Türkiye-ABD ilişkileri Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile paradigma değişimi yaşadı. İki ülkeyi buluşturan en büyük tehdit kaynağı Sovyetler Birliği’nin dağılması, dış politika ve güvenlik yaklaşımında ayrışma yaşanmasına sebep oldu. Özellikle, Birinci Körfez Savaşı ile ABD’nin Irak’ta Saddam yönetimini devirmek için harekete geçmesi, ülkenin kuzey ve güneyinde belirli bölgeleri uçuşa yasak bölge ilan etmesi gibi gelişmeler, Türkiye’nin güvenlik ve beka algısını kuzeyden güneye çevirmesine neden oldu. Buna ek olarak Türkiye’nin içinde artan ayrılıkçı PKK terörünün de etkisi ve bu terör örgütünün Irak ve Suriye’yi kamp, eğitim merkezi ve Türkiye’ye saldırıları için köprü olarak kullanması, iç ve dış güvenlik meselelerinin örtüşmesine sebep oldu. Bu noktada ABD ve genel olarak Batılı ülkeler, müttefikleri olan Türkiye’nin yeni güvenlik algısına ilişkin talep ve ihtiyaçlarını ya gözardı ettiler ya da o algıyı pekiştirecek yeni adımlar attılar. Özellikle PKK terör örgütüne yönelik Avrupa ülkelerinin verdiği siyasi ve ekonomik destek, diğer yandan ABD’nin Irak’ı istikrarsızlaştıracak adımlarını artırması, Türkiye’nin Batı ittifakı içindeki konumunu sorgulamasını beraberinde getirdi. Türkiye-Batı ilişkileri 1990’lı yıllar ile birlikte Ortadoğu merkezli güvenlik meseleleri ekseninde bir yönelime sahip oldu. ABD’nin bölgede, Türkiye’yi hesaba katmadan hatta kimi zaman Türkiye’yi karşısına alacak eylemleri, iki ülke arasındaki güven sorununu derinleştirdi.
İkibinli yıllar ve güvensizlik sarmalı
ABD, 11 Eylül terör saldırıları sonrası, dönemin ABD Başkanı George W. Bush ve neo-con yönetimin geliştirdiği “önleyici müdahale” stratejisi ile önce Afganistan sonra da Irak’ı işgal ederek Geniş Ortadoğu bölgesindeki istikrarsızlık ortamını daha da derinleştirdi. Türkiye’deki karar alıcılar, ABD’nin tek taraflı bu müdahalelerinin oluşturacağı komplikasyonları ve bölge ülkeleri için meydana getireceği yeni güvenlik risklerini, ABD’li muhataplarına aktarsalar da, ne bekledikleri desteği ne de ilgiyi alabilirdiler. ABD’nin Türkiye’nin beklentilerine yönelik mevcut kayıtsızlığı ise güvensizlik ortamını daha da derinleştirmekten başka bir sonuç doğurmadı.
İki binli yılların başında Irak eksenli gelişen Türkiye-ABD arasındaki güvenlik bunalımına, 2010 sonrası yeni bir madde daha eklendi. Türkiye’nin 900 km sınıra sahip olduğu Suriye’de baş gösteren iç savaş ve ABD’de dönemin Obama yönetiminin, konuya ikircikli yaklaşımı, Türkiye’yi ABD’nin bölgeye ilişkin niyetleri konusunda iyiden iyiye şüpheye düşürdü. Obama yönetiminin, terör örgütü PKK’nın Türkiye içinde yeni bir kalkışmaya giriştiği dönemde, örgütün Suriye’deki kolunu açıktan açığa destekleme stratejisi gütmesi, iki ülke ilişkilerini zehirledi. Buna ek olarak ABD’nin, katil Esed rejimine karşı her geçen gün daha da yumuşak bir politik angajman yürütmesi, rejimin kimyasal katliamlarına dahi eylemsizlik durumunu koruması, Suriye’de DEAŞ ile mücadeleyi bahane ederek önceliklerini değiştirmesi, hatta bunu terör örgütüne destek olarak öne sürmesi iki ülke arasındaki ilişkileri derinden etkiledi. Son olarak 15 Temmuz darbe girişiminin elebaşı Fetullah Gülen’in ve FETÖ yapılanmasının ABD’deki mevcudiyeti, Washington’un Ankara’nın her türlü telkini ve gerekli bilgiyi paylaşmasına rağmen harekete geçmemesi iki ülke arasındaki ilişkilerin tarihin en kötü döneminden geçmesine sebep oldu.
