Denir ki, Çinliler dört ayaklı ne varsa yer, masa ve sandalyeden başka. Yemediklerinin listesi bu yüzden daha kısa olabilir. Olmadık ölümcül virüslere ev sahipliği yapmaları da. SARS veya Korona sadece birer sivrisinek; Çin’in yemek kültürü ise tam bir bataklıktır.
Çin mutfağının elbette tarihî ve sosyolojik bir bağlamı var; mesela kaşık yerine kamış kullanmalarının. Kaşıkların eritilip silah yapılmasına karşı tedbir alan bir imparator zamanından kaldığına dair rivayet, arka plana dair fikir verebilir. Ormanların azalması sebebiyle daha az odunla pişirebilmek için etleri küçük parçalara ayırmaları da bize bir şeyler anlatır. Bunun gibi, börtü böcek yemelerini, korkunç ve iğrenç canlıları kimi zaman canlı canlı mideye indirmelerini de kalabalık nüfusun kıtlıkla sınandığı uzun tarihleriyle izah mümkündür. Ama sadece bir yere kadar.
ATIŞTIRMALIKLAR, HERZELER
Böcekli erişte, atıştırmalık akrepler, kavrulmuş çekirgeler, maymun kafası, yarasa çorbası. Kıtlıktan öte kültürle ilgili bir durum bu; kültür kelimesiyle taban tabana zıt olsa da. Köklü inançlar ve alışkanlıklar; görgü ve zevk… Günlerdir zaten midemiz kalkmışken bu damak zevkine biraz daha yakından bakmayı deneyebiliriz.
Yedikleri her herzenin bir sebebi var, kendilerince. Yarasa mesela; saç dökülmesini önlüyormuş güya. Lokantalarda her gün binlerce yarasa tabağının hazırlanmasının illeti bu batıl inanç.
Kaplumbağaya ise uzun ömür için rağbet ediyorlar. Yahnisi uğruna her yıl yüz binlercesi gırtlaklanıyor. Tür, Asya’da yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Timsah da fiyatına bakılmaksızın revaçta. Kansere karşı koruma sağladığı zehabıyla.
Yılan? Bağışıklık sistemini güçlendirdiği zannıyla. Büyük bir endüstrinin nesnesi. Her bir parçası “hazine gibi” görülen. Sadece Şangay’da 6 bin lokanta günlük yılan pişiriyor. Kobrasından engereğine, senede 4 bin ton. Yılan köyü olarak bilinen çiftliklerde yetiştiriliyor. Milyonlarca dolar kazanıyor köylüler. Aslan payını ise, önce kediyle dövüşlerini seyrettirip sonra da servise geçen lokantalar alıyor.
EGZOTİK ZEVKLER
Köpek? Kışın sıcak tutsun diye. Domuz kadar mühim bir protein kaynağı Çinliler için. 2500 yıl öncesinden şöyle demişler: “Bir ailede oğlan doğdu mu, iki şişe şarapla bir köpek getirecek. Kız doğdu mu, bir şişe şarap ve bir domuz.”
Mao, köpek beslemeyi “burjuva zevki” olarak tanımlayıp yasaklamıştı. Kendi mahareti olan büyük kıtlıkta köylüler diğer hayvanlarını yedikten sonra sıra köpeklerine gelmişti. Günümüzde belli başlı her süpermarkette ve lokantada it eti bulmak mümkün. Her yıl 10 milyon tanesi Çinlilerin midesini boyluyor.
Çiftliklerde yetiştirilen veya çalıntı hayvanlar en berbat şartlarda kafeslenip sevk ediliyor. Arkadaşlarına neler yapıldığını görüyor, titriyor ve zavallıca havlıyorlar ama bu akıbetlerini değiştirmiyor. Çoğu zaman müşterilerinin önünde kafalarına inen sopa darbeleriyle öldürülüyorlar. Derileri soyulsun diye diri diri kaynar suda pişirilenlerden değillerse tabi.
Yulin şehrinde her yıl köpek festivali düzenleniyor. Binlerce köpek festivalin sonunu göremiyor. 2008 olimpiyatlarında ülke imajına zarar verdiği için bazı kısıtlar getirilmiş olsa da 1039 lokanta bu işten para kazanıyor.
Kedi? Herhangi bir sebebi yok, sadece zevk için. Egzotik bir zevk adına. Senede 4 milyon kedi. Kazandıran bir meslek. Bazı kartvizitlere şöyle yazıyor: “Güzel lokanta ve otellere kedi tedarikçisi.”
