Yorucu geçen bir sürecin ardından, son nokta olmasını umut ettiğimiz referandum sonrasında Latin Amerika yazmaya bu hafta ara vermek istiyorum. Çok uzaklarda da olsak gündemimiz hep Türkiye’ydi. Çünkü bu geminin gidişatı ile kaderimiz aynı. Latin Amerika’da referanduma ilişkin çoğu doğru olmayan ve genellikle ikincil kaynaklara dayanan yorumlar çıktı. Yazılanların genel havası batıda konuşulan sıradan, standart ve çapsız yorum ve değerlendirmeden farklı olmadı. Hatta bazen batıdaki o kötü dediğimiz değerlendirmelerden bile daha aşağı seviyelere düştüler.
Latin Amerika’daki tanıdıklarım referandumu nasıl gördüğümü sordular. Hiç çekinmeden tek kelime ile ‘kazandık’ dedim. Yorum yapmaya çalışanlara Türkiye’nin neyi oyladığını bilip bilmediğini sordum, çoğu aslında neyin oylandığını bilmiyordu. ‘Kazandık’ derken, Güney Afrika’da yaşadığım dönemde gerçekleşen 1 Mart Meclis Tezkeresi’ni hatırladım. 1 Mart öncesi çoğu insan ülkemize Türkiye zaten batının bir ‘ajanı’ dolayısıyla Irak savaşına kendi toprağı üzerinden asker göndermeye onay verecek gözüyle bakıyordu. Fakat sonuç hayır çıkınca insanların bakışı bir anda değişmişti. İlk defa ülkenin saygınlığının dışarıda o zaman artmaya başladığını hissetmiştim. Şimdi ise saygınlığı derinleştirme vakti.
Şunu unutmamamız gerekir ki batının yürüttüğü bu anlamsız Türkiye karşıtı medya kampanyasını kazanmamız asla mümkün değil. Bu batı medyası öyle bir rüzgar ki önünde gelen her şeye kendi zehrini bırakarak gidiyor. Ülkede ipleri kontrol ettiğimiz müddetçe bu kampanyanın etkisi sadece imaj bozmaktan ibaret. Referandum sonrası artık kimsenin bu medya savaşını kazanırım moduna girmesine gerek yok, biz işimize bakmalıyız. Herkes kendi bulunduğu yerde, etki alanında ve bulunduğu pozisyonda en iyi şekilde hizmet vermeli, standardı yükseltmeli. Artık çok büyük meta teorilerle anlamsız tartışmalara girmenin de anlamı yok. 15 yıllık tecrübe sonrası Türkiye’nin sorunlarını sanırım bilmeyen yok. Son yıllarda çoğu insan çalışmak yerine çalışır gibi yapmayı tercih etti. Haklı sebepleri olabilir ama eğer ülkede bir kan tazelemesi yapmazsak son yıllarda hissedilen ‘duygusal’ yorgunluk kendisini bir bıkkınlığa ve en sonunda çöküşe götürecek. Artık konuşma zamanı değil, çalışma zamanı.
Buradan takip ettiğim kadarıyla, bir kaç noktaya dikkat çekmek istiyorum. Son yıllarda en kötü sınavı medya veriyor. Kimse bu sorun yapısal vesaire diye karşı çıkmasın. Türkiye’deki muhafazakar medyanın son 10 yılda hiç yokken piyasaya sürdüğü, alan açtığı ve sonunda kamuoyunda kilit aktör haline getirdiği kaç kişi var? Bunların kaç tanesi bizlerle aynı ideali paylaşıyor? Muhafazakar medyanın artık insanların atlama tahtası olarak kullandığı bir mecra olmaktan çıkması lazım. Eğer biz çözümlere medyadan başlamazsak hiç bir şeyi halledemeyiz. Çünkü bu medyadaki komplocu, kompleksli ve kendini satmaya çalışan tiplerin etki ettiği geniş bir gençlik kitlesini kaybediyoruz. Gençliği sağlam olmayan hiç bir siyasi veya sosyal hareketin uzun vadede başarılı olma şansı yoktur.
Medya ile beraber akademiye de el atmak gerekir. Bugün artık herkes siyasileşti, hiç kimse bir yerlerde kalıp insan yetiştirmekle ilgilenmiyor. İnsan yetiştirmek sadece kitap yazmak değildir. Aksine öğrencilerle yakından ilgilenmek ve takip etmektir. Bugün herkes bir yerlere yetişmiş adam arıyor, fakat yetişmiş insan aramak için harcadıkları süreyi insan yetiştirmeye harcasalar, sanırım bu sorun çözülür. Unutmayalım Türkiye’de en az bir başka Türkiye’yi daha yönetecek yetenekli insan var. Sorun bu insanları sisteme doğru yerden dahil etmek. FETÖ’nün birbirimize güven anlamında kimyamızı bozduğu bu süreç sonrasında artık yeniden toparlanıp, güveni yeniden kurmamız lazım. Her ne kadar hala FETÖ ile mücadele adı altında küçük kahramanlıklar yapmaya çalışan sahte ve korkak tipler aramızda olacak olsa da onlara bu yaptıkları ucuz numaraların anlamsız olduğunu göstermemiz lazım.
Türkiye’de bugün derin hayal kırıklığı içerisinde olan fakat sessiz kalmayı tercih eden çok geniş bir kitle var. Bu kitle şu an atıl görünse de aslında çok dinamik, makul ve uzun vadeli düşünebilen bir kitle. Çeşitli sorunlar dolayısıyla çoğu bugün dışarıda kalmayı kasıtlı olarak fakat vicdanı sızlayarak tercih ediyor. Bu bekleyiş ne fırsatçı ne de hesapçı bir bekleyiş. Ümidini kırmama adına, hayallerini canlı tutma adına ve en önemlisi kendi seviyesini koruma adına yapılan bir tür sabır testi.