Algı Yönetimi ve Manipülasyon kitabının yazarı Mücahit Gültekin, algı yönetimi operasyonlarında büyük kitleleri etkilemek için en etkili araçlardan birinin duygulara hitap etmek olduğunu söylüyor. Kitlesel ve uzun süreli bir algı yönetimi operasyonunun salt yalanlar üzerine bina edilemeyeceğine dikkat çeken Gültekin, “Yalanların gerçeklere ihtiyacı vardır, gerçekler yalanların görülmesini engelleyen bir perde olarak kullanılır” diyor.
Algı operasyonuna hedef olarak seçilen kitlenin algılarının yönetilmesi için nelere ihtiyaç var? Geniş kitleler nasıl etkilenebiliyor?
Algı yönetimi kimi zaman iç içe geçmiş pek çok kural, yöntem ve teknik içeriyor. Bunların hepsine tek tek değinmek zor. Ancak söz konusu büyük kitleler olduğunda en etkili araçlardan biri duygulara hitap etmek. Korku, öfke, merhamet duyguları en çok kışkırtılan duygular. Çünkü insan duygusal bir yoğunluk içine girdiğinde bunun iki sonucu oluyor; ilki sağlıklı düşünme yetisini kaybediyor, ikincisi de çabuk harekete geçiyor. Bu da tabii ki, kitlenin belirli bir hedef doğrultusunda kolay yönlendirilmesine yol açıyor. Örneğin Birinci Körfez Savaşı’nda günlerce TV ve gazetelerde gösterilen petrole bulanmış “karabatak” görüntüsünü hatırlayalım. İnsanların merhamet duygusuna hitap ediyordu ve ABD’nin müdahalesini haklılaştırmak için kullanılmıştı. Ama sonra anladık ki, karabatağın görüntüleri yıllar önce Fransız sahillerinde gerçeklemiş bir tanker kazasından sonra çekilmişti.
ELEŞTİREL DİKKAT GEREKLİ
Kitabınızda bir yalanın bir takım gerçekler içine saklanılarak verildiğini anlatıyorsunuz. Gerçekler arasındaki yalanları nasıl fark edebiliriz? Bu duruma örnek olarak FETÖ olayını verebilir miyiz?
Özellikle kitlesel ve uzun süreli bir algı yönetimi operasyonu salt yalanlar üzerine bina edilemez. Yalanların gerçeklere ihtiyacı vardır, gerçekler yalanların görülmesini engelleyen bir perde olarak kullanılır. Ama en profesyonel katilin bile arkasında bir iz bırakması gibi, yalan da dikkatli bakılırsa kendini örtünün altından belli eder. Eleştirel dikkat, eleştirel gözlem ve eleştirel sorular sormak algı yönetimi süreci içindeki yalanlarla gerçekler arasındaki gerilimi/tutarsızlığı ortaya koymak açısından çok önemlidir. Mesela, 17-25 Aralık’a gelinceye kadar FETÖ’nün ABD adına hareket ettiğini gösteren pek çok olay olmuştu. Paraya, makama ve güce olan duyarlılıkları, 1980 darbesindeki tutumları, 28 Şubat’taki tutumları, Mavi Marmara olayındaki tutumları, Birinci Körfez Savaşı’nda Fethullah Gülen İsrailli çocuklar için gözyaşı döktüğünü, onlar için üzüldüğünü beyan etmesi…
KARŞI ÇIKANLARI DA ETKİSİZLEŞTİRDİLER
17-25 Aralık’a gelinceye kadar bunları görmeyi perdeleyen şey neydi?
Özellikle “milli” ve “dini” duyarlılıklara hitap eden söylem ve faaliyetlerin önemli olduğunu söyleyebiliriz. Türkçe Olimpiyatları FETÖ’nün dünyanın dört bir yanında ülkesi için hizmet ettiğini gösteren etkileyici bir “gerçeklik” olarak sunuldu. Diğer taraftan “abdestli-namazlı” insanların dünyanın Batısından Doğusuna hemen herkesi kuşatan bir “başarı” örneği sunması da çok etkileyiciydi. Halbuki sadece ne yaptıkları değil, ne yapmadıkları da önemliydi. Küresel güç odaklarının menfaatlerine hiç dokunmuyorlardı. Bence tam da burası gerçeklerle yalanların ayrıştırılabileceği çok önemli bir kriterdi. Bu çelişkilere değinen, işaret edenler de oldu ama onlar da “kedi ulaşamadığı ete mundar der”, “karda yürüyüp izini belli etmeyeceksin, şimdilik böyle gerekiyor” gibi başka algı yönetimi tekniklerinin kurbanı edilip, etkisizleştirildiler.
