Türkiye nükleer güç olmak zorunda

Dünya küresel çapta bir enerji darboğazına çok yakın. Enerjisinin yaklaşık dörtte üçünü ithal eden Türkiye, enerji güvenliğini garanti altına alma çabasında. Sadece bugünkü durum değil, büyüme hedefleri bile düşünüldüğünde, enerji ihtiyacının kısa vadede büyük oranda artacağı aşikâr. Adımlar sıklaştı, alternatifler masada. O alternatiflerden en dikkat çekici olanı, ucuz, sürekli ve güvenli gibi sıfatları içinde barındıran nükleer.

Bu giriş metni, nükleer enerjiyi konuştuğumuz bir dönem için oldukça ideal. Ancak yarım kalmış bir cümle gibi. Çünkü nükleer bugün sadece ekonomi ya da enerji politikaları bağlamında değerlendirilemeyecek kadar ciddi ve büyük bir konu. Öyle ki ekonominin olmaktan çok savunmanın alt başlığı. Ve evet Türkiye’nin çıktığı nükleer yolculukta bugün ilk durak nükleer güç santrali. Ancak bir sonraki adımın, 2010’lar dünyasının temel caydırıcı unsuru nükleer silah olmaması için hiçbir neden yok. Bunu önleyebilmek için her türlü enstrümanı sahaya sürebilecek kapasitedeki küresel ‘kaygılılar ligi’ dışında.

Türkiye’nin nükleer yolculuğu nasıl başladı?

Akkuyu Nükleer Güç Santrali’ne yönelik haber başlıkları hep “60 yıllık hayal” şeklinde. Çünkü Türkiye nükleer yolculuğuna 1955’te Atom Enerjisi Komisyonu’nun kurulmasıyla başladı. Bunu ilk santral etütleri takip etti. İlk santralin kurulmasına yönelik ciddi fikir, 1974’te masaya geldi; Güney Anadolu’da nükleer santral kurulacaktı. Santralin yerine ta o tarihlerde karar verilmişti bile: Mersin’in Gülnar İlçesi’ne bağlı Akkuyu mevkii.

Sonuçsuz ihalelileri, ertelenenler izledi. Türkiye’nin nükleer hayaline ilk darbe Bülent Ecevit iktidarı döneminde indi. Proje, Temmuz 2000’de Bakanlar Kurulu kararıyla iptal edildi.

Nükleer güç olma rüyasının yeniden gündeme alınması yine AK Parti döneminde oldu. 2006’da dönemin Enerji Bakanı Hilmi Güler, ihale sürecini başlattıklarını açıkladı. Türkiye bir kez daha nükleer santral için ihale dönemine girdi.  Ancak bu kez iktidar kararlıydı. Türkiye nükleer güce sahip ülkeler arasına katılacaktı. Nükleer santral ihalesinde tek teklif ve fiyat tartışılırken, Türkiye Atom Enerjisi Kurumu, santral kurulması için gereken son düzenlemeleri yapmaya başladı.

Ecevit’ten Danıştay’a ‘nükleer muhalefet’

Yukarıda söyledik, Türkiye’nin nükleer bir güç olmasının önündeki ilk engelleyici muhalefeti, 2000’de Başbakan Ecevit gösterdi. Ecevit’in Akkuyu Nükleer Santrali ihalesine muhalefet gerekçesi ‘parasızlık’tı. Ecevit, “Ona para harcarsak ekonomik istikrar bozulur” dedi, ihaleyi iptal etti. Bu karar, Türkiye’nin yolculuğunu tam 18 yıl geciktirdi.

Ancak Ecevit bu yolda yalnız değil. Ondan tam 9 yıl sonra, 2009’da bu kez Danıştay girdi devreye. Santral İhalesi için yürütmeyi durdurma kararıyla Danıştay, nükleer Türkiye’ye ‘dur’ dedi. Danıştay’ın nükleeri önleme mücadelesi uzun süre devam etti.

Dönüm noktası 2010: Nükleer santral ihalesiz Rusya’nın

Ak Parti iktidarı, ülkenin önünü tıkamaya dair tüm girişimlerle mücadelede kararlıydı.  2010 yılında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın uçağı Moskova’ya hareket ettiğinde, bu kararlılığı da yanında götürdü. O ziyarette, Akkuyu’ya kurulacak nükleer santralin ihalesiz olarak Ruslara yaptırılmasına karar verildi. Santral devletten devlete anlaşma yöntemiyle yapılacaktı.

