurmay başkanlarını bile aşan çok büyük bir güç olduğu zaten anlaşılıyordu. FETÖ’nün kalemleri dediğim -gazeteci, analist falan demiyorum-, zaten bir takım izler veriyordu. Özellikle Amerika kaynaklı yazılar bir darbenin havasını buraya yansıtmaya çalışıyordu. Toplumdaki kutuplaşma, ayrışma da onlara çok yardımcı oldu. Hatta bu darbeyi yapanların, “Nasılsa kutuplaşma o kadar fazla ki, AK Parti düşmanlığı en az AK Partililer kadar kuvvetli, eğer darbe yaparsak onları arkamıza alırız” diye düşünmüş olmaları da büyük ihtimal. Ama öyle olmadı tabii ki. AK Parti’nin, CHP’liler ve MHP’lerin de katıldığı direnişi bütün o beklentiyi boşa çıkardı. Türkiye’yi tanıyor, dinamiklerini iyi biliyor ve Fetullah Gülen’den nasıl bütün bir toplumun istisnasız nefret ettiğini keşfetmiş olsalardı, buna kalkışmazlardı. Darbe olasılığını ben bu açıdan zayıf görüyordum.
Aslında bu darbe biraz da FETÖ’nün Türkiye’yi tanımamasının gafleti mi?
Darbe isteklerinin olabileceğini, komuta kademesinde bile etkili olabileceklerini düşünüyordum. Ama bu darbe daha geniş bir kadroyla bile olsa, bu toplumdan geri dönerdi. Şimdi deniyor ya, ordudaki katılım yüzde 1,5 düzeyinde kaldı diye. Toplum buna mutlaka tepki verirdi. Ben bunu yabancıların olduğu bir toplantı sırasında, “17-25 Aralık niye başarısız oldu?” diyenlere de aynı cevabı vermiştim. “Siz bu toplumu tanımıyorsunuz” dedim. “Bir Tayyip Erdoğan’ı tanımıyorsunuz, onun siyasi etkisini tanımıyorsunuz. İki Fetullah Gülen’i tanımıyorsunuz. Biz bu işi onların yaptığını biliyoruz. Onların yaptığı işin baştan sorunlu olduğunu, güvenilmez olduğunu geçmiş tecrübelerimizden biliyoruz. Bu toplumun böyle bir operasyonu algılayabileceğini, yorumlayabileceğini düşünemiyorsunuz. Üç Tayyip Erdoğan’ın nasıl desteklendiğini bilmiyorsunuz. Güçlü bir siyasi figür, onu seven çok fazla insan var ve onu siyaseten de sahiplenecekler” dedim ve nitekim öyle oldu. Darbenin olasılık dâhilinde olduğunu ama başarılı olamayacağını düşünüyordum. Hatta başarılı olmama olasılığını onların da öngörüp böyle bir işe hiç kalkışmayacaklarını zannederdim. Ama, bu yılki Yüksek Askeri Şura ve yapılan operasyonlarla sıranın askeriye içindeki FETÖ’cülere geldiğini anladılar ve var olmak için son bir altın vuruş yaptılar. Ve her altın vuruşta olduğu gibi yok oldular, öyle bir süreç yaşıyoruz.
Toplumsal ayrışma 12 Eylül darbecilerinin de kullandığı bir bahaneydi. Bu sefer farklı olan ne?
