Gerçeğin peşinde koşan nöbetçi aydın

Çağa özgü meselelere dikkat çeken ve evrensel sorunları kendine dert edinen bir aydın, bir yazar Alev Alatlı. Ülkemizin geçirdiği kritik dönemleri, tarihsel ve toplumsal etkinliğini de göz ardı etmeden, bütünsel olarak ele aldığı romanlarıyla dikkate değer bir kitaplığa imza attı. Alatlı, şimdilerde “Dünya bir ayettir onu iyi okumak lazım” sözüne açılım getiren bir ansiklopedi hazırlıyor. Alatlı’nın çok yakında basılacak olan eserini merakla beklerken, kitaplığına bir göz atalım istedik. Nilüfer Aka Erdem, Alatlı’yı ve kitaplarını yazdı.

Alev Alatlı, hem edebiyat dünyasında hem de popüler camiada dikkat çeken fikirleri ve toplumun nabzını tutan aydın kimliğiyle ayrıcalıklı bir isim. Alatlı’nın kaleminden dökülenlere baktığımızda toplumsal meselelere aydın sorumluluğuyla eğildiğini ve hakikatin ortaya çıkarılması kaygısıyla hareket ettiğini görebiliriz. Türkiye’nin geçirdiği siyasi, sosyal ve toplumsal gelişmeleri ele alırken ülkenin görünümünü dünya üzerindeki diğer uluslarla farkları bağlamında değerlendirir. Felsefeden sosyolojiye, ilahiyattan istatistik bilgisine kadar birçok disipline olan hâkimiyetini romanlarındaki kurguya da yansıtmasını bilen Alatlı’nın edebi alandaki etkinliğini gerçeklik bağlamında dikkatle ele almamız gerekir. Çünkü Alatlı, kalemini estetik gaye ile oynatmaz, aydın bilinci eserlerinin özüne de derinlemesine işlemiştir. Böylece romanlarında tarihsel doku belirgindir ve tarihsel belge niteliğindedir. Tarihi belgenin dikkatlerden kaçırdığı insanın ruhsal ve duyusal etkinliğini roman türünde inşa eder.

Gerçeğin peşinde koşan nöbetçi aydın

Alev Alatlı’ya göre sanatsal etkinlik toplumsal alanın gerçekliğini yansıtmalı ve insanlığın problemlerine ışık tutmalıdır. Böylece okur, yazarın eserlerinden geçmişe ait malzemeye rahatlıkla ulaşabilir. Alatlı romanlarında Türkiye’nin 50’li yıllardan günümüze kadar gelen dönemlerinin gelişim sürecini, Kıbrıs’taki 50-60 dönemindeki gelişmeleri, Rusya’nın geçmişine dönerek yaptığı sorgulamalarla Çarlık Rusya’sından Sovyet Rusya ve modern Rusya dönemlerini günümüzün Putin dönemi Rusya’sına kadar ele alır. Bu ülkeleri yazarken toplumsal alanı oluşturan karakterlerin yaşamsal dinamiklerini ve iktidar mekanizmalarının dönüşümsel ilişkilerini, belgesel roman tarzında tarihsel belgeleri de kullanarak aktarır. Bilginin kurmacayla ilişkisini tarihsel gerçeklikleri kurguya yansıtarak ortaya koyar. Yazarın esin kaynağı bu noktada sosyal bilimlerdir ve edebiyat toplumsal alanın yönetiminde olmalıdır. Bireyi harekete geçirmek toplumun da nizam edilmesini sağlayacağından Alatlı “Roman bir itiraftır.” anlayışıyla hareket eder. Fransız yazar ve eleştirmen Frederic Beigbeder’in; “Edebiyat muhbirliktir” sözü ile İngiliz romancı George Orwell’ın; “Evrensel dolandırıcılığın hüküm sürdüğü zamanda, gerçeği söylemek devrimciliktir” sözü Alatlı’nın edebiyata bakış açısını açıklar. Alatlı, gerçeğin peşinde koşan nöbetçi aydındır.

Türkiye’nin son yüzyılını tüm yönleriyle irdeledi

Alatlı, romanlarında ülkemizin geçirdiği kritik dönemleri, dönemin tarihsel ve toplumsal etkinliğini dikkate alarak bütünsel olarak incelemiştir. Romanın baş unsuru insanı oluşturan bütün şartlar bütüncül perspektifte irdelenmiştir ve karakterizasyon sürecine dâhil edilmiştir. Aydınlanma düşüncesinin getirdiği fikri temeller, Türk ve Rus modernleşme süreci, oryantalizm, sosyalizm, milliyetçilik, postmodernizm, dini dönüşümler, medya, toplumsal cinsiyet gibi konular yazarın romanlarında ayrıntılı ele aldığı güncelliğini kaybetmeyen konulardır. Türkiye’nin son yüzyıllık tarihi sürecini tüm yönleriyle irdelemiştir. Romanlarında dikkat çeken yazarın toplumumuzun yaşamsal dönüşümlerini, problemlerini ve değerlerini bu kadar incelikle işlemesi sanatkâr gözünün analiz sentez zekâsının ürünü olarak düşünülmelidir.

