Latin Amerika zihinsel sömürgeciliğe teslim

Latin Amerika’da yapılan, kıta dışındaki ülkelerle alakalı dış politika çalışmalarının ve bölge analizlerinin çoğu derinliksiz ve sorunlu. Bunu kıtada yayın yapan ana yayın organları üzerinden görebilirsiniz. Üniversitelerde de yapılan tezlerin yüzeyselliği, küçük bilgilerden büyük sonuçlara ulaşmaya çalışan sığlığı ve önemlisi birçok bilgi hatasını rahatlıkla gözlemleyebilirsiniz.

Latin Amerika aslında dünyada akademik anlamda kurban (victimization) olmuş bir kıta. Kıta ile ilgili üretilen bilgilerin çoğu oryantalist, yanlı ve yerel dinamikleri göz ardı eden nitelikle. Fakat bütün bu entelektüel anlamda batı hegemonyasına rağmen Latinlerin diğer dünyaları okuyuşları aslında tam da eleştirdikleri batılılardan hiç bir şekilde farklı değil. Çünkü her ne kadar İspanyolca ve Portekizce konuşsalar da zihin dünyalarını, düşünme melekelerini ve önemlisi analiz aygıtlarını oluşturan asıl dinamikler tamamıyla batılı. Hal bu şekilde olunca sağlıklı ve adil bir analiz pek ortaya çıkmıyor. Bir taraftan batıyı sonuna kadar eleştirirlerken aslında tam anlamıyla bir tür self-oryantalizm yapıp tam da batının kendilerinden istediğini yapıyorlar.

Latin Amerika’da akademinin genel durumu ayrı bir yazının konusu olmasına rağmen, kıtaya geldiğimden beri Türkiye dahil bir çok ülkeyle alakalı dış politika analizlerinin son derece yanlış olduğu bir tartışma dünyasının içerisinde buldum kendimi. Bazı analizler sadece bilgi dolu ve hiçbir şey söylemezken bazı analizler yer yer batının abarttığı ve ürettiği yanlış ve yanlı bilginin de ötesine geçip aklımızla dalga geçen bir seviyeye gelebiliyor. Ayrıca bir çok araştırmacı ve akademisyenin olaylara üst perdeden bakıp farklı bir bakış açısı geliştirebilir miyim kaygısı yok. Aksine kendi küçük dünyasında son derece spesifik konularda kalem oynatıp sanki bütün dünyanın oradan ibaret olduğunu düşünüyor. Bir de buna sanki diğer disiplinler arası yaklaşımların bir anlamı yokmuş gibi bir yaklaşım tarzı ve yer yer ukala bir duruş eklenince ortaya akademi değil, egolarını yarıştıran ve yüzeysellik üzerinden kendilerini piyasa şartlarında satmaya çalışan tipler ortaya çıkıyor.  Sol siyasetin soğuk savaş döneminde ürettiği entelektüel birikimden geriye çok da bir şey kalmadığına göre kıtanın akademyası, dünyanın her tarafında olduğu gibi akademisyen geçinen ama entelektüelitenin yanına yaklaşamayan tiplerin bir araya geldiği oluşumlara dönüşüyor. İşte bu yüzden Latin Amerika’dan gelen öğrenciler genelde çok zayıf oluyor. Kıtadan ‘bağımlılık’ teorisi dışında bir yaklaşımın çıkmamasını bu çerçevede değerlendirmek gerekir. Hâlbuki Latin Amerika her türlü teorinin alt-üst edilip yeniden kurulabileceği, örnek ve örneklemleriyle son derece renkli ve çok boyutlu bir sosyal ve siyasal hayata sahip. Maalesef kıtada bu zenginlikleri siz sunana kadar gören çok fazla akademisyen yok. Bunun asıl sebebi bilgi eksikliği değil, paradigma eksikliği. Thomas Kuhn’un söylediği gibi bilgi kümülatif bir şekilde ilerlemez, bilgi ancak ve ancak birikimi yeni bir bakış açısıyla yorumlayan yaklaşımların geliştirilmesiyse ilerler. Şu ana kadar Kuhn’un önerdiği şekilde yeni bir paradigma üretecek bir entelektüel nesil çok çıkmamış kıtadan. Bundan sonra çıkar mı bilinmez ama kıtanın bilgi kaynakları çeşitlenmediği sürece çıkmasına çok ihtimal vermiyorum. Kıtadan genelde öne çıkanlar batılı metodolojik modeli en iyi şekilde kopyalayıp kıtadaki tecrübeyi yorumlamaya çalışanlar, fakat bu durum kıtayı bir bilgi deposu ya da deney tüpünden öteye geçirip, yani nesnel bir değer olmaktan çıkarıp öznel bir değer oluşturmasına yol açmıyor.

Kıtaya geldiğimden beri Türkiye, Ortadoğu ve genel dünya siyasetiyle alakalı izlenimlerimin hepsi bunu teyit ediyor. Bölgemizle alakalı literatürü tarayınca oradaki sığlığı daha yakından görmek mümkün. Kıtada Ortadoğu ya da Türkiye uzmanı olmak için buralara bir defa gitmeniz yeterli. Bu sığlığın farkında olmayan bir çok ana yayın organı da sığ yazıları yayımlamaktan çekinmiyor. Örneğin Türkiye’deki sistem değişikliğiyle alakalı referandumu sanki Türk halkı sekülarizm ile İslamcılık arasında bir tercih yapmak için oylama yapacakmış gibi sunan kıtada saygın (!) yazar ve yayıncılar var. Kıtadaki ana medya organlarının 15 temmuz darbe gecesi ilk olarak kıtadaki FETÖ yapılanmasını temsil eden kişilere gelişmeleri yorumlattığını da burada ayrıca not etmek gerekir.

İşin özü şudur. Bilgi aktarma ve paylaşım anlamında kıtada bir karşılığımız yok. Türkiye acilen kıtaya en azından bir tane başın ataşesi atamalı. Ayrıca İspanyolcanın sadece turizm, salsa ve Che Guavere romantizminin ötesinde işe yarayacağını bilen ve gören bir nesli acilen kıtaya yönlendirmemiz lazım. Yoksa batı basınında Türkiye karşıtı ne kadar haber çıkıyorsa, Latin Amerika’da bunun yansıması Türkiye aleyhine en az iki kat fazla olarak ortaya çıkıyor.

 

Benzer konular