O günün darbe koşullarıyla bugünün darbe koşulları çok farklı. Bir kere toplum 36 yıl daha büyüdü. O zaman Türkiye’nin 50 yıllık bir dalgalı bir demokrasi tecrübesi vardı. 12 Eylül’den bu yana bir kuşak daha ortaya çıktı. Özellikle son yıllarda çok üniversite açıldı. Bu herkesi siyaseten bir yere savurur. O zaman 1 milyon üniversite öğrencisi varsa, şimdi 10 milyon üniversite öğrencisi var. Beğensek de beğenmesek de bir siyasi bilinç gelişti. İkincisi iletişim inanılmaz gelişti. Şu telefonun darbeciler bir anlamda iletişim kanallarının açık kalması onları yıktı. Adamlar bildiride demokrasi ifade özgürlüğü falan dediler ama ilk dakikada TRT’ye el koyup CNN’i basmaya kalktılar. Kenan Evren’in darbe yaptığı koşullarda sağ ve sol olarak ikiye bölünmüştü. FETÖ’cülerin nefret ettikleri, operasyon çektikleri Kürt siyasetçileriyle, CHP’lilerle, hatta yine operasyon çektikleri, yönetimi değiştirerek bir ittifak oluşturmak peşine düştükleri MHP’lilerle işbirliği yapmaya çalıştığı görünen bir şeydi. 12 Eylül’de toplum çok kutuplaşmıştı, birbirlerini tanımayan, yoksul insanlar birbirini vurmaya başladı. Bunu durduracak kurtarıcı bekledi insanlar, sırf bu anarşiyi durdurduğu için Kenan Evren’i destekledi. Aslında onun onaylanmadığını, Evren’in son yıllarından biliyoruz. Bugünkülerin eksikliği muhalif gördükleri grupların da onların yanında yer alacağını düşünmeleri. Hatta buna merkez medyayı da dâhil etmişler ki, ilk anda CNN’i basmak gelmiyor akıllarına. CNN’de darbe karşıtı yayınlar başlayıp Erdoğan oradan yayın yapınca, alelacele bastılar. O kadar da plansızlar. Onlar kafalarında “muhalifler bizi destekler, merkez medya yanımızda yer alır, bu iş sabaha kadar başarılır” diye bir kurgu yaptı.
Cemaat Türkiye’de de yurtdışında da hep diyalog, ılımlı İslam söylemiyle öne çıktı. Bu söylemi terk ederek, silahlı bir örgüte dönüşmesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
2009’dan beri batıda olsun, içeride olsun, bunların göstermelik bir yüz olduğunu, cemaatin ikiyüzlü olduğunu söylüyorum. Her örgütün, terör amaçlı örgütün de insanlara sempatik gelecek bir yüzü vardır. Mesela PKK. Sorsanız, kendisini terör örgütü olarak görmez. Demokrasi, eşitlik için savaştığını falan söyler. Bu ne kadar inandırıcıysa, Fetullah Gülen’in de demokrasi, diyalog söylemi o kadar inandırıcıdır. Bir sürü insan inanabilir. Amerika’da bir toplantıya gittim, Pensilvanya’ya da çok yakın. Gülen’i anlattım anlattım, “Sonra nerede yaşıyor biliyor musunuz, Pensilvanya’da” dedim. Adamların haberi bile yok. Onların dünyasında bir karşılığı yok çünkü. Biz zannediyoruz ki Amerikalılar Fetullah Gülen’den çok hoşlanıyor. Gülen dar Amerikan yönetimi içinde bilinen ve kullanılan bir istihbarat örgütü. Onu sadece birkaç vakıf, Amerikan yöneticileri ve CIA bilir. Amerikalıların umurunda bile değil. Hiçbir yabancının “Burada bir Müslüman varmış, ilginç şeyler söylüyormuş, gidip dinleyelim” dediğini duydunuz mu? Pensilvanya’ya daha çok Türkiye’den gidilirdi. Orası bir anlamda biat merkeziydi. Oraya gidenler cemaatin şerrinden korunurdu. Bürokrat da siyasetçi de dâhil, “Aman Fetullah Gülen’le bir fotoğrafım olsun, kimse dokunmasın” diye düşünürdü. Anadolu’da Zaman abonesi olursanız, başınıza pek bir şey gelmezdi. Aynı şekilde Fetullah Gülen’le fotoğrafınız olursa da başınıza pek bir şey gelmezdi. Öyle bir dönem yaşandı. Korku iklimi oluştu. Dolayısıyla Gülen batıda diyalogla, ılımlı İslam’la anılmıyor. Herkes biliyor ki, bu iyi bir istihbarat örgütü, Cumhurbaşkanı’nın ensesine kadar yaklaşmış, devletin en üst kademelerine sızmış. Siz yabancı bir ülke olarak bundan daha iyi bir istihbarat örgütü bulabilir misiniz? Aynı zamanda poliste, askerde hâkim. İstediği siyasetçiyi değiştirir, istediğini koyar. Böyle bir örgüt. Darbeci olmasından şüphelenen Kemalistlerin böyle bir niyeti olmadığını biliyordu Amerika. Onları ayartamazdı. Onların kaygıları, endişeleri farklıdır. O yüzden böyle bir operasyon birimini devreye sokabilirsin Erdoğan’ı devirmek için.