YEMEZSEK ZİYAN OLACAK
Cenin? Yahudiler ve Çingeneler için söylenen şey Çinliler için gerçek mi yoksa? Evet, millî yiyecekleri hatta. Rejimin tek çocuk dayatması hasebiyle piyasada cenin de bol. Dilerseniz yiyin ama doğurmayın politikası gereğince, sadece bir hastanede sözgelimi, yıllık 7000 çocuk alınabiliyor. Çoğunu kendileri yiyor, binlercesini de komşu Güney Kore’ye ihraç ediyorlar. Hastanelerden 10-20 dolara temin edilebiliyor, Tayvan’da menüye girinceye dek 50-70 dolar oluyor. Oğlan, kıza tercih ediliyor tabakta da.
Önemli bir kısmını doktorlar yiyor. Serbestçe alıp evlerine götürebiliyorlar. Doktorlardan biri mesela BBC’ye, geçen 6 altı ayda 100 tane yediğini söylüyor, “besleyici” olduğu gerekçesiyle. Bir diğeri, “cildi yumuşattığı, böbreklere iyi geldiği için” diyor. Halksa, cenin yiyen kadınların ilk bebeklerinin erkek olduğu inancıyla. Gündelik sözler arasında şöyle de geçebiliyor: “Kız kardeşimin çocukları çok zayıf. Gittim cenin aldım, yıkadım, çorba yaptım.”
Şaşırmamıza şaşıyorlar. “Yemezsek ziyan olacak!” diyorlar. “Korkma!” diyorlar, “Sadece et, üst bir hayvana ait!” Doktorlar bile “geleneksel Çin tıbbının derinlemesine temellendiği folklor”e atıf yapıp meseleyi geçiştiriyor. Kimse sözünü sakınmıyor: “Hiçbir din yamyamlığı yasaklamıyor; bizi insan yemekten men eden bir yasa da bulamıyorum!” 8 bin yıldır kesintisiz sürmüş bir gelenek, insanın gözünün içine baka baka insan eti yiyor.
VİEGRA NİYETİNE
Yamyamlık, Çin milletinin ve kültürünün iliğine işlemiş. Normal bir kadın, komşusunun çocuğunu öldürüp yiyebilir mi? Bir ergen, 4 yaşındaki kardeşinin canına, yemek için kast eder mi? Bunlar kıtlıkta, kuşatılmış kale ve şehirlerde veya uçak kazası gibi trajik ve olağanüstü hâllerde yaşanan hadiseler değil. Çin’deki yamyamlık, başka kültür ve coğrafyalarda da görülebilen, hayatta kalmak için insanların nadiren bulaştıkları bir işten oldukça farklı. Konuyla ilgili çok sayıda bilimsel çalışma mevcut, eski çağlara ait ciddi kayıtlar söz konusu. Tarihçilerin Öğrenilmiş Yamyamlık dediği türden bir vakıa ile karşı karşıyayız.
Kökleri çok derinlere giden Çin yamyamlığı, tıbbî, ahlakî bir sürü iddiaya yaslanıyor. Bundan ki, bir hadım, cinsel iktidarını kazanmak için bekâr oğlanların kanına girebilir. Başka biri, gençliğini tazelemek için genç bir kadını ekmek arası yapabilir. Bundan ki, 1865’te bir Batılı, infaz edilmiş bir mahkûmun kanına batırılmış ekmeğin çarşıda uluorta satıldığını yazabilir. Akşam yemeğini takviye etmek veya Viagra niyetine insan eti yemenin meşru algılandığı bir kültür, hem de kaç bin yıllık, en ilkel kabileleri dahi hayrette bırakabilir?
İNSANIN TADI
Kayıtlara şöyle bir göz atsak mı?.. M.Ö 640’larda, Qi Hanı, bir gün der ki, “Birçok güzel şey yedim ama insanın tadını bilmiyorum.” Bunun üzerine baş aşçı Yiya, hemen kendi oğlunu öldürür ve çorbasını yapar. –Daha sonra, hanı bir darbeyle öldürecek olan da aynı adamdır.-
Sui hanedanlığı (581-618) zamanında zenginin biri, arkadaşını davet eder, iki genç kölesini yerler. Sonra öbürü onu davet eder ve konuğuna cariyesinin etinden yedirir.
