Donald Trump’ın Amerikan başkanı seçildikten sonra hayata geçirdiği, başta Çin olmak üzere ticari muhataplarına karşı gümrük duvarlarını yükseltme politikası, ‘ticaret savaşları’ mecazıyla ifade ediliyor. Çinli teknoloji devi Huawei’nin kurucusu Ren Zhengfei’nin kızı olan, aynı zamanda şirketin finans yöneticisi konumunda bulunan Meng Wanzhou’nun ABD’nin talebi üzerine Kanada’da tutuklanması, iki ülke arasındaki muhataralı çekişmede yeni ve tehlikeli bir aşamaya geçildiğine, mecazın artık gerçeğin yerini almaya başladığına işaret ediyor. Evet, ortada kan ve silah yok ama espiyonajdan rehine pazarlıklarına kadar başka her şey var.
Geçtiğimiz günlerde Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te gerçekleşen G20 Liderler Zirvesi en çok, Cemal Kaşıkçı cinayetindeki azmettirici rolüyle global infial yaratan Suudi Prens Muhammed bin Selman’ın sırtının Putin başta olmak üzere muhtelif ülke liderleri tarafından sıvazlanmasına ilişkin umut kırıcı görüntülerle hafızalara kazındı belki ama zirve, ekonomi çevrelerini heyecanlandıran bir görüşmeye de ev sahipliği yaptı.
Kritik görüşmenin taraflarından biri, seçildiği ilk günden bu yana dünya düzenini alt üst eden adımlar atan, ABD’nin dünya liderliğine meydan okuyan Çin’e yönelik çok sert ticari kısıtlamaları hayata geçiren Donald Trump; muhatabı ise kısıtlamalardan hiç hoşnut olmasa da mütekabiliyet gereği bunlara misliyle yanıt vermekten geri kalmayan Çin Lideri Şi Cinping idi.
Çin’i “teknoloji hırsızlığı ve adil olmayan ticaret uygulamaları” gibi suçlamalarla hedefe koyan ABD yönetimi, geçtiğimiz Temmuz ayında Çin’den ithal ettiği 34 milyar dolar değerindeki 800’den fazla ürüne yüzde 25 ek gümrük vergisi uygulamaya başlamış, Çin de buna misliyle karşılık vermişti. Bu misilleme üzerine ise Trump, Çin’e karşı 200 milyar dolarlık yeni bir gümrük kısıtlaması paketi hazırlamaları için ABD’li yetkililere talimat vermişti.
2 TRİLYON DOLARLIK MALİYET
Ekonomi çevreleri ABD ve Çin’in karşılıklı adımlarını endişe içinde izlerken, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Fitch Ratings, bu şekilde tırmandırılması durumunda ticaret savaşlarının küresel ticarete maliyetinin 2 trilyon doları bulabileceğini hesap ediyordu. Uluslararası ticareti felç edecek böyle bir savaşın sürdürülmesinin, dünya ekonomisini giderilmesi zor bir durgunluğa sürükleyeceğini, hem gelişmiş hem de gelişmekte olan ülke ekonomileri üzerinde uzun vadeye yayılacak olumsuz sonuçlar doğuracağını öngören ekonomi dünyası aktörleri, bu folie a deux’nün bir an önce bitmesini arzu ediyordu.
Trump ve Şi’nin Arjantin’deki görüşmesi bu nedenle büyük bir heyecan yarattı. Görüşme neticesinde tarafların en azından bir ateşkese vardığına ilişkin haberler umutları yeniden yeşerti. Trump’ın görüşmeden sonraki günlerde attığı bir tweet’te “Çin’le çok verimli görüşmeler yapıyoruz. Önemli açıklamalara hazır olun” diye ‘müjde’ vermesi, somut adımlar atılacağına dair beklentileri iyice artırdı.
