Soykırımdan kaçış

Cox’s Bazar / Bangladeş

Budist zulmü başlayalı henüz üç hafta oldu. Bilanço ise çok ağır. Myanmar ordusunun ve Budist rahiplerin sistematik olarak uyguladıkları soykırım sonucu 3 binin üzerinde Arakanlı katledildi. Kimisi diri diri ateşe verildi, kimisi ailesinin gözü önünde kurşuna dizildi. Çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan 400 binin üzerinde Rohingyalı Müslüman ise çareyi ölümden kaçışta buldu. Komşu Bangladeş’e Naf nehrini geçerek sığınan Arakanlıların hayatta kalma mücadelesi ise daha yeni başlıyordu.

Bangladeş üzerinden 20 saatlik yorucu bir yolculuğun ardından Myanmar sınırındaki Cox’s Bazar şehrine ulaşıyoruz. Sınırdaki kamplara ulaşmamız ise hiç kolay olmuyor. 50 km’lik mesafeyi yaklaşık 4 saatte kat ediyoruz. Bunun sebebi ise Bangledeş’in inanılmaz boyutlardaki trafik keşmekeşi. Yol boyunca minibüsümüzün şoförü Muhammed, en az 5 kez kaza tehlikesi atlatıyor. Ama hiç de etkilenmişe benzemiyor. Zamanla bu duruma biz de alışıyoruz. Ve kendime bir söz veriyorum; Bir daha İstanbul trafiği için olumsuz konuşmayacağım!

Arakan2

Çaresizlik içindeler

Türkiye ile arasında 3 saatlik zaman dilimi farkı bulunan Bangladeş’te saat 18.00’de güneş batıyor. Neyse ki çalışmak için daha yarım saatimiz var. Teknaf Bölgesi’ndeki Balukhali mülteci kampına vardığımızda karşılaştığım manzara tam manasıyla içler acısı. Geçmişte Türkiye’nin Suriye kamplarını da gezen bir gazeteci olarak Arakanlı kardeşlerimizin kaldıkları yerlere kamp denemeyeceğine karar veriyorum. Evet, gelmeden önce yaptığım araştırmada gördüğüm fotoğraflardan dolayı bu duruma hazırlıklıydım. Ama bu kadar çaresizlik içinde olabileceklerini beklemiyordum. Sanki Afrika’da ilkel bir kabileyi ziyaret etmişsiniz hissine kapılıyorsunuz. Çocuklar çırılçıplak. Her yer balçık kıvamında çamur. Malum muson iklimi olduğu için yarım saatte bir sağanak şeklinde yağmur yağıyor. Ve insanlar kendi çabaları ile bambulardan kestikleri sırıklarla üzerlerine muşamba gererek barınak yapıyorlar. Dört bir tarafı açık olan bu çadırlarda çamur üzerinde yatıp kalkıyorlar. Yiyecekleri ise yok!

Her yüzde aynı ifade: Öfke!

Ertesi gün sınırı geçerek Arakan’a ulaşmayı deniyoruz. Sallara ulaşmak için önce 2 km’lik çamurlu yolu yürümemiz gerekiyor. Yol dediysem de öyle düz bir yol değil. İki tarafı su ile dolu yarım metre genişliğindeki çamur tepeleri üzerinden düşe kalka ilerliyoruz. Yol boyunca çoğunlukla kadın ve çocuk Rohingyalılarla karşılaşıyoruz. Fotoğraflarını çekiyorum. Hepsinin yüzünde aynı ifade beliriyor; öfke! Bakışları aslında çok şey anlatıyor Arakanlıların. Zulme sessiz kalan dünyaya bir mesaj niteliği taşıyor. Kimisi eşini, kimisi babasını, kimisi de evladını yitirmiş. Evlerinden, vatanlarından sürülmüşler. Yanlarına alabildikleri eşyalarla şimdi bilinmezliği doğru yürüyorlar. Salların olduğu yere ulaşıyoruz. Salı kullanan Bangladeşli sessiz olmamızı söylüyor. Tam siper sala gizleniyoruz. 2 km kadar ilerledikten sonra Bangladeşli askerlere yakalanıyoruz. Güvenlik gerekçesi ile geçişimize izin veremeyeceklerini söylüyorlar. Farklı noktalardan birkaç denemeden sonra pes ediyoruz ve geri dönüyoruz. Sınırın diğer tarafında Bangladeş’e geçmeyi bekleyen Arakanlı kardeşlerimize ulaşma çabamız burada son buluyor.

