Kârîsine kitap suâlleri

KİMDİR

1964 Ankara doğumlu. İ.Ü. Hukuk Fakültesi mezunudur. Dergâh, Ülke, Hece, İdeal Kent, Düşünen Siyaset, Hak-İş Uluslararası Emek ve Toplum Dergisi, İtibar, İştiraki, Anadolu Gençlik, Sebilürreşad, Birikim, Turan, Millî Mecmua dergilerinde; Yeni Şafak ve Star gazetelerinde, Al Jazeera Türk, Arkitera Mimarlık, Sebilurreşad gibi mecralarda makaleleri yayımlandı. Sempozyum, çalıştay ve panellere bildirileriyle katıldı. Edebi Metinde Din-İktisat başlıklı kitabına 2012 TYB Edebi Tenkit Ödülü verildi. İslâm Şehri, İslâm Siyaset Düşüncesi, Kent Teorileri, Türk Düşüncesinde Medeniyet, Ahilik, İbn Haldun ve Umrancılık, Erken Dönem Cumhuriyet Hikâyesi, İnsan Hakları, İslâmcılık Düşüncesi, Feminizm, Toplumsal Cinsiyet, Aile Sosyolojisi gibi konularda çalışmaları bulunan yazar 2015-2018 yılları arasında Yeni Söz gazetesinde yazılarını yayımladı. Yayımlanmış kitaplarından bazıları: Azgelişmişlik Üstünlüktür, Ahlâk Ayaklanması, İnsanın Beşinci Zindanı, Umrandan Medeniyete, Kul Hakları, Havva’nın Evsiz Kızları, Türk’ün Kanadı At.

 Yakın zamanda ruh, gönül ve zihin dünyanızda müspet tesir icra eden bir kitap adı lütfeder misiniz?
Son dönemde ağırlıklı olarak sosyoloji, toplumsal cinsiyet eşitliği, iktisat, insan hakları disiplinlerine ilişkin kitaplar okuyorum. Bunların içinde eski baskı tarihli kitaplar var, yeni basılmış kitaplar var. Sorunuza cevap olarak iktisat okumalarıma ait iki kitaptan bahsedeceğim.

Samuel Alexander’ın Yeteri Kadarsa Çoktur-Thoreau’nun Alternatif İktisadı (Heretik Yayınları, 2018) adlı kitabı modern kapitalist dünyada israf toplumu olmaktan kendimizi nasıl koruyabileceğimize dair ikazlar içermesi nedeniyle üzerimde tesir bıraktı diyebilirim. Samuel Alexander, Henry David Thoreau’nun gönüllü sadelik felsefesini anlatıyor. Thoreau’ya göre günümüzde para kazanma yollarının neredeyse tamamı bizi yalan söylemek, dalkavukluk etmek, haset etmek, madde yarışına girmek gibi tutumlara sevk ediyor ve değerler sisteminde aşağı çekiyor.

Serge Latouche’nin Kanaatkâr Bolluk Toplumuna Doğru (İletişim Yayınları, 2018) kitabı da benzer bir kapitalizm eleştirisidir. Latouche, “Bir kilo bifteği soframıza getirmek için altı litre petrol tüketiyoruz, bir ton azot gübresi üretmek için üç ton petrol tüketiyoruz” diyerek ilerlemeyi eleştirir. Serge Latouche neredeyse “muma dönüşü” teklif ediyor. “Eğer” diyor, “güçlü mekanizasyon yerine hayvanların çekiş gücünü ve hafif üretim araçlarını kullansaydık kırsal bölgelerde daha fazla iş gücüne ihtiyaç duyulurdu ve şu an bulunan on iki çeşit elma yerine üç bin altı yüz farklı elma çeşidi üretilirdi.”

Her iki yazar da “sefalet ekonomisi” teklif etmediklerini vurgular. Serge Latouche için Batılı toplumlar kalkınmanın kötülüklerinin bilincine varmalı ve gayrı safi yurt içi hasılayı artırmak yerine daha iyi yaşam kalitesini artırmaya yönelmelidir. Sorusu şudur: Neden şehirlerin güzelliğinin ilerlemesini, bize içme suyu sağlayan yeraltı sularının saflığını, ırmakların berraklığını, yediğimiz yiyeceklerin lezzetli olmasını talep etmiyoruz? Ona göre “evet ilerleyelim, kalkınalım ama lezzet, saflık, oksijen, temizlik ilerlemesi sağlayalım.”

Zihniyet değişimini teklif eden veya bunu besleyen kitaplar bende müspet tesir bırakıyor. Müslümanlar 1980’lerde kendilerini varlığa çıkaran İslâmî değerleri şu an kapıldıkları tüketim toplumunda eritiyor. Dindarlık giderek debdebeci bir kültüre dönüşüyor, bir zenginlik gösterisine dönüşüyor.

Sizde bu tesiri var eden âmil nedir?

