Kıtaya gideli beri birçok kişi Latin dünyası üzerine ne okumak gerektiğini çeşitli vesilelerle soruyor. Bu sorulara toptan bir cevap vermek adına bazı küçük notları paylaşmak istiyorum. Latin Amerika’da akademik hayata dışarıdan bakılınca aslında diğer bölgelere göre daha çok boyutlu ve derinlikli bir hava vermektedir. Özellikle İspanyolcanın zengin dili, ağır hakimiyeti ve en önemlisi sadece bir dil üzerinden koskoca bir dünya kurabilmiş olması dolayısıyla, Latin Amerika’da akademinin hem teorik hem de pratik açısından çok boyutlu geniş bir literatür sunması beklenir. Edebiyat alanında Maria Vargas Llosa, Gabriel Garcia Marquez gibi birçok yetkin isimleri yetiştiren kıtada, akademik dünya her nedense son dönemde çok büyük isimler yetiştiremedi. Bu genel olarak küresel alanda yaşanan entelektüel daralmayla doğrudan ilgili, fakat asıl sebepler kıtadaki akademinin yapısal sorunlarıyla da bağlantılı.
İlk olarak şunu belirtmek lazım ki Latin Amerika akademisi birçok üçüncü dünyada olduğu gibi yurtdışında, özellikle de Amerika Birleşik Devletlerinde yapılan doktoraya diğerlerinden çok daha fazla önem veriyor. Batı merkezli diplomaların artık dünyadaki ağırlığı ön yıl öncesine göre aynı olmasa da Latin dünyasında bir kişinin batıda doktora yapması en azından %60 oranında daha kolay iş bulacağının garantisi olarak görülüyor. Batıyla yakın ilişkiler kuran, İngilizce makaleler yazan akademisyenler bunun bir sonucu olarak daha önde ve el üstünde tutuluyor.
Aslında bu şekilde bir yaklaşımın altında tam olarak Latinlerin 1970’lerde teorileştirdikleri ‘bağımlılık – dependency’ olmasa da, kendileri batı merkezli dünya görüşünün bir parçası olduğunu hissederek biraz daha ‘gönüllü bir bağımlılık’ tarzı bir ilişki geliştirdiklerini söyleyebiliriz. Çoğu üçüncü dünya ülkesinin akademik durumu elbette bundan farklı değil.
İkincisi, Latin Amerika’daki üniversitelerin çoğunda hocaların doktorası yok. Doktora eğitimi kıtada çok pahalı olduğundan üniversitelerde masterı olan birçok kişi uzun yıllar öğretim üyeliği yapabiliyor. Doktorası olanların çoğu ise yurtdışında en iyi üniversitelerde çeşitli yurtdışı bursları sayesinde yapabiliyor. Bu yapısal sorun dolayısıyla Latin dünyasında akademi kendi içinde, pratik anlamda çok iyiler ve iyi olmayanlar diye ikiye bölünmüş durumda. Bu süreçte ister istemez, yurtdışı doktoralı hocalar çok rahat dışarıda ve içeride yayın yapabilirken, diğerleri için çoğu zaman yerel dergiler hayatta kalma mücadelesinin verildiği yerlere dönüşüyor. Bir de bu duruma İngilizce ya da başka bir yabancı dil bilmemeleri eklenince, akademisyenlerin çoğu aslında sıradan bir öğretmen ve bilgi aktarmanın ötesine geçip, günceli ve gündemi yorumlayan ve ajanda belirleyen bir konuma gelemiyor.
Üçüncü bir nokta, Latin Amerika’da sayısız İspanyolca akademik dergi ve birçok yayınevi varken, yapılan araştırmalar çoğu akademisyenin daha çok İngilizce yayınları okumayı öncelediği ortaya çıkıyor. Ayrıca bazı araştırmalara göre kıtada İngilizce yayın yapanlar daha saygın kabul ediliyor. Bu durum aslında Türkiye ve dünyanın diğer birçok ülkesinde yaşanan durumun Latin Amerika’daki tipik yansımasından başka bir şey değil.
Dördüncü nokta kıtada kimin okuduğu meselesi. Latin Amerika’da akademisyenler en çok kimleri okuyor diye sorulduğu zaman iki boyut ortaya çıkıyor. Bir tanesi İngilizce yazanların okunması diğeri ise pratik ve uygulanabilir yayınların ve yazıların daha çok tercih edilmesi. Bu çerçevede kıtada en çok okunan dergilerin Foreign Policy ve Foreign Affairs olması ve hatta Foreign Affairs en Espanol ve Foreign Affairs Latino America adlarıyla aynı derginin iki farklı versiyonun kıtada yayımlanıyor olması bir tesadüften öte kıtadaki insanların ilgisini karşılamaya yönelik bir eğilim aslında.
Son bir gözlem olarak, Latin dünyasında akademisyenlerin detay isteyen konuları çok sevdiklerini söyleyebiliriz. Belki de batı akademyasının doğrudan etkisinin bir sonucu olsa gerek, insanlar mikro düzeyde kalıp o konuyu sonuna kadar detaylı araştırmayı seviyor. Bu durum konuya ilgi duymayanlar için can sıkıcı olabilse de, bir çok akademisyen açısından yönetilebilir ve kontrol edilebilir bir yol olarak görülüyor.
Genel olarak Latin Amerika’nın akademisinin karakteristiklerini özetledikten sonra hala kimleri okumalıyız sorusunu soranlar olursa kendimce bir küçük liste verebilirim. Elbette herkesin listesi, önceliği farklı olacaktır ama şu isimlere bakmak kıtadaki genel trendleri anlamaya yardımcı olacaktır. Meksika’dan Jorge Costanada, Kolombiya’dan Arlene B. Tickner; Peru’dan Ferid Kahhat ve Hernando de Soto; Arjantin’den Carlos Escude, Atılio Boron, Monica Hirst; Brezilya’dan Fernando Henrique Cardoso, Monica Herz; ve Şili’den Luciano Tomassini. Siyasi analizleri dikkate alınarak çıkarılan bu listeye bir de edebiyatçılar eklenebilirse sanırım kıtayı anlamak isteyen gençler için iyi bir denge bulunmuş olur. İyi okumalar!