Yardım kuruluşlarımızı ne zaman tartışacağız?  

 

 

Bugün konuştuğumuz Yeni Türkiye’nin mimarlarından birinin 1980’lerde başlayan ve 1990’larda zirveye uzanan dinamik ve kuşatıcı Müslüman sivil toplum kuruluşları olduğundan kimsenin şüphesi yok. Sivil toplum kuruluşlarımızı o dönem güçlü kılan temel etken sadece samimiyet değildi, aynı zamanda özgüven, çok çalışma ve en önemlisi geleceğe dair bir projeksiyona sahip olmasıydı. Belki imkanları yetersizdi ama idealleri, hedefleri vardı. Yöneticilerinin çoğu belki de o hedeflere ulaşmayı çok zor görüyordu. Kendilerini ‘biz seferden sorumluyuz, sonuçtan değil’ diye motive eden bir nesildi o. Çok şükür onların o yoğun çalışmaları bugün bizleri buralara taşıdı. Fakat gelinen noktada sanırım bir iç muhasebe yapma zamanı geldi. Bunun bir kaç sebebi var.

Birincisi artık Türkiye İslam dünyasıyla eskisinden çok daha bağlantılı. Özellikle Cumhurbaşkanımız Erdoğan’a duyulan saygı ve sevgiyle bu durum zirve yapmış durumda. Devletin daha çok öne çıktığı, sivil toplumun devleti neredeyse takip ettiği bir dönemden geçiyoruz. Bu durum kötü değil, fakat sivil toplum kuruluşlarının devlete angajmanı gibi çok ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. Bağımsızlığını koruyamıyorsa bir sivil toplum kuruluşu, ona artık ne kadar sivil denir çok emin değilim.

İkincisi İslam dünyası ve Müslümanlar 10-20 yıl öncesi gibi fakir değil. Elbette hala çok Müslüman fakir bir durumda ama göreceli olarak bir iyileşmeden bahsedilebilir. İşte bu ekonomik iyileşme, sorunları bir başka zaviyeden görmeyi zorunlu kılar.

Üçüncüsü şu ki artık Müslüman sivil toplum kuruluşları çoğunlukla eski modeli takip ediyor. Bir de buna bir çok kuruluşun birbirini neredeyse kopyalarcasına model olarak görüp takip etmesi eklenince bir tür sıradanlaşmayla karsı karşıyayız.

Ramazan ayı vesilesiyle Latin Amerika’da tekrardan bir ‘deja vu’ yaşıyoruz. Bir çok kuruluşumuz Ramazan ayı vesilesiyle kıtaya geliyor ve Müslümanlara Ramazan yardımı dağıtıyor. Bu durum elbette Müslümanların sorunlarını dinlemek ve paylaşmak adına çok güzel bir şey. Hatta onlarla hasbihal edip beraber teravih namazı bile kılmak sembolik olarak ümmet bilincini öne çıkaran çok önemli bir boyut.

Fakat sadece Latin Amerika’da değil diğer birçok yerde gözlemlediğim ciddi bir sorunla karşı karşıyayız. O kadar çok sivil toplum kuruluşumuz var ki, hepsi aslında yerelde aynı partnerlerle aynı şeyleri yapıyor. Sanki birbirinden habersizcesine hareket eden bu yapılar aslında gücü birliği yapsa çok daha kalıcı faaliyetlere katkı yapacaklar. Burada büyük kuruluşlardan bahsetmiyorum sadece. Anadolu’da bir kaç kişinin kurduğun bir çok dernek de artık aynı şeyleri yapıyor.

Acilen Türkiye’deki Müslüman vakıf ve dernekler Ramazan ve kurban projelerini elden geçirmesi lazım. Herkesin aynı yere gittiği bir sistem artık işlemiyor. Diyanet başta olmak üzere ortak bir zeminde buluşulup ya bir ortak çalışma planı çıkarılmalı ya da ülkeler paylaşılmalıdır. Eğer bu yapılmazsa çok yakın zamanda artık yereldeki insanlar ülkemizin kurumlarına çok saygı göstermeyecekler. Onlara bir tür sağılacak inek gibi bakanlar bile çıkacak. Müslüman vakıf ve dernekler her şeyini yitirebilir ama asla kredi ve saygınlıklarını yitirmemelidir. Özellikle de dünya Müslümanları gözünde bu durum her şeyden önce gelir.

İkinci bir nokta son 20 yıldır İslami dernek ve vakıfların tecrübelerini eleştirel bir gözle elden geçirmemiz lazım. Dünyanın birçok yerinde birçok şey yaptılar, fakat kalıcı olarak ne yapıldı? Bu soruya verilecek cevap üzerinden önümüzdeki 20 yılda neler yapmalımızın cevapları aranmalıdır. Ayrıca pozitif ve negatif tecrübeler ışığında samimi bir tartışma yapmak isabetli olacaktır. Bu durum artık hem bu dernek ve vakıflara destek verenlerin olayı net ve somut bir şekilde görmelerine yol açacak hem de derneklerle vakıflar arasındaki güveni yeniden tazeleyecektir.

Son bir nokta olarak artık Müslüman sivil toplum kuruluşları  ‘sivil’liklerini yeniden keşfetmelidir. Devletle yakın çalışmalı ama devletleşmemelidir. Biz Müslümanlar için asıl olan devlet değil, sivil alanı kontrol etmektir. Sivil/sosyal alanı entelektüel, kültürel, fiziki, psikolojik ve sosyolojik anlamda kontrol ettiğimiz müddetçe, uzun vadeli plan ve projeler yapabiliriz.

Benim buradan tüm Türkiye’deki camiamızın kuruluşlarına çağrım şudur ki gelin ve ülke paylaşımını en azından yeni girmeye başladığımız Latin Amerika’da yapalım. Aynı zamanda kıta sivil toplum ve devlet arasındaki ilişkiler bağlamında yeni bir tecrübenin önünü açsın.

Eğer bugün yaptığımız işlerin muhasebesini yapamazsak, yarın bunu yapacak ne imkanımız ne de vaktimiz olur. Artık bir çok badireyi atlattığımız ve kısmen rahata çıktığımız ülkemizde biraz da kendi iç sorunlarımıza eğilme vakti gelmedi mi?

 

 

 

Benzer konular