Washington’daki hava koklandı
16 Mayıs 2017 tarihinde Washington’da gerçekleşen Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ABD’nin 45. Başkanı Donald Trump arasındaki kritik görüşme yukarıda ifade edilen siyasi, stratejik ve psikolojik çerçevede gerçekleşti. Donald Trump’ın ABD’de beklenmedik şekilde Başkanlık koltuğuna oturması ve göreve başlar başlamaz Washington’daki yerleşik düzenle giriştiği ölüm kalım mücadelesi ise bu çerçevenin görünmeyen ama etkisi yüksek faktörüydü. İçeride sert bir iktidar mücadelesi veren Donald Trump’ın henüz daha Washington’un kodlarına sahip olamaması, kendi kadrolarını, sistemin kilit noktalarına yerleştirmekte yaşadığı zorluk, kendi yönetimi içinde yaşanan güç mücadeleleri, skandallar vs. dış politika gündemine, kendi ajandasını çizecek kadar hakim olamaması sonucunu doğurdu. Bu noktada dış politikada kontrolü uzun süredir bu fırsatı bekleyen Savunma Bakanlığı (Pentagon) bürokrasisi ele aldı. Genelde Pentagon ve özelde CENTCOM’un ABD’nin Ortadoğu politikasını belirlediği bir dönemde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Washington’da ABD Başkanı Trump ile yüzyüze görüşmesi son derece önemliydi. İki liderin, aracısız direkt iletişime ve etkileşime geçtikleri ortak masa, hep birbirilerini daha iyi anlamaları hem de niyetlerini ölçmek anlamında en uygun ortamı oluşturuyordu. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD ziyareti aynı zamanda Washington’daki siyasi ve psikolojik atmosferi yakından görme ve tartmanın da en kısa yolu oldu. Gençliğinden bugüne siyasetin içinde olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, birikimini ve tecrübesini kullanarak hem Trump’ın hem de ekibinin psikolojisini yakından görme ve tartma imkanı elde etti. Kısacası yeni yönetimin Washington’a ne kadar hakim olduğu, yönetim içinde politikalarda söz sahibi olan isimlerin kimler olduğu, devletin en üstündeki isim tarafından belirlenmiş oldu.
