Netflix, büyük eleştiriler alan dizi ve filmlerine karşın yayınladığı kaliteli belgeselleriyle de dikkat çekiyor. Son günlerde öne çıkan belgesellerden birisi de kuşkusuz ‘The Edge Of Democracy’. Belgeselde, Brezilya’nın iki Cumhurbaşkanı Lula da Silva ve Dilma Rousseff’in ‘yolsuzluk’ operasyonuyla devrilmesinden, 2018 yılının sonunda Cumhurbaşkanı seçilen Bolsonaro’ya kadar Brezilya tarihinin çalkantılı yıllarını anlatılıyor. Belgeseli izlerken benzer şeyleri yaşayan bir ülke daha aklınıza geliyor: Türkiye!
Brezilya’nın çalkantılı askeri diktatörlük yıllarında işçi haklarının büyük bir savunucusu olan Luiz Inácio Lula da Silva diğer bir adıyla ‘Lula’ , Brezilya diktatörlüğüne karşı büyük mücadele vermişti. Bu mücadelesi sonucu önce işçi sendikalarının başkanı oldu ve yüz binlerce işçiyi temsil etti. 1982 yılında Brezilya’nın yakın dönemine damga vuracak olan İşçi Partisi’ni (Partido Trabalhadores, PT) kurdu. PT kurulduğu yılda ülkenin geniş kesimine yayıldı ve 400 bin üyeye ulaştı. Bu yükselişle beraber Lula, 1986 yılında Brezilya kongresine seçildi. Yeni sivil anayasanın hazırlanmasına aktif olarak katılan PT bu sayede işçi haklarıyla ilgili önemli kazanımlara anayasal güvenceye almayı başardı. 1989 yılında PT’nin adayı olarak sosyalist bir programla başkanlık seçimlerine katılan Lula özellikle sermaye çevrelerinin karşı çıkması sonucu seçilemedi. Bundan sonra yapılan bütün başkanlık seçimlerine katılan Lula, 27 Ekim 2002 tarihinde yapılan ikinci tur seçimlerini Brezilya Sosyal Demokrat Partisi adayı Serra’ya karşı başarıyla tamamladı ve 1995 yılından bu yana başkanlık görevinde bulunan Cardoso’nun yerine Brezilya devlet başkanı oldu.
Lula’nın Brezilya’da verdiği bu mücadelenin bir benzerini aynı tarihlerde Türkiye’de Recep Tayyip Erdoğan veriyordu.
İKİ ÜLKENİN NORMALLEŞME HİKÂYESİ BURADA BAŞLIYOR
Büyük mücadeleler sonucu 2002 yılında iktidara gelen iki lider Lula ve Erdoğan, ülkelerinde yaşanan sorunları görmezden gelmedi. Erdoğan, reformlar ve sosyal alanda getirdiği normalleşme ile Türkiye ekonomisini hiç olmadığı kadar etkin hâle getirdi. Daha önce görmezden gelinmiş ‘sessiz’ çoğunlukların sesi olarak bir takım özgürlükleri güvence altına aldı. Adalete inancını kaybetmiş insanların tekrar adalete inanmalarını sağladı. Türkiye’yi dünyanın en büyük 17. ekonomisi hâline getirdi. Ülkenin dış ilişkilerde kaybettiği itibarı kat be kat kazanmasını sağladı.
Lula, Brezilya’da iktidara geldiğinde milyonlarca Brezilyalının umudu oldu. Ekonomik durumu kötü olan milyonlarca Brezilyalıya adeta dokundu. Başlattığı sosyal reformlar, tabanda refahı yeniden getirerek ülkede adeta dalga etkisi yarattı. Eğitim ve işçilerin sosyal durumlarına yönelik gerçekleştirdiği reformlarla ona güvenenlere beklediğini verdi. Dünyanın en kalabalık beşinci ülkesi olan Brezilya’nın ekonomisi yeniden parlamaya başladı. Ülkede yatırımlar arttı. Enflasyon ve işsizlik hiç olmadığı kadar düşük rakamlarla ifade edildi. Ülkenin doğal kaynakları, o kaynakların sahipleri, yani Brezilyalılar için aracısız bir şekilde kullanıldı.
Ekonomi dergilerinden The Economist, 2009 tarihli kapağında “Brezilya kalkışa geçti” başlığıyla ülkenin güçlü, dinamik ve hızla büyüyen ekonomisine dikkat çekti. Brezilya büyüyen bu ekonomiden halka daha fazla pay vermeye başlayan, kamucu, sosyal politikalar uygulayan, kuralsız neo liberal reçeteleri reddeden bir ülkeye dönüşmüştü. Bu dönüşüm doğal kaynak zengini Brezilya’dan en fazla nemalanan ülke olan ABD’nin hoşuna gitmemişti. ABD’nin “Arka Bahçe”sindeki sosyal, kamucu politikalar, Washington’da rahatsızlık nedeniydi.