Türkiye’yi nükleer güç sahibi ülkeler arasına yerleştirecek o tarihi imzalar 12 Mayıs 2010’da atıldı. Türk-Rus işbirliği, Mersin Akkuyu’da kurulacak Türkiye’nin ilk nükleer santralini selamlıyordu.

CHP ve örgütler engellemek için devreye girdi

Nükleer santral tasarısı Meclis’te onaylanır onaylanmaz CHP vakit kaybetmeden sahnedeydi. Nükleer Santral Yasası’nın iptali için Anayasa Mahkemesi’ne gitti. Eş zamanlı olarak göstericiler plana dâhil edildi. Nükleer karşıtları Akkuyu’da kamp kurarak sözde ‘direniş’ başlattı.

Nükleer santral projesi için hazırlanan Çevresel Etki Değerlendirmesi dosyasına yasal itirazlarla da süreç durdurulmak istendi. Danıştay yürütmeyi durdurdu, AYM bunu reddetti, Çevre örgütleri dava açtı, CHP Meclis’e, Türk Mimar Mühendis Odaları Birliği mahkemeye taşıdı, baro suç duyurusunda bulundu.

Yani sonraki yıllarda çeşitli vesilelerle, Türkiye’nin atacağı her adıma muhalefet eden, ‘hayır’ cephesi kuran, kökü çoğunlukla başka irtibatlarla gündeme gelen kim varsa o günlerde de sahnedeydi.

Oyun bozan işbirliği ve tarihe dönüş

Buraya kadar yazılanlar bir imkânsızlık hikâyesi değil, kökü dışarda bir muhalif operasyonla mücadele çabası. 60 yaşında bir Türkiye vatandaşını, kişisel tarihi boyunca aynı gündemlerle oyalayan, enerjide, savunmada, iç siyasette hep aynı fasit daire tartışmaların içine hapseden o operasyonu yıkıp geçen ise, tarihi bir işbirliği girişimi oldu. Türkiye ve Rusya bugün pek çok alanda kurulan ittifaklarla, küresel jeopolitiğin kronik müdahaleciliğini yıkıp geçti.

Küresel düzende, geleneksel ittifak ilişkileri aslında Suriye krizi sonrasında bir devrim geçirdi. Türkiye, ABD ile beraber çıktığı yolda, yalanlarla oyalandığını farkedince işbirliklerini sorgulamaya başladı. Ancak bu sorgulamayı da bir Rus savaş uçağının düşürülmesi ve akabinde iki ülkeyi savaşa sürükleyebilecek krizler izledi.

İki başkentte bu oyuna dair farkındalık 15 Temmuz sonrası yaşandı. İlişkiler hızla normalleşirken, Ankara ile Moskova ortak bir irade etrafında yakınlaştı, herhangi bir sabotaja fırsat vermemek için doğrudan diyalog kanalları açıldı. Atlantik cephesi ise Türkiye-Rusya ilişkilerini bozmakla ısrarcıydı. FETÖ gibi taşeronlar en kritik vasıtalardı.  15 Temmuz’dan 6 ay sonra FETÖ tarafından düzenlenen Karlov suikastı, bu hedefin en önemli göstergesiydi.

Enerji, savunma, Suriye: ‘Avrasya Kalkanı’ devrede

Geçtiğimiz Salı, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin Ankara’ya iki kritik sürecin ardından geldi. İlki 4. kez seçim kazanmış galip bir lider olma sıfatı. Bir diğeri ise tam da bu ilk gerekçeden doğan nedenlerle hedef tahtasına konmuş, bir büyük krizin tam da içinden geçen bir devlet başkanı olma vasfı.

İngiltere-Rusya gerilimiyle su yüzüne çıkan, diplomat kriziyle devam eden, Batılı ülkelerde görev yapan 150’yi aşkın Rus diplomatın sınır dışı edilmesiyle, St. Petersburg’daki ABD konsolosluğunun kapatılmasıyla anlamı daha da iyi anlaşılan krizin hedefi doğrudan Rusya’nın bekasını tehdit etmek. Atlantik ittifakı, tıpkı Türkiye’ye çeşitli terör örgütleri üzerinden yapmaya çalıştığı gibi, Rusya’yı da dize getirme ve belki de parçalama peşinde.