Sadece Türkiye var

Rohingyalılar için bir ihtiyaç listesi yapmaya kalksaydık eğer; hiçbir şeyleri yok, yazmamız yeterli olurdu. Çünkü bu insanların gerçekten hiçbir şeyleri yok! Durum o kadar vahim. Yüzölçümüne oranla dünyanın en kalabalık nüfusuna sahip olan Bangladeş’in kendine yetmediğini düşündüğümüzde ortaya çıkan manzaraya şaşırmamak gerekiyor elbette. Ancak krizin başladığı 24 ağustos tarihinden beri kamp adını verdikleri bu derme çatma alanlarda biriken insan yığınlarına bir yardım eli ulaşmamış. Ta ki Cumhurbaşkanımızın eşi Emine Erdoğan ve beraberindekilerin TİKA kanalı ile getirdikleri 100 bin tonluk acil yardım malzemesi ulaşana kadar.

Arakan3

Arakan’da kaldığımız 1 hafta boyunca dolaştığımız kamplarda İHH İnsani Yardım Vakfı dışında yardım yapan bir kuruluş ya da örgüte rastlamadık. Birleşmiş Milletler’in raporlarını yine internet üzerinden takip ettik. Her zamanki gibi, konu Müslümanlarsa sahada yoktular. Hakkını vermemiz gerekiyor, tıpkı Suriye’de olduğu gibi dünyanın öbür uçunda da olsa Türkler, Müslüman kardeşlerine sahip çıkmıştı. Bu gurur ile kamptan ayrılırken politik engellerin aşılması halinde 10 gün içinde Türkiye’nin tıpkı Suriye’de olduğu gibi düzenli kamplar inşa ederek Arakanlı kardeşlerimizin ihtiyaçlarını gidereceklerine hemfikir oluyoruz.

Muhammed babasını koklayamadı

Bir anne düşünün; eşiyle birlikte yavrularını kucaklarına almaya sayılı günler kalmışken, gözlerinin önünde doğmamış evladının babası katledilmiş. Bir yanda eşi, diğer yanda karnındaki bebeği. Çaresizce kaçmış. Tehlikelerle dolu bir yolculuk sonunda Naf Nehrini geçerek karşı kıyıdaki mülteci kampına ulaşmış. Ve en nihayetinde bebeğini bu yokluklar ülkesinde dünyaya getirmiş. İşte biz bu talihsiz anne ile Myanmar sınırının 3 km kuzeyindeki Bangladeş’in Teknaf bölgesindeki Palonkhali kampında tanıştık. Günler sonra kamplarına gelen ilk yardım malzemelerinden alabilmek, beslenip de bebesine süt verebilmek için kendisine sıra gelmesini beklerken konuşuyoruz genç anne Fatma ile…

‘Eşim askerlere engel olmaya çalışırken şehit düştü’

Arakan5


Muhammed ve annesi

Myanmar Ordusu’nun sistematik soykırımının başladığı 24 Ağustos tarihinden itibaren çevre köylerden ve kendi köylerinden binlerce insanın göç etmek zorunda kaldığını, ancak kendisi ve eşi Yusuf’un, doğumun yakın olmasından dolayı köylerinden ayrılamadığını söyleyen Arakanlı genç anne, “Askerler aniden geldiler, eşim onlara engel olmaya çalışırken kurşunlarına hedef oldu. Gözlerimin önünde şehit oldu. O an ne yapacağımı düşündüm. Bir yanda kollarımda can veren eşim, diğer yanımda karnımdaki bebeğimiz. Soğukkanlılığımı korumaya çalıştım ve akrabalarımın da yardımıyla köyümü terk ettim. Ormanlık alanda kilometrelerce yol yürüdük. Yolda hayatta kalabilmek için ağaç yapraklarıyla beslendik. Çok şükür ki kampa sağ salim vardık” dedi.

‘Onları Allah’a havale ediyorum’

Palonkhali kampına ulaştıklarında sancılarının daha da arttığını ifade eden gözü yaşlı anne, sözlerini şöyle tamamlıyor:

“Kamptaki tüm olumsuzluklara rağmen ebe kadınların yardımı ile yavrumuz sağlı bir şekilde doğdu. Evladımı kucağıma aldıktan sonra son bir hafta yaşadığım bütün olumsuzluk bir nebze olsun azaldı. Ancak ne yazık ki; Doğmasını sabırsızlıkla beklediğimiz, hayaller kurduğumuz Muhammed’im yetim kaldı. Babı onun o da babasının kokusunu asla bilemeyecek. Ancak ben ona ömrüm boyunca babasının bizi korumaya çalışırken askerler tarafından katledildiğini anlatacağım. Bizlere bu zulmü yapanları Allah’a havale ediyorum”.

Benzer konular