SEÇİLMİŞ GERÇEKLERİ SERVİS EDİYORLAR
Medyadaki algı operasyonları son dönemde sıkça gündemimize girmeye başladı. Günümüzde bu algı operasyonları nasıl gerçekleştiriliyor?
Algı yönetimi bazen gerçekleri gizlemeyi ya da çarpıtmayı içerirken bazen de “gerçekleri yansıtmayı” içerir, ama seçilmiş gerçekleri… Algı yönetmenleri ve manipülatörler bir haberi dolaşıma soktuğunda insanların pek çoğunun bu haberin doğruluğunu araştırmayacağını biliyor. Zaten çoğu zamanda seçilmiş bir hedef kitlenin psikolojik ihtiyaçlarını karşılayacak bir şekilde haberi kurgulayıp servis ediyorlar. Haber sonradan yalanlansa bile algı hükmünü sürmeye devam ediyor.
***
Medeniyet örtüsünün altındaki katliam
İspanyollar Amerika’yı keşfetmelerinin hemen ardından kıtanın kaynaklarını sömürmeye başlarken, bedelini de yerlilere ağır ödettiler. Kaynaklara göre İspanyollar gelmeden önce 30 milyon olan yerli nüfus 40 yıl sonra 4 milyona düşmüştü. Dominiken papaz Bartoloméo de las Casas tarafından yazılan Yerlilerin Gözyaşları – Yerlilerin Yok Edilişinin Kısa Tarihi kitabı İspanyolların sömürge faaliyetlerini, Amerika kıtasını keşfetmelerinin ardından yerlilere yaptıkları katliamları, emperyalizmin acımasız baskılarını anlatıyor. Kitapta anlatılan akıl almaz zulümler İspanyolların yerlileri belki de insan olarak bile görmediklerini gösteriyor. Papaz Las Casas’ın şu ifadeleri yaşananların anlaşılabilmesi için yeterli: “Yerlilere işkence etmeyen, vahşi hayvanlar gibi saldırmayan, onları öldürmeyen tek bir İspanyol yoktur. İspanyollar Hispaniola Adası’nda o kadar büyük kıyımlar yaptılar ki benim tahminlerime göre bu adada eskiden 3 milyon yerli yaşamaktayken bugün sadece 300’ü hayatta kalmış bulunuyor. Onlar da öldürülme korkusu içinde yaşamaktadır.”
Sağlıklı mutfak zor değil
Sağlıklı gıda bulmak günümüzde en çok zorlandığımız konuların başında geliyor. Bu nedenle Sıla Baki Alkan’ın, kızı için yaptığı tarifleri bir araya getirerek hazırladığı kitabı Özel Beslenenler İçin Tarifler mutfaklarda kılavuz olabilecek nitelikte. Alkan, kızı Bade’ye Tip 1 Diyabet teşhisi konulmasının ardından kızı için hazırladığı özel tarifleri blogu Bade’nin Şekeri’nde yayınlamaya başlamıştı. Daha sonra bu tarifler kitaplaştı. Glutensiz ve şekersiz beslenmede en büyük sorun, bunları içeren gıdaların yerine sağlıklı gıdaları koyamamak. Alkan’ın kitabı ise bu soruna çare oluyor ve glutensiz ve şekersiz bir diyetin lezzetli ve mutluluk verici olabileceğini gösteriyor. Unsuz, şekersiz, tahılsız, katkısız ve glutensiz tarifler her branştaki doktorların da işlerini kolaylaştırıyor.
Bütün yönleriyle Hz. Ömer
Allame Şibli Numani tarafından Urduca kaleme alınan, iki ciltten oluşan “Bütün Yönleriyle Hz. Ömer ve Devlet İdaresi” kitabı adaleti ile tanınan Hz. Ömer’in devlet idaresindeki tutumunu konu alıyor. Hz. Ömer şu sözlerle anlatılıyor: “Kim yamalı elbise giyen, dul kadınların evine kendi sırtında su taşıyan, çıplak döşemenin üzerinde uyuyan, çarşılarda halkın arasında dolaşan ve gittiği yerlere korumasız gidebilen, develeri kendi eliyle kaşağılayan; hamal, hizmetçi ve teşrifatçı nedir bilmeyen bir hükümdar gösterebilir? O, bütün bunlarla öylesine bir huşu telkin etmiştir ki, adını duyduğu zaman Arabistan ve İran titremiş, yüzünü döndüğü tarafta yeryüzü sarsılmıştır. İskender ve Timur’dan dehşet duyuluyordu, çünkü bunların her biri bir yere giderken, kendilerini korumaları için yanlarında otuz bin muhafız götürürlerdi. Ancak Ömer Suriye’ye gittiği zaman, beraberinde bindiği deveden başka kimse yoktu. Fakat, yine de dünyanın ağırlık merkezinin hareket halinde olduğunu en uzak diyarlar bile bilmekteydi.”