Bu açıklamanın yapılmasından sonra Kanada’dan gelen haber, zayıf da olsa tüm umutları suya düşürdü. Habere göre Çinli global teknoloji devi Huawei’nin CFO koltuğunda oturan ve aynı zamanda şirketin kurucusu Ren Zhengfei’nin kızı olan Meng Wanzhou, Vancouver Havalimanında aktarma yaptığı sırada, ABD’nin talebi üzerine Kanadalı yetkililer tarafından gözaltına alınmıştı. Kefaletle serbest bırakılan ancak ABD hükümetinin iade talebi nedeniyle halen Kanada’da gözetim altında tutulan Meng’e yöneltilen suçlama ise, şirketinin ve kendisinin ABD’nin İran’a uyguladığı yaptırımları ihlal etmesi…
İran yaptırımlarını delme iddiasının bahaneden başka bir şey olmadığı, gerçek sorunun ABD ile Çin arasındaki gittikçe kızışan ekonomik ve ticaret savaştan neşet ettiği aşikar. Konuyla ilgili haber akışı üstünkörü tarandığında bile gerçek açıkça fark ediliyor.
ABD yönetimi daha önce de Huawei’yi ve beraberinde bir başka Çinli teknoloji şirketi olan ZTE’yi, dünyanın dört bir tarafında sattıkları akıllı telefonlar ve diğer teknolojik ekipmanlar üzerinden siber casusluk yapmakla suçlamıştı. Hatta ABD Savunma Bakanlığı, geçtiğimiz Nisan ayında, potansiyel güvenlik risklerini gerekçe göstererek, kendi askeri tesislerindeki mağazalarda Huawei ve ZTE’ye ait telefon ve cihazların satışını yasaklamıştı. ABD bununla da yetinmemiş, Huawei telefon ve ekipmanlarının yaygın olarak kullanıldığı Avrupa ülkelerini de bu potansiyel tehlike konusunda ikaz etmişti.
Meng’in Kanada’da tutuklanması, bir süredir nispeten düşük profilde seyreden ekonomik kapışmayı en üst kademelere taşımış oldu. Deutsche Bank’ın Çin’den sorumlu baş ekonomisti Zhiwei Zhang da bu yeni durumu teyit ediyor ve yakın gelecekte ticaret savaşlarının bitip bitmeyeceği konusunda kötümser bir tablo çiziyor.
ÇKP İLE İÇİÇE BİR ŞİRKET
İşin bu noktalara kadar nasıl varabildiğini ve Huawei’nin neden hedef alındığını anlamak için, şirket profiline ve kurucusunun Çin Komünist partisi ile olan ilişkisine yakından bakmak gerekiyor.
Huawei, global akıllı telefon piyasasının en büyük ve son dönemdeki en rekabetçi oyunculardan biri. Düşük fiyata sunduğu yüksek teknolojili cihaz seçenekleriyle Samsung’dan sonra dünyanın en büyük akıllı telefonu üreticisi konumunda. Gösterdiği yüksek satış performansıyla, 2018 yılında Amerikan devi Apple’ı geride bırakmayı başardı.
Şirket, popüler düzeyde en çok akıllı telefonları ile anılsa da, bundan çok daha öteye geçen geniş çaplı bir ürün yelpazesine sahip. Huawei, son tüketiciye sunduğu cihaz seçeneklerinin dışında telekomünikasyon hizmetleri, kurumsal teknolojik altyapılar gibi alanlarda da güçlü bir pozisyona sahip, telekomünikasyon ekipmanları konusunda dünyanın bir numarası. Şirket, ABD sınırlarından içeri girmekte zorlansa da dünya çapında 70’ten fazla ülkede ürün ve hizmet satıyor.
Şirketin parlak performansı, cirosundan açıkça görülebiliyor. Huawei, geçtiğimiz yıl dünya çapında 93 milyar dolara yakın bir satış hacmi elde etti ki bu rakam bir diğer Amerikan teknoloji devi olan Microsoft’un cirosuna neredeyse denk.
Huawei’yi 1987 yılında kuran Ren Zhengfei, eski bir asker. Şirketi kurana kadar Çin Halk Cumhuriyeti ordusunda askeri mühendis olarak kariyerini sürdüren Ren, Çin Komünist Partisi ile o günlerden bugünlere kadar yakın ilişki içinde oldu. ABD’nin Huawei aleyhine attığı adımlarda en çok vurgu yaptığı noktalardan biri de bu.