Lula’nın sosyalist İşçi Partisi’nin Petrobras (Brezilya’nın milli petrol şirketi) aracılığıyla Exxon ve Chevron’un Brezilya’daki faaliyetlerini etkilemesi, IMF’ye olan bağımlılığa son verilmesi, ABD’de baskı düzenine tersti. Lula’nın başlattığı ve etkin hâle gelen bu ‘başarılı’ politikalar sayesinde dünyanın onuncu büyük ekonomisi olan Brezilya, ABD ve Avrupa’dan sonra üçüncü en büyük tarım ihracatçısı konumuna yükseldi.
Aynı tarihlerde Türkiye de IMF ile olan bağlılığına son vermişti. Ülkenin ihracatı artmış, işsizlik hiç olmadığı kadar düşmüş ve ekonomik göstergeler ülke tarihinde hiç olmadığı kadar iyi sonuçla gelmişti.
SİYASETTE FARKLI YAKLAŞIMLAR
Bu tarihlerde Türkiye ve Brezilya’nın Cumhurbaşkanları tarihlerinde ilk kez klasik ittifak normlarından sıyrılarak farklı siyasi yaklaşımlara yelken açtı. Türkiye, Cumhuriyet’in ilan edilmesinden bu yana ihmal edilmiş Arap coğrafyasıyla ilişkilerini geliştirdi. Cumhuriyet ile kopan Afrika ilişkilerini hiç olmadığı kadar etkin hale getirerek Afrika kıtasının ‘Stratejik’ ortağı oldu. Daha önce açılan büyükelçiliklerden başka bir bağlantısının olmadığı Latin Amerika ülkelerine yönelik açılımlar başlattı. Dostane başlayan bu ilişkiler zamanla ekonomik ilişkilerin gelişmesine neden oluyordu.
Diğer taraftan yıllardır NATO üyesi olması sebebiyle ABD’nin doğal müttefiki olarak görülen Türkiye, artık diğer küresel ve bölgesel güçlerle ilişkilerini geliştirmeye başlamıştı.
Rusya ile 2000’li yılların başında gelişen ilişkiler, siyasi işbirliğine hatta askeri işbirliğine kadar uzandı. Diğer bir küresel güç olan Çin ile mevcut ekonomik ilişkiler geliştirildi.
Çin’in küresel projelerinin en önemli duraklarından birisi Türkiye oldu. Avrupa Birliği vizyonunu 2002’den bu yana koruyan Türkiye, dış politikasını AB ülkeleri ile farklı başlıklar altında çeşitlendirdi.
Kıtanın diğer tarafında ise Brezilya, kazandığı bu ekonomik gücü küresel ve bölgesel bir güç olma hedefi taşıyan bir Latin Amerika ülkesine dönüştürdü. Kıtada bölgesel etkinliğin yanı sıra tıpkı Türkiye gibi Çin, Rusya, Hindistan ve Güney Afrika ile stratejik ilişkiler kurdu. Önemli bir örgüt olan BRICS’in kurucularından oldu.
Irak Savaşı ve Küba’nın yaşadığı ambargoya tepkisi, Kolombiya’daki Amerikan askeri varlığına yönelik tavrı Washington’da Brezilya karşıtı seslerin yükselmesine neden olmaya başlamıştı.
Dünyanın yükselen küresel gücü Çin, Brezilya’daki bu potansiyelin farkındaydı. Çin, bu dönemde ABD’nin arka bahçesinde ABD’yi ekonomik anlamda geçerek Brezilya’nın en büyük ticaret ortağı oldu.
Takvimler 2010 yılını gösterdiğinde Türkiye ile birlikte İran’ın nükleer faaliyetleri konusunda çözüm bulabilmek için arabuluculuk rolü üstlendi. İsrail’in işgali altındaki Filistin Devleti’ni resmi olarak tanıdığını beyan etti. Afrika’da ekonomik ve siyasi faaliyetlerini arttırarak kıtada birçok büyükelçilik açtı.
RAHATSIZLIKLAR BAŞLIYOR
İki ülkenin kısa sürede yaşadığı bu gelişim, hem ülkelerinin içerisinde hem de ülkelerinin dışındaki bazı odakların dikkatini çekmişti. Rahatsızlıklar arttı. Bazen sessizce bazen ise yüksek sesle tehditlerle yeni bir mücadelenin başlayacağı görünüyordu.
Lula, 2010 yılında İşçi Partisi’nin adayı olarak yıllarca danışmanlığını yapmış, ülkenin eski enerji bakanlığını yapan en büyük petrol şirketi Petrobas’ın idarecisi Bulgar asıllı Dilma Rousseff’i devlet başkanlığına aday olarak gösterdi.