İşkenceci’ye en iyi roman ödülü

Alatlı, 1984 yılında yayımlanan ilk romanı “Yaseminler Tüter mi Hâlâ”da Türk ve Yunanlılar arasında olan çatışmayı Eleni Naciye karakterinin yaşadığı kimlik bunalımı merkezinde aktarır. 1950-1960 yılları arasında Kıbrıs’ta olan siyasi sosyal gelişmeleri yansız bir şekilde kurgulamıştır. 1987’de yayımlanan ikinci romanı “İşkenceci”yle yazar, Türkiye Yazarlar Birliği “Yılın En İyi Roman Ödülü” nü alır. Romanda toplumda bir işkenceci karakterinin nasıl yetiştirildiği, Recaioğulları ile Sarılar sülalesi arasındaki davalardan 80 darbesine kadar yaşanan gelişmeler merkezinde Abdurrahman Ağa’nın oğlu İşkenceci’nin şahsında aktarılır. Siyasi istikrarın olmadığı dönemde zeminin kayganlığı ve ideolojik belirsizliklerin yarattığı işkenceler ele alınır.

Or’da kimse var mı?

“Or’da Kimse Var mı?” serisi beş romandan oluşmaktadır. Serinin dört romanında bir aydın olan Günay Rodoplu’nun hayatı merkezinde ve 1970-90 arası Türkiye’nin yaşadığı kritik dönemlerin eleştirisi yapılmaktadır. 1992’de yayımlanan “Viva La Muerte” isimli ilk romanda Rodoplu’nun Şafak Özden’le yaşadığı aşk anlatılırken, toplumsal alanda yaşanan ölü sevicilik, ekonomi, aydın sorunsalı, sosyal demokrat hareket ve bu bağlamda siyasi düzlem, toplumsal cinsiyet, aşk, yabancılaşma, yozlaşma ve batılılaşma konuları irdelenir.
1993 yılında yayımlanan ikinci kitap “Nuke Türkiye”de 1980 darbesi sonrası Türkiye’ye araştırma için gelen Diana ve Pavloviç çiftinin Türkiye’nin tarihi, kültürü ve yaşanan Müslümanlık ile ilgili edindiklerinin yarattığı hüsran ve büyük oranda oryantalist dünya görüşü hâkimdir. Doğu’da kaybettikleri masumiyeti bulma amacıyla gelen Diana’nın karşılaştıkları karşısında Türkiye’nin ortadan kaldırılmasını isterken zikrettiği ‘Nuke Türkiye’ serzenişini yansıtmaktadır.
1993’te yayımlanan üçüncü roman “Valla Kurda Yedirdin Beni” de 1970’den sonra ortaya çıkan devrimci ve Kürtçü hareketler Mehmet Sedes ve Şiran Ören’in hayatı merkezinde ele alınır. Kürtçülüğün devrimci hareket içerisindeki arayışlarının “serok apo” ile sonuçlanmasına dikkat çekilir. Dördüncü roman “O.K. Musti Türkiye Tamamdır” 1994 yılında yayımlanır. Romanda milliyetçilik ideolojisini temsil eden Selahattin Ak’ın Rodoplu ile olan aşkı ve ülkücü hareketin doğuşu anlatılır. Yerlileşme hareketi olarak aktarılmayan milliyetçilik ideolojisinin sonunda emperyalist ve kapitalist düzene yenik düşmesi, Selahattin’in arkadaşıyla birlikte Türkiye’de devletten çektikleri kredi ile Amerika’da bir banka alarak milyarder oluşuyla eleştirilir.

Yüzeyselleşen değerler sistemini eleştirdi

Serinin son romanı “Beyaz Türkler Küstüler” uzun bir aradan sonra 2013’te yayımlanır. Serinin seslendiklerinin ‘yerliler’ olduğunu belirten yazar bu romanda da yerlilikten uzaklaşan kendi deyimiyle paçozlaşan küçük burjuva ve medeniyeti oluşturacak değerlerin deforme oluşuyla karşılaşan Beyaz Türklerin bu sığlık karşısında küstüğünü aktarır. Hiçbir etnik kimliğe mensup olmayan ülkenin çıkarları için 40’lı yıllardan bu yana çalışan, emeği ile bir yerlere gelen ve Aydınlanma’nın etkisinde kalan kopuk bir kuşak olarak nitelediği Beyaz Türkleri şöyle tanımlar; “‘Orijinal Beyaz Türk’ 1940’lı yılların ‘laik-hümanist’ eğitiminin şekillendirdiği, tüm enerjilerini ‘çağdaşlaşma’ dedikleri ve fakat aslında Batı medeniyetine Yunan-Roma bacağından duhul etmeye çabalayan yurdum insanları. Günümüzdeki uzantıları da Beyaz Türkler. Bugün hâlâ Anadolu’da neler olduğunu veya AKP’nin neden bu oyu aldığını anlayamıyorlar. ‘Türk hümanizmi’ denilen eğitim modeli, kültürel kodların kaybıyla sonuçlandı. Kodlar küçümsendiği için kayıp telafi edilemedi” (Bilgehan, 2013). AK Parti iktidarının Türkiye’de toplumsal alandaki egemenliğini de ele alan yazar, 21. yüzyılın yüzeyselleşen değerler sistemini eleştirmektedir. Beyaz Türkler, Kemalistler, PKK ve İslamcılar, 2010’lu yılların gerçeklikleriyle eleştirilerek aktarılır.