Nato Günü’nde ‘güney kanattan’ sevgiler

O uçağın Ankara’ya inişindeki zamanlama da, verilen fotoğraflar da, “ilişkilerimiz çelik gibi” mesajları da işte buradan görülüp, yorumlanmalı. Türkiye ve Rusya, içine yine büyük bir tehdit algılamasıyla karşı karşıya kalan İran’ı da içine alacak bir işbirliğinin iki kritik aktörü. Suriye için başlatılan Astana ve Soçi süreci ile geçen Çarşamba düzenlenen Ankara Zirvesi ise, bir Avrasya birliğinin resmi niteliğinde.

Küresel siyasette semboller önemli, tesadüflerse pek yok gibidir. Bu resmin 4 Nisan’da yani ittifakın kuruluş yıldönümü olan NATO Günü’nde verilmesi de hiç kuşku yok tesadüfi değil. Türkiye’ye, son birkaç yıldır giderek artan şekilde, çokuluslu saldırılarla yüklenen NATO müttefikleri için ‘güney kanattan’ verilen mesajlar, bir ikaz hükmünde.

İşbirliğinin simgesi Akkuyu neden gerekli?

Türkiye’nin nükleer enerji hamlesinin öyküsünden de, içinde bulunduğumuz konjonktürde bu hamleyi yeniden sahaya sürmenin anlamından da bahsettik. Anladığımız şu, Rusya Devlet Başkanı Putin’in “Türk-Rus dostluğunun simgesi” dediği Akkuyu stratejik ve tarihsel bir ihtiyaç. Peki ya ötesi? Yani “nükleer enerji neden gerekli?” sorusunun yanıtı?

Konunun ilk boyutu hiç kuşku yok enerji politikalarıyla ilgili. Türkiye hem yıllarca büyük harcamalarda bulunduğu enerji ithalatını azaltmak yani enerjide dışa bağımlılığının azaltmak için arayışta. Enerji kaynaklarını çeşitlendirmek için nükleer enerji önemli bir alternatif.

Akkuyu nükleer güç santrali ile Türkiye elektrik enerjisinin mevcut gücüne 4800 Megavat ilave edilmiş olacak. Yani Akkuyu, İstanbul’un enerji ihtiyacını tek başına karşılayabilecek güçte. Bu oran nükleer santralin, elektrik üretimine katkısının ne derece büyük olduğunun da göstergesi.

2023’te enerji üretmeye başlaması planlanan Akkuyu Santrali ile Türkiye’nin nükleer teknolojiler alanında teknoloji transferi süreci de başlayacak. İlk santrali yap-işlet modeli ile yapan Türkiye, bu sürede yaklaşık 600 mühendisin Rusya’da bu teknoloji ile yetişmesini sağlayacak. Böylece kendi nükleer santralini yapabilecek bir kapasiteye ulaşabilecek.

Kimde, ne kadar nükleer var?

Dünyada toplam 30 ülkede 449 nükleer santral reaktörü aktif olarak enerji üretiminde kullanılıyor. 56 nükleer santralin ise inşa çalışmaları sürüyor. Bu reaktörlerin çoğu gelişmiş ülkelerde. Zirvede ise 100 nükleer santralle ABD var. Ülkenin elektrik ihtiyacının yaklaşık beşte biri nükleer güçten karşılanıyor.

Avrupa Birliği ülkesi üyeler enerji ihtiyaçlarının yaklaşık yüzde 30’unu nükleer güç ile karşılıyor. 14 üye ülkede toplam 130 nükleer reaktör bulunuyor. Fransa en çok nükleer santralin olduğu ülke.

Nükleerleşmede geleneksel aktörlerin dışında yeni oyuncular da var. Hindistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Pakistan ve Bangladeş gibi ülkeler nükleer kulübüne dahil olmayı hedefleyen ya da varlıklarını güçlendiren aktörler. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi Körfez ülkeleri de birden fazla reaktör projesiyle nükleer pastadaki yerlerini almaya hazırlanıyor.