Ne var ki yamyamlık sadece elitlerin ayrıcalığı değildir, kitleseldir. Sadık oğullar, hasta ebeveynlerine yiyip de sağlık bulmaları için uyluk etlerinden kesip verirler. 9. Asırda Fars bir tacir, insan etinin dükkânlarda açıktan satıldığını yazar. Bazen de canlı insanlar lokantalara götürülüp koyun-keçi gibi satılır. 12. asırda insandan ortalama kaç kilo kurutulmuş et çıktığına dair hesaplar yapılır. 13. asırda en güzel etin çocuk, sonra kadın, en son da erkek eti olduğu söylenir.
KILIÇLA ÖLDÜRÜLEN HERKES
Düşmanın kanını içmeye, etini yemeye dair Çince deyimler hiç de sembolik değildir. Bir şarkıda şöyle geçer: “Eğer Song ile savaşırsanız yenilmiş olacaksınız; eğer mertçe savaşmazsanız kumandanınız sizi yiyecek!” Ying Kralı Çu (M.Ö 11. asırda) sofrasını iki soylunun kurutulmuş ve tuzlanmış eti ile donatır. Yanında Zhou’nun Kralı Ven’in oğlundan yapılma çorba, ana yemek olarak da kralın eti bulunmaktadır.
Tutsaklar etleri yenerek cezalandırılır. Kitlenin önüne atılıp linç edilmeleri ve bu esnada etlerinin parçalanarak yenmesi rutin bir uygulamadır. Burada et yeme, nefretin ve kinin simgesi olarak devreye girer. 882 Nisan’ında olduğu gibi esirler birer yiyecek olarak satışa çıkarılabilir de. 1894’te Japonlarla savaşta Tayvan’daki Çin birlikleri yerli halkı domuz eti gibi pazarda alıp satıyordu.
Çünkü düşmanın eti Çinliye helâldir. Konfüçyüs öğretisi, babanın ve kardeşin öcü için düşmanı öldürüp yemeyi kerih görmez. Eski Tang kitabına göre Wang, babasının öcünü almak için Li’yi bıçaklar, karnını deşer, kalbini ve ciğerini yer. Buna dair ifadeleri Marco Polo’dan Süleyman ve Ebu Zeyd gibi Arap tacirlere, Ermeni seyyahtan İngiliz misyonere dek pek çok tanıktan dinlemek mümkündür: “Çinliler kılıçla öldürülen herkesin etini yerlerdi.”
İNSAN İLE HAYVAN ARASINDAKİ SINIR
Müslenin her çeşidi ve düşman eti yeme Çin ordusunun ritüelidir. Bilinen tüm savaşlarında kitlesel yamyamlık misallerine sıkça rastlanmıştır. Devrimden önceki iç savaşta Milliyetçiler de Komünistler de yakaladıkları düşmanı rövanş duygusuyla yiyorlardı. Kitlesel kıyım ve Hanibal’lik Komünist rejimce siyasi bir silah olarak kullanıldı. Klişeler hazırdı: Sınıf savaşı, devrimci intikam. Gel gör ki pek çok linçin ardında şahsî yamyamlık yatıyordu: Bir öğretmen, öğrencisini karşı devrimci olmakla suçlar ve linç ettirip kalbini yer. Aslında kalp hastasıdır ve genç bir kızın kalbini yemenin kendisine iyi geleceğini sanmaktadır.
1968’de Guangxi’deki Kültür Devrimi sürecinde 421 yamyamlık vakası resmî olarak kayda geçer. Rakam daha fazladır ve yüz binlerce insanın iştiraki söz konusudur. Bunlar rejim destekli fiillerdir ve ne açlık ne de sıhhat gerekçesiyledir, ideolojik yamyamlıktır. Parti binası önünde linç gerçekleşir, hükümet binasındaki kazanda, okul bahçesinde insanlar kaynatılır, mangalları yapılırdı. Rejime sadakati göstermek için bazen insanlar dostlarının etinden birer lokma alırdı. Bu devrimci fiillerden ötürü kimse cezalandırılacak değildi. Disiplin cezası veya partiden uzaklaştırmayı hafif de olsa nadiren hapis cezası takip ederdi.
Çin devleti Komünistken böyleydi. Kapitalist oldu, zihniyet dipten dibe hâlâ aynı; insan parmağını, tırnağını, idrarını, dışkısını tedavide resmen kullanıyor ve öneriyor. Velhasıl Çin kültürü, insan ile hayvan arasındaki sınırı muğlaklaştırmaya, sonra da onu kolayca ihlale devam ediyor. Kültür kelimesi de bu vahşilikler arasında manasını yitirip gidiyor.