Dilma, 31 Ekim’de oyların yaklaşık yüzde 56’sını alarak seçimi kazandı ve böylece 1 Ocak 2011 tarihinde ülkenin ilk kadın Devlet Başkanı olarak görevine başladı. 26 Ekim 2014’te devlet başkanlığı seçimlerinin ikinci turunda oyların yaklaşık %52’sini alarak ikinci kez Devlet Başkanı seçildi.
Takvimler 2014 yılını gösterdiğinde Brezilyalı Yargıç Sergio Moro ‘Araba Yıkama Operasyonu’ adlı yolsuzluk soruşturmasını başlattı. Operasyon birçok kongre üyesi, iş adamı ve eski Cumhurbaşkanına uzanıyordu. Lula’nın yargılanması yanında Petrobas’ın yıllarca yöneticiliğini yapan mevcut Cumhurbaşkanı Dilma’ya da önemli suçlamalar atfedilmişti.
Brezilya Devlet Başkanı Rousseff’in 2003-2010 yıllarında ülkenin en büyük petrol şirketi Petrobras’ın başkanlığını yürüttüğü sırada şirkette, 800 milyon dolarlık yolsuzluk yapıldığı, ihalelere fesat karıştırıldığı, yetkililerin rüşvet aldığı iddia edildi.
Soruşturma kapsamında aralarında şirketin üst düzey yöneticileri, iki eski milletvekili ve önde gelen iş adamlarının bulunduğu 100’den fazla kişi gözaltına alındı.
Dilma’ya gelen suçlamalar daha sonra Dilma’nın Brezilya Parlamentosunda cumhurbaşkanlığının düşürülmesiyle sonuçlanacaktı. Bu süreç boyunca Dilma destekçileri ve Dilma’nın görevden alınmasını isteyen Brezilya’lılar arasında birçok gerginlik yaşandı. Ülke bu süreçte ekonomik bir resesyona girdi. Eski Devlet Başkanı Luiz İnacio Lula da Silva da soruşturmaya dâhil edilmişti. Lula daha sonra yaklaşık 24 yıl hapis cezasına çarptırıldı.
Bu soruşturmanın yine federal bir yargıç ile yürütülmesi tesadüf değildi. Yargıç Moro, Dilma ve eski cumhurbaşkanı Lula arasındaki olduğu ileri sürülen bir ses kaydını devlet televizyonunda yayınlattı.
BREZİLYA’DA VE TÜRKİYE’DE YARGI DARBESİ
Brezilya’da yaşanan bu yargı darbesinin bir benzeri aynı tarihlerde Türkiye’de yaşanıyordu. 2013 yılında ‘Gezi’ kalkışması ile başlayan bu süreç, ülkenin en önemli kurumlarına sızan FETÖ örgütünün yargı ayağının 2013 Aralığında sözde bir yolsuzluk operasyonu başlatmasıyla devam ediyordu.
Türkiye’nin Moro’su, savcı Zekeriya Öz liderliğindeki bu soruşturma tıpkı Brezilya’da olduğu gibi Türkiye’de de Başbakanı hedefliyordu. Erdoğan’ın çocukları akrabaları bakanları da soruşturmaya dâhil edilmişti. Ancak Türkiye’de yapılmaya çalışılan bu yargı darbesi, Başbakan ve Türk halkının ‘dik’ durmasıyla bertaraf edildi. Aynı örgüt 2016 yılında 250’den fazla sivilin öldürüldüğü 15 Temmuz silahlı darbe girişimini başlattı.
BREZİLYA YENİLDİ, TÜRKİYE DİRENİYOR
Brezilya’da 2018 yılının sonunda iktidara gelen aşırı sağ lider Bolsonora ülkenin yükselen görüntüsünü paramparça etmiş durumda. Ekonomik olarak sorunlar yaşamaya başlayan Brezilya’da halk, farklı odakların operasyonlarına direnememenin pişmanlığını yaşıyor. Bolsanaro’nun izlediği siyaset, ABD’nin dünya siyasetine damga vuran radikal, ırkçı, aşırı milliyetçi ve ötekileştirici yaklaşımının devamı niteliğinde.
2019 yılında Türkiye hala farklı odakların farklı müdahaleleriyle karşı karşıya gelmeye devam ediyor. Yargı ve silahlı darbelere direnen Türkiye’ye ekonomik zorbalıklar, ambargo ve yaptırım tehditleri sürüyor. Dış ve iç odaklar Türkiye’de ‘Brezilya’ senaryosu yapmak istese de Türk halkı, iradesine sahip çıkmakta kararlı.