Türk düşünce hayatında ilerleme, sanayileşme, Batı’nın tekniğini alma fikrini eleştiren sadece iki yazar görüyoruz. Merhum Nurettin Topçu, Batı’dan bohçalar halinde teknik aktarımının hatalı olduğunu ifade etti ve “teknik millî kültürün çocuğu olmalıdır” dedi. İsmet Özel ise “Müslüman bir topluma ulaşıp onun güçlendirilmesine mi çalışacağız; yoksa güçlü bir topluma kavuşup onun Müslümanlaşmasıyla mı uğraşacağız?” sorusunu sordu. “Muasır medeniyet seviyesini aşmak” idealini İbn Halduncu bir perspektifle çöküş olarak nitelendirdi.

Bilindiği üzere ben Nurettin Topçu ile İsmet Özel’in teknoloji eleştirisi üzerinden geliştirdiği ekolü takip ediyorum. Ancak Nurettin Topçu’nun “köye dönüş” fikrini benimsemiyorum. Topçu’da iki yerleşim var: Kent ve köy. Benim çalıştığım fikir ise ne kent ne de köy olmayan “şehir=medine” (Farabi) modelidir. İsmet Özel’in perspektifinde ise “medeniyet, kültürün donmuşluğudur” yaklaşımı egemendir. Oysa bilindiği üzere ben “Devletin teknolojisi olur, halkın ise tekniği” şeklinde ifade ettiğim yaklaşımla devlet ile milleti birbirinden tefrik ediyorum. Buna göre milletin devlet inşası, teknolojisiyle ilişkili bir güç hazırlamasıdır. Milletin gündelik hayatının ise teknolojik olması gerekmiyor. Kentlerin nüfus ve ölçek olarak küçültülerek okula, hastaneye, işe, resmî kurumlara yürüyerek gidebilecek şekilde yeniden planlaması gerekir. Kısa mesafe ulaşımda at, uzun mesafe ulaşımda demiryolu kullanımına geçilebilir. Avrupa hızla bisiklete dönüyor.

Samuel Alexander ile Serge Latouche’nin kitaplarında kendi yaklaşımlarımı kuvvetlendiren bakış açıları yakaladığım için etkilendiğimi söyleyebilirim. Hz. Davud kraldı ama gün aşırı oruç tutarak yılın yarısını oruçlu geçiriyordu.

Sizde fark var eden bir eseri “bu eseri mutlaka okumalısınız” diyerek etrafınıza tavsiye ediyor musunuz?

Yüzünü dahi görmediğim, hangi kitapları okuduğunu bilmediğim kişilere kitap tavsiye etmenin riskli olduğunu düşünüyorum. Kitap kanaatimce ilaçtır, dermandır. Muhatabımın derdini bilmeden, onu tanımadan, hangi kitaplardan nasıl etkilendiğini bilmeden deva (ilaç) tavsiye edemem. Fakat bir istisna: İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin Fıkhu’l Ekber risalesini herkesin okuması gerekir.

Sizin için mânâlı kitapların ferdi okuma dışında cemiyet halinde okunmasını faydalı bulur musunuz?

Kitapların bir rehberle veya topluluk içinde okunmasının anlamayı kolaylaştırdığı söylenebilecektir. Fakat böyle bir okuma, kitabı gölgeleyebilir de. Düşünce (tefekkür, tezekkür, tedebbür, teakkul, tefakkuh) öncelikle tek başına gerçekleşmesi gereken bir ibadettir.

Kendi kimliğinizi bir kitap ya da müellifle adlandırıyor musunuz?

Ben kendimi Farabi, Tûsî, Îcî, Kınalızâde silsilesinden gelen, Tedbiru’l-racul/şahsi ahlâk, Tedbiru’l-menzil/ev idaresi ve Tedbiru’l-mudun/siyaset felsefesi tasnifiyle düşünen ekol içinde görüyorum.

Kitap alırken dil çehresi sizi şekillendiriyor mu, yani tercihinizi etkiliyor mu?

Buna dikkat etmeye çalışsam da problemi aşamadığımı görüyorum. Örneğin Toynbee’nin Civilisation on Trial adlı kitabı Türkçeye Medeniyet Yargılanıyor başlığıyla çevrildi. “Civilisation” kelimesinin karşılığı kanaatimce “medeniyet” değildir. Böyle pek çok örnek verilebilir. Nurettin Topçu’nun Conformisme et Révolte (İtaat ve İsyan) adlı eseri İsyan Ahlâkı başlığıyla çevrildi. Dil meselesini aşamayız.

Kitap alırken kitabın (isim, kapak, isim, kâğıt gibi) şekli size tesir ediyor mu?

Hayır. Yazarları ve çalıştığım konulardaki yayınları takip ediyorum. Çoğu kere sahaf değeri olan kitaplara yöneliyorum. Eski kitaplarda zaten bu kriterleri arayamayız.

Kitap neşreden yayınevi sizin için önemli mi?

Çok iyi yazarlar var ama onların kitapları belirli bir epistemik cemaate dahil olmadıkları veya okuyucu ağlarına hitap etmedikleri için güçlü yayınevleri tarafından neşredilmiyor. Fikri takip etmek gerekir. Düşünce kenarda tutunur, akıntıya kapılmaz.

 

Benzer konular