En çok nükleer kimdeyse en muhalif de o

Nükleer reaktör ve enerji transferinde tekel konumunda olan ülkeler var. Bu ülkeler yeni reaktör talebiyle ortaya çıkan ülkelere nükleer transfer konusunda, oldukça cimriler. Bunun bir nedeni, nükleer enerji konusunda mevcut tekel durumlarını sürdürmek. Bir diğer nedeni ise olası bir nükleer silahlanma ihtimalinin önünü kesmek.

‘Gelişmiş’ kategorisindeki hemen bütün ülkeler, enerjisini nükleerden karşılarken, bu ülkelerde birden çok fazla nükleer santral bulunurken, Türkiye’nin bu konudan yıllarca neden ve nasıl uzaklaştırıldığının cevabını bulmak zor değil. En fazla nükleer santrale sahip ülkelerin sıra Türkiye’ye geldiğinde bir ‘çevre’ tartışması açmasının nedenini de tam olarak burada aramak gerek.

Türkiye nükleer silah da üretir mi?

Ünlü uluslararası ilişkiler teorisyeni Kenneth Waltz’a göre nükleer silahların yayılması korkusu yersiz. Zira nükleer silahların daha fazlası daha iyidir. Mevcut küresel dizayn da, caydırıcılığı nükleere sahip olmak üzerinden şekillendirmiş durumda. Başta ABD ve Rusya olmak üzere pek çok ülke, savunma bütçelerinde konvansiyonel silahlanmanın ötesinde, nükleer silahlanma kalemine büyük bir yer açmış durumda. Sınırsız menzilli nükleer füzelerden bahsedildiği bir uluslararası konjonktürde, nükleer silahsız bir ülkenin caydırıcılığını koruması ne kadar mümkün? Ya da daha doğrudan bir ifadeyle, Türkiye kendi nükleer silahına sahip olmalı mı?

Türkiye’nin planlamalarında yakın vadede açıklanmış bir nükleer silah projesi yok. Ancak Batı bloğunda buna dair endişeler çoktan başlamış durumda. Alman basınında çıkan “Türkiye, uranyum zenginleştirme teknolojisiyle silah sahibi olmayı hedefliyor” iddiaları bunun göstergesi.

Bu haberleri büyük bir endişeyle servis edenlerin asıl korkusu, Türkiye’nin kendilerinden yönelen tehditlere karşı direniş cephesini büyütmesi. Karadeniz’de, Akdeniz’de, güney sınırında, Ege’de yani dört bir kolda tehdit algılaması büyüyen, bizzat müttefikleri tarafından tehdit edilen, kendi düşman tanımını koyan, ve -belki de şimdilik- sınırının hemen dışından mücadeleye zorlanan Türkiye için, güncel ve yaygın bütün savunma imkanlarını kullanma vaktinin geldiğini söylemek akıl dışı değil. Buna nükleer silahlar da dâhil.

Bölgesel ve küresel ölçekte tehditler göz önünde bulundurulduğunda Türkiye için caydırıcılık kalkanını güçlendirmek için nükleer silah sahibi olmak bir sorunluluk olarak görülebilir.

***

Akkuyu Nükleer Güç Santrali’ni Rosatom inşa edecek.

İnşaat sürecinin yüzde 40’ında Türk şirketler yer alacak.

Akkuyu nükleer güç santralinin maliyeti yaklaşık 20 milyar dolar olacak.

Santralde yer alacak 4 nükleer reaktör ünitesinden ilki, 2023’te elektrik üretimine başlayacak.

Akkuyu Türkiye’nin elektrik talebinin yüzde 10’unu karşılayacak.

Enerji bağımsızlığında önemli bir adım olacak.

Nükleer santrallerin işletme maliyeti diğer santrallere göre düşük. Nükleer yakıt maliyeti elektrik üretim maliyeti içinde yüzde 15 paya sahip.

Nükleer enerji fosil yakıtlara göre çok daha az miktarda karbondioksit salınımı gerçekleştirmesi açısından daha temiz bir enerji.

Akkuyu, Türkiye için bu henüz ilk adım. Sırada Sinop’taki ikinci ve halen yeri belli olmayan üçüncü nükleer santral projeleri var.

Benzer konular