Türk erkeği ve kadınını da ele aldı

1995 yılında yayımlanan “Kadere Karşı Koy A.Ş.” adlı romanında merkezde Türk erkeği ve kadını sorunu vardır. Yazar bu eseriyle trajikomik tarzda ülkemizde bir karakterin medyatik faktörlerle oluşturulma sürecini eleştirilerek aktarır. Romanda aktif konumda olan eğitimli kişiler, birleşerek kocası tarafından aldatılan arkadaşları Süheyla’yı olmadığı bir kişiliğe büründürmek için çabalamaktadırlar. Bu bağlamda iktidar ilişkilerinin medya ve sanat alanını nasıl kuşattığı da dikkatlere sunulur.

Postmodern faşizme karşı Onarımcılar

“Schrödinger’in Kedisi” adlı iki ciltlik seri roman Kuantum fiziğiyle ilgili Alman fizikçinin yaptığı bir deneyden esinlenilerek adlandırılmıştır. Yapılan deney sonucu kedinin aynı anda hem ölü hem diri olma olasılığından yola çıkılarak 1990’lı yıllardan 2020’li yılların Türkiye’sinin “Kâbus”ta (1999) ve “Rüya”da(2001) olma durumu ele alınır. Din, aile, ekonomi, eğitim, bilim gibi toplumsal alanı oluşturan dinamikler ve toplumun sürüklendiği afazi irdelenir. İmre Kadızade’nin yaşamı merkezinde ‘Yeni Dünya Düzeni’ adlı tarikatın çeşitli stratejilerle toplumu parçalamaya ve çözülüşe maruz bırakması romanın esasını oluşturan konudur. Postmodern faşizmle dünyayı yöneten Koalisyon’un karşısına ‘Onarımcılar’ çıkarılır. Serinin ikinci kitabı “Rüya” da ise Onarımcıların Türkiye’nin yeniden dirilişi için verdiği Koalisyon güçleriyle mücadelesi anlatılır.

Rus yazarlardan yola çıkıp Rusya’yı irdeledi

Yazarın Çarlık döneminden günümüz Rusya’sına kadarki gelişmeleri anlattığı “Gogol’ün İzinde” serisi üç romandan oluşmaktadır. “Aydınlanma değil, merhamet!’” (2004); “Dünya Nöbeti” (2005); “Ey Uhnem Eyy Uhnem” (2008) romanlarında Çarlık Rusya’sı döneminde başlayan modernleşme hareketleri, Bolşevik Devrimi, Gorbaçov dönemi glasnost ekonomik yapılandırma çalışmaları ve bunun sonucunda olan yolsuzluklar, aydın sorunu, tarih, edebiyat, Rusların yaşam biçimi ve hayata bakış açısı gibi toplumun bütününü ilgilendiren birçok konuya değinilmiştir. Rusya’nın yaşadıkları bağlamında Türkiye’yi ve dünyayı da ilgilendiren konuları irdeleyen yazar, özellikle Rusya’nın edindiği tecrübelerden yola çıkarak Türkiye’nin daha iyi anlaşılabileceğini düşünür. Diziye adını veren Gogol, Rus toplumunu hakikate yönlendiremediği düşüncesiyle kendini cezalandırır ve intihar eder. Sorumlu bir aydın bilinciyle toplumun gidişatındaki olumsuzluğa karşı koyamadıkları zaman intihar eden aydınların Rusya’daki konumu bu bağlamda Gogol’ün izinde ele alınır. Gogol’ün Rusya için önemini yazar şu sözlerle ifade etmektedir;
Rusya’nın Aydınlanma hareketlerinin etkisiyle bilimsel, dindışı sistemlerinin acılı sonuçlarını gören Gogol, yaşamı ile Rus ruhunun temsilciliğini yapmıştır. Alatlı’nın romanlarında üzerinde durduğu nokta da Rusya’nın Aydınlanma’ya değil merhamete ihtiyacı olduğudur. Ruhani olanın dışlandığı durumda Rus yaşamındaki aşırı uçlar, ülkenin acılı günleriyle sonuçlanır. Alatlı böylece Gogol, Dostoyevski, Tolstoy, Soljenitsin gibi yazarlardan yola çıkarak Rusya’yı irdelemiştir. Yazar çağın ruhunu yakalama gayesiyle toplumsal dönüşümlerin değerlendirmesini eserleri bağlamında yapar. Bu noktada Alatlı, çağa özgü meselelere dikkat çeken ve evrensel sorunları kendine dert edinen aydın tavrındadır.

Benzer konular