2000’li yılların sonlarında, İran’ın Latin Amerika’daki faaliyetleri nasıl Amerika’nın kıtadaki üstünlüğünü zedeleme çerçevesinden ele alınmışsa, aynı şey bugün Çin için konuşuluyor. Çin Cumhurbaşkanı Xi Jinping 2013 yılında göreve geldiğinden beri üç kez Latin Amerika’yı ziyaret etti. Latin Amerika ile Çin’in ticareti 2000 yılından beri 22 kat arttı. Önceden Avrupa, Amerika Birleşik Devletleri’nden sonra Latin Amerika’nın ikinci en büyük ticari ortağıyken, şimdi bu konuma Çin yerleşti.
Peki Çin neden Latin Amerika’ya yönelik agresif bir politika izliyor? Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki Çin artık Afrika’ya doydu. Son 10 yıldır dünya Çin’in Afrika’da ilişki ağının derinleştirdiğinden ve neredeyse bazı ülkeleri satın aldığından bahsediyordu. Bugün itibariyle Çin Afrika’daki varlığını pekiştirdi ve yeni pazarlar, yeni açılım alanları aramaya başladı. Özellikle Latin Amerika’daki bazı ülkelerin batı ile yaşadıkları sorunları da dikkate alınca Çin- Latin Amerika ilişkileri son 15 yılda neredeyse bir roket hızıyla büyüdü.
Çin’in Latin dünyasına ilgi duymasının ikinci bir sebebi ise Tayvan. Tayvan’ın kıtadaki 12 ülkede temsilciliği var. Çin kıtaya yönelik agresif politikasıyla hem ticari ilişkilerini geliştiriyor hem de aslında kıta ülkelerine kendisinin Tayvan’dan daha fazla şey verebileceğini söylemeye çalışıyor. Çin, Latin Amerika’da Afrika’daki politikasının bir nevi kopyasını takip ediyor. Buna göre Batı ile ilişkisi sorunlu olan ve görece nüfusu küçük bir ülkeyi kendisine temel operasyon alanı olarak seçiyor. Bu ülkeyi can damarına kadar kontrol etmek ve sonuna kadar orada kalıcılığını pekiştirmek bu politikanın bir parçası. Afrika’da Zimbabwe’nin artık neredeyse Çin’in bir şehrine döndüğü herkesçe malum. Harare havaalanının yapımından başlayarak diğer birçok stratejik, ekonomik değer Çin’in Zimbabwe’yi finanse etmesi sonucu artık Çin’in kontrolünde. Aynı şey Latin Amerika’da Ekvador için geçerli. Ekvador 15 milyon nüfusuyla Pasifik denizine sınırı bulunan bir devlet. Kolombiya’ya yakın olması ve Peru ile eski sorunlarını çözmüş olması ise bir artı.
Latin Amerika’da son yıllarda dönen senaryonun özü, Amerika ve Batılı ülkelerin barış süreci vesilesiyle Kolombiya’ya yatırım yapması, bunun karşılığında ise Batılı ülkelerin operasyon üstünün her anlamda Kolombiya olmasıdır. Bugün Kolombiya yedi tane Amerikan üssüne ev sahipliği yapmaktadır. Kolombiya’ya barışın gelmesini sanki Batılı ülkeler Kolombiyalılardan daha fazla istemektedir. Nobel ödülünün Cumhurbaşkanı Juan Manuel Santos’a verilmesinden Avrupa Birliğinin oluşturduğu barış fonuna kadar her şeyin amacı Kolombiya’ya barış getirmek. Barışın gelmesi bir nevi kıtada yeni bir Brezilya gibi başarı hikayesi oluşturacak ve bu merkez Batı’nın yeni gözbebeği olacaktır.
Çin ilginç bir şekilde Batı Kolombiya’ya ne kadar yatırım yaparsa, en az onun kadar yatırım da Ekvador’a yapmaktadır. Nisan ayında sahil bölgesinde deprem yaşayan Ekvador’daki geçici yerleşim yerlerindeki çadırların çoğu Çin’in desteğiyle kurulmuştu. Şu an Çin, Ekvador petrollerinin gelecek yıllarda satın alınmasını garanti altına almak şartıyla deprem bölgesinde zarar gören bütün okulları yeniden yapıyor. Şubat ayında seçime gidecek olan Ekvador’da Çin’in varlığını her alanda hissettirmeye başlaması bazılarını ürkütse de ülkedeki siyasi iktidar yaşanan ekonomik krizi aşmak için Çin’in desteğini tek yol olarak görüyor. İleride Batı-Kolombiya ve Çin-Ekvador denklemi kıtadaki jeopolitik kavgayı ne tarafa çeker şimdiden bir şey söylemek erken, ama her iki tarafın da çok ciddi yatırımlar yaptığı artık herkesin bildiği bir gerçek.
2017 yılının Şubat ayında Ekvador’da, 2018 yılının baharında ise Kolombiya’da cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Ekvador’da seçim yarışı şu anki siyasi iktidarın devamı ile Batıyı önceleyen bir muhalefet arasında geçiyor. Kimin kazanacağı ise büyük oranda Çin’in varlığının geleceğiyle doğrudan alakalı. Kolombiya’daki seçim ise şu anki imzalanan haliyle barış anlaşmasını uygulayacak bir lider ile bu sürece karşı çıkan bir aday arasında geçecek. Dolayısıyla hangi adayın seçileceği büyük oranda barış sürecinin geleceğinden, ülkedeki Batı etkisine kadar bir çok şeyi ister istemez etkileyecek.
Latin Amerika’da Çin varlığı bundan sonra üzerinde konuşulması ve yakından takip edilmesi gereken bir mesele. Eğer Çin, Batı’nın ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nin kıtadaki tahakkümünü ciddi şekilde sallayabilirse, kıtadaki durum Afrika’ya benzemeyecektir. ABD 1993 yılında, askerleri Mogadişu sokaklarında yerlerde sürününce, Afrika’yı bir nevi terk etmişti. Şu ana kadar Afrika kökenli bir başkan dahi Amerika’yı yönetmiş olsa bu durum değişmedi. Fakat ABD, Latin Amerika’yı asla terk edemez. Güvenlikten tutun birçok meseleye Amerika’nın Latin Amerika politikası, asla Afrika politikasına benzemeyecektir. Dolayısıyla Çin’in kıtada artan ağırlığı ve orta vadede ABD’nin vereceği tepki bölgesel ve küresel anlamda sistemsel sonuçlar doğurabilecek bir süreç olup, önümüzdeki dönemde ilginç gelişmelere gebedir.