FRIEDMAN’IN DÜZ DÜNYASINDAN BUGÜNE
Huawei vakasıyla yeni bir aşamaya varan global ticaret savaşının iki ana aktörü konumundaki ABD ve Çin, 80’li yılların başından bu yana, dünya ekonomisini bugün bulunduğu noktaya taşıyan yoğun ve girift bir işbirliği içinde oldu. Bugün varılan noktayı daha iyi kavramak için şimdilerde artık ‘bolluk çağı’ diye nitelenen o dönemi bir kez daha hatırlamak gerekiyor.
Thomas Friedman, bir zamanlar çok satanlar listelerinin zirvesinde yer alan Dünya Düzdür kitabında, söz konusu dönemi çok net ve çarpıcı bir örnekle resmediyor. Buna göre ‘o eski güzel günlerde’ Amerika’da bir tüketici elini market rafına uzatıp oradan bir ürün aldığında, dünya çapında devasa bir mekanizmayı harekete geçiriyordu. O ürün kasadan geçirildiğinde bilgi anında stok yönetimi birimine iletiliyor, buradan zincirleme bir şekilde diğer departmanlara aktarılıyor, sürecin sonunda ise raftan eksilen o ürünün yerine yenisinin konması için Çin’deki veya Asya’nın başka bir yerindeki üretim çarkları dönmeye başlıyordu.
Karikatürize etmek gerekirse, başta Çin olmak üzere Asya’daki üretim üsleri ile Batı’daki, özellikle de ABD’deki tüketim pazarları arasında sürekli hareket halinde bir üretim-dağıtım-tüketim bandı kurulmuş, bu bandın bir ucuna hammadde olarak konan nesne, diğer uca satışa hazır mamul ürün olarak ulaşıyordu. Kısacası Çin ve Asya yorulmadan üretiyor, Batı ve ABD durmadan tüketiyordu.
KAZANANLAR VE KAYBEDENLER
Bu model Asyalı ve Çinli girişimci ve işçilere kazandırdı. Batılı üst sınıflara da kazandırdı. Ancak Batı’nın çalışan kesimlerine kaybettirdi. İş gücü fiyatları itibariyle Asya ile rekabet etmesi imkansız olan bu kesim, zaman içinde gelecek umudunu da kaybetti. Nitekim küreselleşmeye ilk itiraz edenler de bu kaybeden sınıflar ile onların siyasi temsilcileri oldu.
Trump’ın ABD’ye başkan seçilmesi de, esasen bu kaybeden ve gelecekten ümitsiz kitlelerin desteğiyle gerçekleşti. Trump’ı Beyaz Saray’a taşıyan göçmenleri kapı dışarı etme, Meksika sınırına duvar örme, üretimi eve geri çağırma, uluslararası ticaret anlaşmalarından tek taraflı çekilme, gümrük duvarlarını yükseltme gibi vaat ve icraatlar, kaybeden sınıfların irrasyonel sızlanmalarının siyasi dile tercümesinden başka bir şey değil. ‘Amerika First’ (Önce Amerika) sloganıyla özetlenebilecek bu anakronik karşı atak, bugün dünya ekonomisini, refahını ve belki de barışını tehdit eder hale gelmiş durumda.
Bu gerginliğin, geçmişte olduğu gibi, büyük sıcak çatışmalara evrilmesi zor, hatta imkansız. Çünkü gerginliğin tarafları, merkantilist dönemde veya Soğuk Savaş yıllarında olduğu gibi aynı gezegen üzerinde ama iki ayrı dünyada yaşıyor değil. Çin ve Amerikan ekonomileri (ve aslında tüm dünya ekonomileri) tarihte daha önce eşi benzeri görülmemiş ölçüde iç içe geçmiş, birbirine göbekten bağlı ekonomiler. Biyolojik bir metafor kullanırsak aralarında neredeyse simbiyotik bir ilişki var. Birinin kaybettiği bir denklemde diğerinin uzun vadede kazançlı kalma ihtimali yok.