Gülen örgütlenmesi, 94 kuşağı, Haşhaşiler… Son yıllarda literatürümüze girse de bu denli geniş bir yapılanma halkın zihninde karşılık bulmuş muydu?
Türk halkı görselcidir. Görerek inanır. O anlamda televizyon dizilerini de gerçek zannederler biliyorsunuz. Okuduğunun üzerinde durmaz. Burada acı bir tecrübeyi yaşayarak öğrendiler. Türkiye halkının bir darbeye karşı canını siper ederek direnişi, askeri darbe ihtimalini sıfıra indirmiştir. Endişe edilmesi gereken şudur, siyasi liderler dahil olmak üzere herkes tehlike altındadır şimdi. Bu da toplumda kaos yaratmak için uygulanabilecek bir yöntem. FETÖ grubuna bu işi verenler muhtemelen tamamlamak isteyecekler. Çünkü başarılmamış bir darbe sadece kaybedilmiş bir puan değil, aynı zamanda yapılacak atak anlamı taşıyor. Bunu engellemek için önemli isimlere suikastlar yapılabilir, böylece direnç kırılabilir. Nihayetinde hedef alınan bir siyasetçidir ama asıl hedef Türkiye halkıdır, bu yaşamdır. O yüzden bu bölgenin karıştırılması için bir şeyler yapacaklardır. Türk halkının meydanlarda verdiği demokrasi kavgasının, bu tehdit kalkana kadar sürdürülmesi gerektiğini düşünüyorum.
Darbe başarılı olsaydı ne olurdu?
Gülen Amerika’dan, geliş şekliyle Humeyni gibi dönerdi. Ancak geliş şekli itibariyle, yoksa bir dini lider kişiliği olarak değil. Yine Altunizade’ye giderdi, o dershane tepesine çıkardı. Orası onun bir anlamda karargâhı olurdu. Gidip de saraya köşke bir yere yerleşmezdi. Çünkü onun dünyası aldatmacalarla dolu. Dünyanın en mütevazı insanı görünüp o mütevazılığı içinde olağanüstü bir kibri taşıyan, sahtekâr bir insan. Bütün söylemi ben ne kadar değersizim, ben fakir, ben şu bu. Sen koskoca bir ülkenin kaderiyle oynayan bir canisin. Bu gücü seviyor çünkü, yıllarca bununla yaşamış. Askerden adamlarının olmasını, gücün elinde olmasını seviyor. Gerçekten dindar ve iyi niyetli bir insan “Kardeşim beni nasıl böyle bir şeyle yan yana getirirsiniz” der. Ona inanmış bir tane polis, ya da arkadaşlar, dostlar hapse atılsa tek yapacağı şey atlayıp bir uçağa gelip, “Bir dakika arkadaşlar, bu adamların üyesi olduğu örgütün başı benim. Nasıl bir örgütmüşüz biz, bana bir anlatın, beni de yargılayın” der. Namuslu adam bunu yapar. Takipçilerini tanımıyorsun da himmetlerini cebe indirmeyi biliyorsun? Onların parasıyla okul kurmayı biliyorsun. Diyor musun “Kardeşim bir okul kuruyoruz, Adana’nın bilmem neresinden para gelmiş, namuslu mudur değil midir, baktınız mı? Bu himmet denilen şey nasıl toplanmış?” Böyle bir hakkaniyet duygusu var mı içinde? Yok. O yüzden her şeyi riyakârlık, ikiyüzlülük üzerine kurulmuş. Eğitim, diyalog hep makyaj. Asıl sahnenin arkasında büyük bir güç var, onu yaşatan yeşerten. O da Amerika Birleşik Devletleri. 90’lı yıllardan beri devletin kurumları tarafından biliniyor zaten.
Devletin iade talebi var. Sizce iade edilir mi?
