Latin Amerika ilginç bir şekilde göçmenlerin, yabancıların ve yeni hayat arayanların kendilerini en rahat hissettikleri, topluma rahatça karışabildikleri bir kıta. Hatta bu konuda Amerika Birleşik Devletlerinden bile çok çok ileride. Kıtada başka ülkelerden gelen göçmenler çok rahat bir şekilde siyasi, ekonomik ve sosyal skalada tırmanabilmekte ve toplum da onları sıradan bir yerel Latin kadar benimseyebilmektedir. 19.yy’ın sonu itibariyle Osmanlı coğrafyasından kıtaya gelen Müslüman, Hristiyan, Yahudi ve Dürziler Latin Amerika’nın birçok ülkesinde kendilerine çok rahatlıkla yer bulabilmişlerdir. Siyaseten ve ekonomik anlamda çok saygın konumlara gelen bu Los Turcos’lara daha sonra Filistin, İspanya ve Avrupa’nın diğer ülkelerinden gelen göçmenler de dahil olmuştur.
Son dönemde ise Afganistan, Suriye ve diğer sorun yaşayan ülkelerden kıtaya göçler yaşanmaktadır. Şu ana kadar BM verilerine göre 5413 Suriyeli mülteci olarak gelmiş olup bunların %87’si Brezilya’yı tercih ederken diğerleri Ekvador, Uruguay ve Paraguay’a gitmiştir. Brezilya’yı tercih etmelerinin temel sebebi özellikle Brezilya’da sayıları yaklaşık 8 milyonu bulan Arap nüfusunun varlığıdır. Kültürel anlamda zorluk çekmeyeceklerini düşünen Suriyelilere aynı zamanda en kolay şekilde kapı açan ülke Brezilya olmuştur. Ekvador’a ise yaklaşık doksan civarında Suriyelinin geldiği tahmin edilmektedir, fakat bunların çoğu çok zor şartlarda ülkeye gelebilmişlerdir. Aynı şekilde Ekvador’da Afgan kökenli nüfus varlığını artırmakta ve derinleşmektedir.
Bir ülke ya da kıtadaki göçmenlere yaklaşımın nasıl olduğunu ölçmenin en iyi yolu, göçmenlerin karar alma mekanizmasına ne kadar dahil olabildikleri ve dolayısıyla yaşadıkları ülkeyi ne kadar sahiplenebildiklerine bakmaktır. Latin Amerika kıtası bu anlamda çoğumuzun fark ettiğinden çok daha kapsayıcı, ve içselleştirici bir politikaya sahiptir. Arap kökenli Julio Cezar Turbay Kolombiya’da, Abdala Bucaram ve Jamil Mahuad Ekvator’da, Carlos Menem Arjantin’de devlet başkanlığı gibi ülkenin en kilit makamına ulaşabilmişlerdir. Aslen Japon bir göçmen ailenin oğlu olan Alberto Fujimori 1990-2000 yılları arasında Peru siyasetinde cumhurbaşkanı olarak çok ciddi bir rol oynamakla kalmamış halen Fujimori ailesi Peru siyasetinde en güçlü ailelerdendir. Alberto Fujimori’nin kızı Keiko Fujimori, geçen yıl Peru’da yapılan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ilk turu kazanmış, fakat ikinci turda rakibine yenilmiştir. Japon kökenli Fujimori karşısında seçimi kazanan ve cumhurbaşkanı seçilen Pedro Kuczynski ise Polonya kökenli göçmen bir ailenin oğlu olup, bir Amerikalı ile evli bir ekonomisttir. Brezilya’da cumhurbaşkanı Dilma Rousseff’un yardımcısı olan ve sonrasında görevden alınınca onu yerine geçen Michel Temer aslen Lübnan kökenli bir göçmen ailenin çocuğudur.
Kıtadaki göçmenlerin siyasal etkisi sadece en üst düzey makama gelenlerle sınırlı değildir. Örneğin şimdiki Ekvator Dışişleri Bakanı Guillaume Long, Paris doğumlu ve bir akademisyen olarak Kito’ya yerleşmiş bir kişidir. Zamanla konumunu pekiştirmiş, siyasi çevrelere dahil olmuş ve yaptığı çeşitli görevlerden sonra en son kabine değişikliğinde Dışişleri Bakanı olarak atanmıştır. Aynı şekilde Latin Amerika’da orta düzey bürokraside birçok yabancı rahatlıkla iş bulabilmekte ve devletin en kilit konumlarında çalışabilmektedir. Dışişleri bakanlıklarında daire başkanlığı gibi konumlar dahil, ülkenin karar alma mekanizmasını etkiyebilecek güce göçmenler ciddi şekilde sahiptir. Ayrıca Venezuela ve diğer ülkelerde birçok göçmen kökenli milletvekilinin varlığını da buraya not etmek gerekir.
Ekonomik anlamda göçmenlerin kıtadaki varlığı genellikle Meksikalı Suriye kökenli Carlos Slim üzerinde okundu. Slim ciddi bir sembol isim olmasına rağmen ekonominin kilit konumlarında çok sayıda göçmen vardır. Orta ve küçük ölçekli şirketlere sahip olan göçmenler birçok kıtada ekonomik anlamda orta sınıf ve üstü denilebilecek bir ekonomik konuma sahiptirler.
Kıtadaki göçmenlerin varlığı sadece siyaset ve ekonomik alanla sınırlı olmayıp, entelektüel anlamda da çok ciddi bir göçmen etkisinden bahsedilebilir. Filistin kökenli, Yahudi kökenli ya da Amerika Birleşik Devletleri dahil diğer batılı ülkelerden gelen akademisyenler kıtadaki entelektüel hayata görünenden çok daha fazla katkı vermektedirler. Hem kıtadaki yüksek öğrenim düzeyindeki eğitimin şekillenmesinde hem de siyasetçilere danışmanlık yaparak siyaset mekanizmasına katkı veren göçmen kökenli entelektüeller, aynı zamanda kıtanın ufkunu genişletmekte ve kıtayı diğer dünyadaki entelektüel tartışmalarla doğrudan bağlamaktadırlar. Bu konuda çok örnek olmasına rağmen bir tane örnek vermek gerekirse mesela Peru’da Filistin kökenli bir Hristiyan olan Farid Kahhat Ortadoğu dahil uluslararası ilişkiler konusunda en çok tavsiye alınan kişilerden biridir.
Latin Amerika’daki göçmenlerin konumu, etkisi ve kıtaya yaptıkları derin katkılar konusunda elbette çok daha fazla yazılacak şey var. Ama yukarıda kısaca özetlemeye çalıştığım gibi Latin Amerika son yüzyılda gerçek anlamda bir göçmen seven kıtaya dönüşmüş ve bunun semeresini de birçok anlamda görmüştür. Kıtaya gelen göçmenleri güçlü dili ve derin kültürü sayesinde büyük oranda yeni nesiller üzerinden Latinleştirebilen kıta, göçmenleri bir tehdit olarak değil, ciddi bir zenginlik olarak görmektedir. Dolayısıyla Latin Amerika göçmen meselesi konusunda ne yapacağını bilmeyen Avrupa ve diğer ülkeler için bir referans kaynağı olarak detaylı bir şekilde incelenmesi gereken devasa bir tecrübeye sahiptir.