Kısacası tarafların silahla icra edilen gerçek bir savaşa tutuşmaları önce kendilerinin, beraberinde de insan medeniyetinin sonu anlamına gelebilir. Hiçbir devlet böyle bir maliyeti göze alamaz. Yeni dünyada bu yeni koşullar nedeniyle –ve de neyse ki- girişilemeyen gerçek savaşlar, başka alanlarda verilen savaşlarla ikame edilmeye çalışılıyor. Bu yapılırken de gerçek savaşların mümkün tüm unsurları, taklitleri üzerinden de olsa, mücadeleye dahil ediliyor. Rehine pazarlıkları da buna dahil.
Huawei CFO’su Meng Wanzhou’nun tutuklanmasını bu ‘ikame savaşın’ sembolik muharebelerinden biri olarak görmek gerekiyor. ABD’nin Çinli bir teknoloji devinin üst düzey bir yetkilisini gözaltına aldırarak el yükseltmesi, alttan alta devam eden büyük savaşı alenileştirme, dünya ve ekonomi kamuoyunun dikkatini bu kritik çarpışmaya yöneltme çabası olarak da okunabilir.
Tüm faaliyetlerinde ve bu arada ticaret savaşlarında çoğunlukla sessiz, temkinli ve daha çok reaktif adımlar atmayı tercih eden, ekonomik yayılma emellerini gürültü patırtı çıkarmadan gerçekleştirme politikası Çin’in bu alenileştirmeye nasıl bir yanıt vereceği merak konusu. Diğer yandan Meng’in tutuklanması sonrasında Çin resmi makamlarından yapılan ilk açıklamalarda bu konulara pek girilmemesi, eski stratejinin öyle ya da böyle sürdürüleceği ihtimalini güçlendiriyor.
Düşük profilli rehineler
-Huawei CEO’su Meng Wanzhou’nun Kanada’da alıkonulması, ABD’nin Çin’le giriştiği ticaret savaşında rehine alma yöntemine başvurmasının ilk örneği değil. Amerikan Adalet Bakanlığı son birkaç ay içinde başka rehine alma işlerine de girişti. Tutuklananalar nispeten düşük profilli isimler oldukları için medyada ve dünya iş kamuoyunda pek yankı uyandırmadılar. Ancak gözaltına alınan bu ‘düşük profilli ama önemli’ isimlere yöneltilen suçlamalar, ABD’nin Çin’le giriştiği ticaret savaşında odaklandığı esas meseleler hakkında net bir fikir veriyor.
-Bu rehinelerden ilki olan Ji Chaoqun, ABD’de eğitim gören Çinli bir öğrenci. Ji, Çin Devlet Güvenlik Bakanlığı adına çalıştığı ve ABD’de çalışan Çin kökenli mühendis ve bilim adamlarıyla irtibat kurduğu gerekçesiyle, Amerikan Adalet Bakanlığı tarafından 25 Eylül’de tutuklandı.
-Diğer rehine ise kıdemli bir Çin Devlet Güvenlik Bakanlığı memuru olan Yanjun Xu. ABD, Yanjun’un tutuklanması için Meng vakasında uyguladığına benzer bir yola başvurdu. Yanjun’u yemleyerek Avrupa’ya gelmesini sağlayan ABD, kendisine ait ticari sırları çalmakla suçladığı bu kritik ismi 10 Ekim günü Belçika’da tutuklattı.
-Bu iki vakadan açıkça anlaşılacağı üzere, ABD’nin Çin’e ve Çinli firmalara yönelttiği en büyük suçlamalar ticari espiyonaj, ABD’li şirketlerin patent haklarının ihlali ve adil rekabet şartlarına uyulmaması. Bizzat Huawei, Apple’a ve diğer ABD’li teknoloji şirketlerine ait ürün patenlerini ihlal etmekle itham ediliyor.
– Amerikan Adalet Bakanlığı bu konudaki hassasiyetini net bir şekilde ortaya koymak amacıyla, 1 Kasım 2018 itibariyle, ticari hasmı Çin’in ekonomik espiyonaj hareketlerine engel olmak üzere ‘China Initiative’ adı altında özel bir görev gücü oluşturdu.