İade edeceklerini zannetmiyorum. ABD uzun yıllardan beri Türkiye’yi sadece kullanmak isteyen bir devlet görünümünde. Müttefik falan değil. PYD’ye terör örgütü diyorsunuz, onlar “Bizim için müttefik” diyor, askerlerine bile onların brövelerini taktırıyor. Fetullah Gülen için de bu olaya kadar “Terör örgütü olarak görmüyoruz” diyorlardı. Onu öyle görmeme nedenleri hukuka bağlılık falan değil, tamamen kendi elemanları olduğu için. Bütün bu şartları değerlendirdiğimiz zaman, kolay kolay verileceğini zannetmiyorum. Türkiye’deki istikrarsızlığı körüklemek istiyorlarsa, hâlâ cemaate ihtiyaçları var. Darbeye karışan askerlerin daha önceki icraatları da sorgulandığı için Uludere Davası yeniden raftan indi. Hrant Dink davasında da FETÖ üyesi polisler bir yıldır tutuklu. Her şerde bir hayır vardır diye bir söz vardır ya. Böyle bir olayda bunu kullanmak bana çok ağır geliyor. Keşke böyle bir şer olmasa, bu şerrin hayrından da insana çok yarar gelmez aslında. 247 insan acımasızca öldürülmüş, katliam yapılmış. Bunun sosyal travması yıllarca geçmeyecek. Keşke böyle bir şer yaşanmasaydı da onun hayrı da bizden uzak kalsaydı. Bu davalardaki şüpheler keşke bu olay olduğu an değerlendirebilseydi. Maalesef siyasetçiler bu olaylara sahip çıktılar. Keşke siyasetçiler basiretli davransalardı. Bunların hepsi konuşulacak ve tarihte bir yere oturtulacak. Bu olay yaşanmasaydı, bu dosyalar açılmazdı. 17-25 Aralık yaşanmasaydı, Hrant Dink davası yeniden başlamazdı. O dava 2013’ten sonra yeniden açıldı ve FETÖ’cü polisler 1 yıldan beri cezaevinde yatıyorlar. Düşünün bütün güvenlik bürokrasisine bunlar hâkim. Siyasetçinin önüne dosyaları koyanlar da bunlar. Aslında bürokratın siyasetçiyi yönlendirdiği bir süreç yaşandı. Siyasetçi her şeye hâkim olamaz ki. Polis size bir rapor getirir, “Bu adam bilmem ne örgütü üyesiymiş” der, o da ona göre değerlendirir. Beraber çalıştığı iş arkadaşı sonuçta. Uludere’de, Rus uçağının düşürülmesinde bu adamların rol oynadığını düşünmek için çok fazla sebep var. Bu sürecin bu tür bir arınmaya yol açacağı umudu var hepimizde.
Bürokraside tasfiye süreci darbe girişiminden önce de başlamıştı ama sonrasında daha büyük rakamlarla devam etti. Tam bir temizlenme olur mu?
Öncesinde hukuki süreçlerin işlemesi gerekiyordu. 3 bin tane hâkimin savcının onlardan olduğunu biliyorduk. Bunu HSYK da bas bas bağırıyordu. Bunu söyleyen HSYK üyelerine yapılmadık itibarsızlaştırma kalmadı ama 3 bin kişi canlı bomba gibi yargının içinde duruyordu. İki tanesinin halini MİT tırları olayından biliyoruz. Sonuçta devlet dediğimiz mekanizma hukuki süreçlerle çalışıyor. Önce açığa alıyorsunuz, inceleme başlatıyorsunuz, görevine son veriyorsunuz, o mahkemeye gidiyor, göreve iade istiyor. Bir sürü uzun süreçler. Zekeriya Öz mesela. Ne tür hukuksuzluklar yaptığını hepimiz biliyoruz ama görevden uzaklaştırılması için gereken dosya Ali Ağaoğlu’ndan tatil için aldığı para. Önce HSYK dairesinden karar çıkıyor, sonra Bakanlık inceleme izni veriyor, sonra soruşturmaya dönüşüyor, sonra soruşturmalar için ifadeler alıyor. Ben Zekeriya Öz’le ilgili şikayetimden 5 yıldan beri sonuç alamadım ama Ali Ağaoğlu’nun meselesi çok lokal ve sınırlı olduğu için hemen sonuç alındı. Al Capone’nun mafya faaliyetlerinden yıllarca yakalanmadıktan sonra gelir vergisindeki bir boşluktan 20 yıl yatması gibi. 1600 askeri göndermek kolay mı? YAŞ kararı yetmezdi buna. Ancak böyle bir olayla temizlenebilirdi.