Türkiye duruşundan taviz vermedi
Elbette, Washington’da Trump görüşmesinin öne çıkan iki maddesi, ABD’nin Suriye’de PKK terör örgütüne verdiği operasyonel destek ve Pensilvanya’daki FETÖ liderinin iadesi konusuydu. Bu konuların gündeme geldiği bizzat Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dile getirildi. Geçmiş dönemlere göre daha yapıcı bir istişarenin 3 saatlik görüşme sürecinde yürüdüğü ifade edildi. Özellikle, Trump’ın Türkiye-ABD ilişkilerinin önemini Kore vurgulu yaptığı değinme ve “ilişkimizi hiç kimse yenemez” cümlesiyle yaptığı gönderme, yeni yönetimin Obama döneminde ilişkilerin gerildiği müttefiklerle yeni başlangıç yapma vizyonuna uygun düşmesi açısından anlamlıydı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da hem basın toplantısı sırasında hem de ikili ve heyetler arası görüşmelerde, Türkiye’nin Suriye başta olmak üzere FETÖ ve diğer konulardaki duruşu ile taleplerini direkt olarak aktarması, yeni dönemde iki ülke arasındaki ilişkilerin zeminini belirlemeye matuf adımlardı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ABD dönüşünde yaptığı açıklamalar görüşme sonrası Türkiye’nin Suriye’ye yönelik politikasında bir değişme olmayacağını gösterdi. Erdoğan, muhatabına Türkiye’nin mevcut duruşunu net olarak aktarmış olmanın rahatlığı ile “İkili ilişkileri daha ileri bir noktaya taşıma, ekonomik ilişkileri güçlendirme konularında kararlıyız. Ben Suriye konusunda kapımızı çalacaklarına da inanıyorum. Şu an Rakka’yı kuşatmışlar. Neler olacağını göreceğiz. Ama bölgede Türkiye arazide mutlaka olacak. Suriye’de de Irak’ta da olacak. Karar mercii olarak da Türkiye işin dışında tutulamaz” ifadelerini kullanırken, “YPG ve PYD’den Türkiye’ye olabilecek herhangi bir saldırı olursa hiç kimseye sormadan angajman kurallarını uygularız.” vurgusunu da özellikle yapması dikkat çekti. Terör örgütü yapısının Suriye’deki varlığının dahi tehdit oluşturduğu açıkken, “bir gece ansızın gelebiliriz” sözünün angajman kurallarına dahil edildiğini söylemek mümkün.
Tuzağa düşülmedi
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Washington ziyareti öncesi, Trump kendisine Pentagon tarafından sunulan Suriye’deki PKK yapılanmasının silahlandırılmasına yönelik kararnameyi imzalamıştı. İçeride ve dışarıda kimi kesimler bu imzadan yola çıkarak Erdoğan’ın Washington ziyaretini iptal etmesi gerektiği hatta Trump’ın görüşmeyi sabote ederek, etkisiz hale getirdiği minvalinde kafa karıştırıcı propagandaya girişti. Öyle ki kimileri Türkiye ile ABD arasındaki ilişkilerin koptuğunu dahi dile getirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan bu noktada siyasi tecrübesini konuşturarak, iki ülke arasında kopuş bekleyenlerin tuzağını boşa çıkardı ve ilişkilerde yeni zemini oluşturan ziyarete imza attı. Böylelikle hem içeride yerleşik düzene karşı çetin bir iktidar mücadelesi yürüten Trump’a destek verirken, Pentagon’un ilişkileri belirleme ve zehirleme stratejisini de boşa çıkarmış oldu. Erdoğan, Trump’ın içeride oldukça sıkıştığının farkında ve direksiyona tam hakim olabilmesi için zamana ihtiyacı olduğunu da biliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye-ABD ilişkilerinin sadece Suriye parantezine sıkıştırılamayacak kadar geniş bir gündeme ve tarihe sahip olduğunu da ziyaretiyle gösterdi.
Sonuç olarak, 16 Mayıs’ta Washington’a gerçekleştirilen ziyaret dışarıda Türkiye’yi yalnızlaştırma ve çevreleme stratejilerini boşa çıkaran ve meydan okuyan bir nitelik taşırken, diğer yandan da Türkiye’nin genelde Batı özelde ABD ve Ortadoğu’ya yönelik stratejilerinde ince ayar yapması için doneler elde etmesini sağladı. Türkiye, liderler düzeyinde ABD ile yüzyüze iletişime ve etkileşime geçerek Washington’daki yeni yönetimin niyetini gözlemleme imkanına sahip oldu. Türkiye-ABD ilişkilerinin girdiği güvensizlik sarmalından çıkarak normalleşmesi ve gelişmesi anlamında yeni bir ivme yakalandı. Elbette Trump tarafının iç politika mücadelesinden alacağı sonuç, iki ülke arasındaki ilişkilerin geleceği açısından da belirleyici olacaktır